Bu sözü, hep birlikte sendikalara söylemek zorundayız. O kulakların bu sözü duyması lazım. "İşçi sınıfının uluslararası birlik-mücadele ve dayanışma" günü böyle kutlanamaz. Elbette hep birlikte önce devleti eleştiriyoruz. Dev bir şehirde yaşayan milyonlarca insana hayatı zehir eden, anayasayı çiğneye çiğneye sakıza çeviren, Taksim'i bir devlet geleneği adına kan davasına dönüştüren ve böylece 1970'lerin darbe iklimini derinleştiren derin güçlerinden ve faşistlerinden feyz aldıklarını kanıtlamış olan bugünün yöneticilerine ilk sözümüz. 300'e yakın göstericiyi göz altına alanlara, ardından ev baskınlarıyla 1 Mayıs gösterisini bütünüyle kriminalize etmek isteyenlere. Nitekim basın açıklamamızda üç gün sonra gerçekleştirilen gözaltıları eleştirdik. 32 kişi tutuklan buna da karşı çıkıyoruz. Ama şimdi tartışmamız gereken, devletin elini böyle rahat hissetmesine neden olan bu Taksim 1 Mayıs örgütlenme sürecidir. Burada çok garip bir durum var. Bu garipliğin sonucunda ortaya çıkan manzara, tüm 1 Mayıs'ın gölgelenmesine neden oluyor ve Türkiye'nin dört bir yanında meydanları dolduran işçilerin hem eylemleri hem talepleri görünmez oluyor.
Her yer 1 Mayıs her yerde eylem!
1 Mayıs'ta eylem yapılmayan şehir kalmadı neredeyse. Bazı şehirlerde işçi sendikalarının arasındaki bölünmüşlük nedeniyle birkaç miting birden gerçekleştirildi. Samsun'da, polisin DEM Partilileri alana sokmamaya çalıştığı Adana'da, Elazığ'da, Zonguldak'ta, Çanakkale'de, Düzce'de, Ankara'da, Kürt illerinin tamamında, tüm büyükşehir meydanlarında on binlerce işçi haklarını haykırdı.
İstanbul hariç!
Devlet 1 Mayıs'ta Taksim'i yasakladıkça, 1 Mayıs Taksim geleneğine sıkı sıkıya bağlı sendikalar Anayasa Mahkemesi tarafından da hakkı verilen bir şekilde Taksim'de ısrar ediyor. Bu ısrar haklı elbette ama ısrarın altı doldurulduğunda, ısrara uygun örgütlenildiğinde ve gerekli esneme yeteneği gösterildiğinde. Biz Taksim'e çıkacağız deriz, devlet yasaklarsa burada şu üç şey yapılır: Birincisi, bu kadar kısa sürede örgütlenip 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlayacak bir yığınsallığa ulaşamayız diyerek tüm alanlarda 1 Mayıs yasaklarını teşhir edip mitingi birleşik ve yığınsal bir şekilde düzenleyeceğimiz merkezi bir başka alanda örgütleyebiliriz. İkinci olarak, 1 Mayıs'a katılmak isteyen tüm güçleri Taksim'e en yakın noktaya çağırıp, buradan, gerekirse polisle saatlerce cebelleşmeyi göze alıp Taksim'e çıkmayı, ama hep beraber çıkmayı örgütlemeye çalışırız. Yasaklanmasına rağmen binlerce işçinin Taksim'e çıkmayı başardığı yıl bu zorluğun altından kalkılmıştı. Üçüncüsü ise yapıyormuş gibi yapmaktır. Bu yıl 1 Mayıs'ta yapılanın adı yapıyormuş gibi yapmaktır.
Yapıyormuş gibi yapmak!
AYM'nin 1 Mayıs yasağı hakkında verdiği hak ihlali kararı çok net: "Bu nedenle işçi ve sendika kültürünün yapı taşlarından biri olan Taksim Meydanı yalnızca 1 Mayıs günü orada olanların dayanışmasının değil, aynı zamanda emekçilerin ortak hafızasının varlığını göstermektedir. Bu durumda kendisini o kültürün bir parçası olarak gören her kişinin 1 Mayıs günlerinde Taksim Meydanı'nın ifade ettiği anlamı doğrudan tecrübe etmek ve edindiği tecrübeyi kuşaklar boyunca aktarmak için burada bulunma hakkı vardır. 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı ile özdeşleşmesi nedeniyle anılan mekanın sınırlanması aktarılmak istenen düşüncenin de sınırlanmasına neden olmaktadır."
Nice partiler kapatan AYM bile bu kadar iyi ifade edilmiş bir karar vermişken 1 Mayıs Taksim Meydanı kampanyasını uzun süreli bir örgütlenme süreci olarak ele almak bir zorunluluktu. DİSK liderliği ise 1 Mayıs'a üç hafta kala ilk çağrısını yaptı ve "Bir elimizde karanfillerimiz, bir elimizde AYM karar metni ile Taksim’e yürüyeceğiz” diyerek hepimizi meydana davet etti. Sonra karmakarışık bir sürece tanıklık ettik. Kendimizi zaman zaman gösterdiğimiz iradelerle tanımlıyoruz. Önce Taksim İradesi, sonra Şişli İradesi, ardından Beşiktaş İradesiyiz derken en sonunda Saraçhane İradesi olarak zorunlu bir birleşmenin parçalarına döndük. DİSK'in ve ağırlığını ulusalcıların çektiği solun bir kısmı Saraçhane'de buluşacağını açıklarken başka sendikalar ve solun bizlerin de arasında olduğu diğer kesimleri önce Şişli sonra da Beşiktaş'ta buluşacağını açıkladı. Kısa sürede burada da bir netlik olmadığı görüldü. Devlet, bir açından herkesi Saraçhane'ye yönlendirmiş oldu. Sendikaların kendi arasında sağlayamadığı birlik devletin Beşiktaş'ta buluşmaya dahi izin vermeyeceğini ilan etmesiyle Saraçhane'de sağlanmış oldu.
Gerçekten Taksim'e yürümek isteyenler açısından ne Beşiktaş ne Saraçhane doğru buluşma noktalarıdır. Taksim'e çıkmak için Taksim'e en yakın noktada buluşmaya çalışmak gerekiyor. Ardından yapılması gereken sürekli olarak zorlamak. Barikatı geriletmeye çalışmak. Saatlerce alanda kalmak. Çünkü, 1 Mayıs'a katılmak isteyenlerin sayısı yasaklanmış alanlara gelenlerden onlarca kat fazladır. Polisin gerilediğini görmek ya da uzun süre direnileceğini fark etmek çok daha büyük kitlelerin alana gelmesine neden olur. 2013 1 Mayıs’ında böyle oldu. Uzun süren mücadelenin sonucunda küçük bir kitlenin görmesine izin verilen alana binlerce insan girdi. Fakat bu sefer böyle bir durum olmadı. Ertesi gün cumhurbaşkanıyla yapacağı görüşmeyi daha çok önemseyen CHP Genel Başkanı ve etrafındakiler Saraçhane'den ayrıldılar. Ardından sendikalar teker teker eylemin sona erdiğini açıkladılar. Eylemin uzatılmasının daha büyük sıkıntılara neden olacağını söyleyen sendikaların açıklamaları, devletin 45 bin polisle engelleyeceği bir yürüyüşün zaten sıkıntı dolu olacağını bilmediğimizi varsayıyor. Taksim'e yürüyüş zorlanmayacaktıysa neden Saraçhane'ye çağrı yapıldı? Taksim Meydanı dışında bir alanda minik bir protesto mitingi yapılacaktıysa neden Saraçhane tercih edildi? 10 koldan Taksim'e çıkmak diye başladığımız yolculuk neden tek kolda eyleme veda şeklini aldı? Yine onlarca insan gözaltına alındı ve bazılarının gözaltı süreleri uzatıldı. Bazı arkadaşlarımız 1 Mayıs'tan sonra gözaltına alındı. Saatlere yayılan bir direniş olsaydı daha nasıl bir sıkıntı olacaktı ki? Birçok işçi işyerlerinden gerçekten 1 Mayıs'ta Taksim'e yürüyüş yapılacağını düşünerek geldiğini söylüyor alana.
Sendikaların bu yaptığına kendi kalemize gol atmak denir. Golün geldiği ise öncesinden çok açık bir şekilde görülüyordu.
Apolitik bir 1 Mayıs!
1 Mayıs sadece organizasyon açısından savsaklanmış değildi. Dünyada ve Türkiye'de yaşanan ana politik tartışmalara bir yanıt vererek ve çok daha güçlü bir birleşik yanıt vermek üzere örgütlenmemişti. Bizim de aralarında olduğumuz çok az sayıda çevre, bu 1 Mayıs'ta en öne Gazze'de yaşanan soykırımı çıkarttı. Dünya Gazze etrafında yangın yerine dönmüş durumda. Filistin sorunu İsrail'in son soykırımcı savaş politikalarıyla tüm dünyada yepyeni dinamikleri şekillendiriyor. 1 Mayıs'tan birkaç gün önce ABD'de onlarca üniversitede İsrail'e karşı okul işgalleri, çadır eylemleri başlamıştı. 1 Mayıs'tan bir hafta önce Londra'da 200 bin kişi gösteri yapmış, ABD'deki öğrenci eylemleri Fransa'ya da sıçramıştı. Sendikalar ve solun büyük çoğunluğu zaten son 8 aydır Gazze'yle gerçek bir dayanışma örgütlemediler. Seçim, belediye başkanlıkları bu muhalif kesimleri daha fazla meşgul etti. Kategorik bir karşıtlık içinde oldukları AKP'nin en ağır darbeyi Gazze politikalarından aldığını da göremediler. 1 Mayıs'ı Gazze'de soykırımı durdurma mücadelesinin zirvesi olarak ilan edemediler. Ne yazık ki Taksim çağrısının yapıldığı basın açıklamasında Gazze'den bir kez bile söz edilmedi.
1 Mayıs, bu açıdan tarihsel bağlamından da en az dünyanın politik gerçeklerinden olduğu kadar kopartıldı. Türkiye'de sol Filistin'in uğradığı baskıya karşı özel bir hassasiyete sahipti. 1 Mayıs bu hassasiyete sahip olan solun ve işçi sınıfının da tarihsel belleğinde önemli bir yer tutar. Ama İsrail'in akıl almaz katliamları, en temel politik sorun değilmiş gibi örgütlendi 1 Mayıs. Gazze'nin hesabını sormak için haydi 1 Mayıs'a diyemedi birçok çevre ve sendika.
Fakat iç politika açısından da bir sorun vardı. Bu açıdan da apolitiklik emek örgütlerinin yakasına yapışmış durumda. Yoksulluğun milyonlarca insanda şok yaratan etkisi, AKP'nin 31 Mart seçimlerini kaybetmesindeki esas etmendi. Milyonlarca yoksul burnumuzdan soluyoruz. Burnumuzdan solumakla kalmıyor aşırı sağcı, aşırı utanmaz, hukuk tanımaz, toplumu yalanlara boğan, demokrasinin elimizde kalan her bir uzantısını imha etmeye karar veren bu iktidar blokuna öfkemizi bileyliyoruz kelimenin tam anlamıyla. Böyle bir politik iklimde, AKP kendi tabanı tarafından en sert şekilde boykot edilmişken, iktidar blokunun aldığı ağır yenilginin ezilenler için gerçekten sayısız politik ve örgütsel olanak yaratacağını kanıtlayacak bir 1 Mayıs çağrısı yapılmalıydı. Çağrıya uygun bir kampanya yapılmalıydı. Yapılan kampanyaya uygun bir liderlik sergilenmeliydi. Bunun yerine CHP'nin görünür, konuşulur olduğu garip bir süreç ve eylem günü yaşandı.
Birlik içinde direniş
Sendikaların farkına varamadığı gerçek şu: Politik alanda sadece yalan söylemek affedilmez bir hata değildir, geçiştirmek üzere yapılan politik manevralar da yapanın çağrı gücünü yok eder. Neden Saraçhane'de bazı sendikalar, bazı sol gruplar ve CHP buluşmak istedi, neden 1 Mayıs için "sol" sendikalar bir araya gelemedi, Kürt siyasal hareketi, Kürt aktivistler ve Kürt halkıyla dayanışmayı temel bir politika olarak öneren solla araya bu kadar büyük mesafe konuldu?
Bunun nedeni öncelikle arka arkaya yaşanan seçimlerde CHP ile giderek daha fazla hemhal olmak. Sorunlar parlamenter çözümlere indirgendiğinde vekillik, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği hatta muhtarlık seçimlerini kazanmak için sürdürülen mücadele tarzı bir alışkanlık yaratır. Seçilmek için oy almak gerekir. Bu da seçmen sayısı çok olan, karmaşık analizlerle sol, özellikle gençliği kendilerine doğru açılım yapılması gereken sol olarak tanımlanan CHP gibi partilerin seçim süreçlerinde politik alanı domine etmesine neden olur. CHP'nin "sol" gençliğini kazanmak isteyenler bir anda kendi üyelerinin CHP gençliği tarafından kazanıldığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalırlar. Kürt sorununda çözüm süreci gibi bir hamlenin başlangıcında Erdoğan'la görüştüğü için aralarında Roni Margulies'in de olduğu aydınlar, aktivistler linç edilirken, bu kesimler, gururla birlikte pozlar verdikleri Özgür Özel daha birkaç ay önce "kaçak saray" denilen yerde cumhurbaşkanıyla görüştüğünde sıkıntıya düşer ve çatacak bir “yetmez ama evet”çi aramak zorunda kalır.
Ne 1 Mayıs ne de sınıf mücadelesinin başka alanları CHP'ye güvenilerek örgütlenemez. Örgütlenirse "31 Mart'ın kazananı olan bir parti olarak varıp da polise verilmiş kanunsuz emre rağmen polisle itişip kakışmak bana da partime de yakışmazdı" diyen lideri tarafından alanda kala kalınır. Kemalistlerin kurduğu ve aktif bir parçası oldukları yerli-milli ittifak değil sadece ezilenler açısından tehlikeli olan, Kemalizm'in 31 Mart seçimlerini kazanan ittifakı da ne soldur ne de ezilenler açısından, Kürt halkı ve tüm yoksullar açısından bir alternatiftir.
Şimdi 1 Mayıs'ta kendi kalemize attığımız golü çıkartmak için kitlesel bir Gazze dayanışması örmek ilk adım olmalıdır. İkincisi ise 1 Mayıs Taksim alanı mücadelenin dününü, bugünü ve yarınını birleştiren bir köprüyse tüm emek örgütlerine bir çağrı çıkartılarak 10 Mayıs'tan itibaren 355 gün 2025 1 Mayıs’ının örgütlenmesi için mücadele etmek bir zorunluluk.
Şenol Karakaş