İnsan şaşırmadan edemiyor ve aslında kötü olanın şaşırma yeteneğini kaybetmek olduğu her geçen gün daha da belirgin hale geliyor. DEM Parti'nin eş genel başkanı partisinin seçim tutumunu yer yeksan eden açıklama yapıyor, şaşırıyoruz. DEM Parti bileşenlerinden birisi, son düzlükte, bileşeni olduğu partinin değil, temelden karşı olduğu partinin, CHP'nin İstanbul belediye başkan adayına oy çağrısı yapıyor, şaşırıyoruz. Yurt dışında yaşayan solun tarihindeki önemli bir isim bu çatlağı, Lenin'in eleştiride özgürlük/eylemde birlik prensibi açısından normalleştirmeye çalışıyor, daha da şaşırıyoruz.
Öncelikle, eylemde birlik olmadan eleştiride özgürlük kadar saçma tek bir şey vardır, eleştiride özgürlük olmadan eylemde birliği dayatan bürokratik çürümüşlük. Ama aynı eylem içinde olunmayacaksa yan yanaymış gibi görünmenin hiçbir anlamı yoktur. Ortak bir gelecek tasavvuruna sahip olup olmadığımız gündelik pratik tarafından test edilir, gelişmeleri nasıl ele alıyoruz, yorumumuz nedir, önerdiğimiz politika nedir? Bazen gelecek tasavvurunda farklılık anlamına gelmese de çoğu kez politik can yakıcı gelişmelere bakıştaki farklılıklar, daha genel bir farklılığın tezahürleridir. Bu nedenle Gültan Kışanak'a değil ama Mansur Yavaş'a "faşizme kaybettirmek" gibi şatafatlı açıklamalarla oy çağrısı yapmak, bir politikayla birden çok alanda farklılaşmaya başlandığının işaretidir. Öncelikle, bileşeni olduğun partinin adayı yerine sağcı bir müteahhitte ya da köklü bir CHP görünümlü faşiste oy çağrısı yapmak, eylemde birliği bozmaktır. Bu, o kadar derin bir eylem birliği bozuculuğudur ki değil Lenin, 1844 Silezya Dokumacılarının eyleminden beridir gezegende öne çıkan Marx, Engels, Rosa Luxemburg ve Troçki dahil tüm devrimci sosyalistler gelse Marksist örgütlenme anlayışının içine konumlandırılacak uygun bir teori icat edemezler.
Sıkıcı bir mahalle baskısı
"DEM'e destek ol İmamoğlu'na oy ver" taktiği sadece yeni dönem basgeççiliğinin adı değil. İnsanları zamanında Mustafa Sarıgül'e oy vermeye zorlayan mahalle baskısının adı. Belediye seçimini İmamoğlu ya da Yavaş kazanınca iktidar bloku gerilemez. Son beş yıldır gerilemediği gibi. İktidar blokunu geriletecek olan milyonların mücadelesinin örgütlenmesine yardımcı olmak ve iktidarın ezilenlerin öfkesiyle yüzleşmesidir. İmamoğlu'na oy tıpkı 2019'da olduğu gibi bu açıdan hiçbir role, öneme sahip değildir. Bu tartışmanın Lenin'in taktiğiyle ve demokratik merkeziyetçilikle, eylemde birlik/tartışmada özgürlük meseleleriyle de hiçbir alakası da yoktur. Zira DEM Parti bir Leninist örgütlenme değildir. Demokratik merkeziyetçilik öncü işçiler örgütlenmesi esprisinden bağımsız olamaz. Vereceğimiz oy Kürt halkının mücadelesiyle batıda ezilenlerin mücadelesini yan yana getirmeye yardımcı oluyor mu? Bu soruyu sorup İmamoğlu ve Yavaş'a bakınca insan gülmemek için kendisini zor tutuyor da olay şakası yapılamayacak kadar ciddi. Sadece Topal Osman'ı anması değil sorun İmamoğlu'nun. Sorun İmamoğlu'nun yönettiği İstanbul'un faşizmi geriletmek açısından manasının izah edilememesinde.
Burada bir kaç hata birden yapılıyor: AKP-MHP faşizmi kavramı birinci hata. Karşımızda AKP-MHP faşizmi yok. Bu fikri tartışmaya başlayınca mevcut rejimi daha makul bir çerçeveye oturttuğumuzu iddia edenlere, 20 yıldır faşizm geliyor, geldi ve AKP faşizmi diye diye faşizmin sahiden de kollarını nispeten güçlendirdiğini söyleyerek yanıt verebiliriz. Faşist bir iktidarla değil, dünyanın en tehlikeli, en kitlesel faşist partilerden birisinin desteğiyle ayakta duran otoriter aşırı sağcı bir rejimin altında yaşıyoruz. Mevcut rejim yeterince kötü değilmiş gibi daha kötü olana, 1930'lar Almanya'sına, 1920'ler İtalya'sına atıf yapmak, yapay bir seçim taktiğini meşrulaştırmak için korku iklimini güçlendirmekten başka bir anlama gelmiyor. Macaristan, Trump'ın ABD'si faşist rejimler mi? Devletin tüm olanaklarını kullanarak toplumun tüm nefes borularını tıkamaya çalışan bir rejimler bu nefes borularını kitlesel bir sokak şiddetiyle parçalayan faşizmin iktidarı arasında sanıldığından çok daha büyük bir fark var.
Kafası kesilmemiş bir işçi sınıfına kafasının kesildiğini anlatmak, işçi sınıfının ve toplumun özgürlük isteyen tüm kesimlerinin mücadele direncini sürekli askıya almaktır.
Velev ki faşizm güçleniyor olsun!
İmamoğlu yenildiğinde faşizmin güçleneceği formülasyonu şu gerçeği atlıyor: İmamoğlu, emin olabilirsiniz ki faşizmin ezip geçmekte zorlandığı son kalemiz değil. Çünkü İmamoğlu, kalemiz değil. İmamoğlu zorla solcu gösterilmeye çalışılan bir sağcı. Eğer durum, bir sağcının belediye başkanlığı oylarımızla garanti altına alınmazsa faşizmin ayak sesleri altında ezim ezim ezileceğimiz aşamaya gelmişse bir gün sonra yapılacak bir seçim için parti birliğini bozacak kadar önemli görülen açıklama neden bu kadar geciktirildi. Burada gayrı ciddi bir durum yok mu? "Yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden ölen" ve kaledeki arkadaşlarını habersiz bırakan gözcünün durumu gibi değil mi? Bu oy, bu sefer, o oy ise, bu sefer İmamoğlu gerçekten seçilmiş kişi ise, faşizmi engelleyecek olan kesinlikle bu oy ise bu sakinlik nedir? Çılgınlar gibi sokaklarda haykırtmak gerekmiyor mu? Gümbür gümbür bir seçim kampanyasını, sokakta, İmamoğlu'na oy verme taktiğiyle örülecek bir antifaşist mücadele çağrısını uzun zamandır yapmak gerekmiyor mu? Nedir bu son anda yaşanan uyanış, aydınlanma, uyarı yazılarının artışı ve sol tarihin gördüğü en ağır eylem birliğini bozma hamlelerinden birisinin Lenin'e atıf yaparak meşrulaştırılması.
AKP-MHP koalisyonunun zayıflaması için
Seçim yorgunluğu, sadece sık sık seçim yaşanmasından kaynaklanmıyor, solun seçimlere aşırı odaklanmasından da kaynaklanıyor. Tüm yatırımını seçimlere yapmak, seçim olarak seçimi her şeyin ötesinde görmek, sağcı, müteahhit, patron, "eski" faşist insanlara oy çağrısı yaparak olası bir faşist kurumsallaşmayı engelleyeceğini düşünmek, seçim yorgunluğunu pekiştiren parlamentarizmle açıklanabilir ancak.
Bu parlamentarizm sol saflarda eşi benzeri görülmemiş bir demoralizasyona neden oluyor. Hele 14-28 mayıs 2023 seçimlerinde AKP seçimin en çok oy kaybeden partisiyken Erdoğan'ın yenilmemesi, Erdoğan'ın daha da yenilemeyeceği duygusunu tahminlerimizin çok ötesinde politika yapmanın temel güdüsü haline getirdi. Öyle ki sadece bir parlamentarizmle değil, yenilgicilik dolu bir parlamentarizmle damgalanıyor sol açısından son yıllarımız.
Bu iktidarı, saf bir seçim stratejisi geriletemez.
Bu iktidarı geriletecek olan, seçimlere odaklanmayan, geçerken gereği yapılacak kadar ciddiye alınan kitlesel bir sınıf mücadelesidir.
Bu iktidar, Gezi'den sonra bir daha milyonların kendi eylemi gerçekleşmesin diye sokağa belirli kalıpların dışında çıkmayı öyle zor hale getirdi ki, bu, neyle yüzleşirse gerilemesinin hızlanacağından emin olduğunu gösteriyor. Gezi, boşuna darbecilikle suçlanmıyor, Bahçeli sık sık çeşitli hakları için sokağa çıkmaya çalışan toplumsal kesimleri tehdit etmiyor.
Peki bu sokağa çıkışın İmamoğlu'na oy vermekle bir alakası var mı?
Hayır! İmamoğlu'na oy çağrısının aşırı sağcı iktidar blokunun kurumsallaşmasını engellemek açısından hiçbir işlevi yok. teori griyse ve pratik hayatın gerçek yeşil rengiyse İmamoğlu'nun belediye başkanı olduğu, Mansur Yavaş'ın belediye başkanı olduğu son beş yıl neden sağcılığın nispi kurumsallaşmasını engelleyemedi?
Engelleyemezdi de ondan! Bu eğilim gerçeğe teğet bile geçmiyor.
Birileri, bu çağrıyı yapanlar, İmamoğlu'na verilen oyun daha doğrusu İstanbul Belediye Başkanlığı kurumunun antifaşist son kale olduğunu açıklamalı.
Tersine, hem bu iktidarı geriletecek hem de büyükşehirlerde sol görünümlü sağcı belediye başkanlarını dizginleyecek olan, aşağıdan mücadele ve seçimlerden sonrasına hazırlanmaktır.
Sandıkta DEM'lenelim, sokakta direnelim!
Bir söz de TİP teoriyenlerine. Kürt halkının sırtına binip meclise taşınıp ilk fırsatta bu halka arkasını dönmesine tanık olduğumuz bu parti, en azından aynı ittifakta olup HDP'ye rakip olan, karşısına adaylar çıkartan bu parti, Gökhan Zan hadisesini hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor. Gökhan Zan'ın adaylığını sol muhalefetin hegemonik gücünün bir göstergesi olarak anlatan TİP'liler, son gelişmelerin Afrin TSK moralcisi bu futbolcu arkadaşın sol hegemonyanın üzerindeki etkisi nedeniyle değil, sağcılığını maskeleyerek ifa edebileceği bir alan olarak gördüğü için TİP'in götürdüğü adaylık teklifini kabul ettiğini görmezden gelmemizi istiyorlar.
Bir başka fikir de Erkan Baş'ın Gebze'de adaylığının Gebze'den ibaret olmayan bir etkisi ve TİP açısından işçi sınıfı içerisinde daha geniş temaslar yakalama şansı doğurduğu yönünde. Sosyal medyada çok dolaşan bir kısa videoda olduğu gibi hemen arkasında ev yanarken salıncakta sallanan gamsız insan gibi.
TİP'in belediye başkan adaylığı aracılığıyla işçi kitleleriyle tanışması ve nihayet AKP ve sağdan işçilere seslenme şansını bulması, TİP açısından olumlu olabilir ama ne o temasa maruz kalan işçiler ne de gezegen açısından bunun bir hayra vesile olmayacağı çok açık. Örneğin, ekim ayından beri her bölgede işçilerde korkunç bir Gazze öfkesi var. Gazze ile ilgili ne yapmakta olduğunu anlatacak Erkan Baş?
Kürt sorununda barış sürecinin gecikmesi ve Kürt halkının haklarının ayaklar altına alınmasını soran işçilere ne diyecek bu arkadaşlar?
Gebze'de göçmen işçilerle ilgili, genel olarak göçmenlerle ilgili soru geldiğinde ne diyecekler? Ne diyorlar?
Daha önce de yazmıştım. TİP’in dört meşhur üyesi Babala TV'nin programında Ermeni soykırımı sorusuna ağızlarının içinde yanıt verdiler. Soru gayet düşmancaydı: “Sözde Ermeni soykırımını hangi bilgi ve belgeye dayanarak andınız?” Yanıt ise bir o kadar mahcup: “Paylaştığımız yazıda soykırım ifadesi geçmiyor, kimisi de bize bunun için kızıyor.”
TİP’in 24 Nisan anma mesajında gerçekten de soykırım ibaresi geçmiyordu. Fakat bu onay almak için söylenecek olumlu bir eylem değil, söylenemediği için utanılacak bir yaklaşımdır.
Yine Kürt sorununda da “TİP, Kürt halkını ve mücadelesini, Türkiye’deki özgürlük mücadelesinin ve işçi sınıfı öncülüğündeki devrimci halk hareketinin vazgeçilmez bileşenlerinden biri olarak değerlendirir. Kürt siyasal hareketi ile TİP arasındaki ilişkiler, işçi sınıfının çıkarları ve sınıf mücadelesinin ihtiyaçları göz önünde bulundurularak belirlenir” diyen bir partinin işçilerle temasının kime ne faydası olacak? HDP oylarını emanet, kendi oylarını ana sütü gibi hak görenler ne anlatıyorlar acaba işçilere?
1 Nisan'da direnişe
Seçim sonuçları ne olursa olsun üç konuda hızla yeni türden birleşik cepheler kurmak zorundayız. Birincisi, ağır bir ekonomik saldırıya muhatap olacağız. Kaynak krizini ellerini yoksulların gırtlağına sokarak çözmeye çalışacak bir iktidar bloku bu ve Mehmet Şimşek bu politikanın savunucusu. Tüm emek örgütleri hiç vakit kaybetmeden yan yana gelmeli ve birleşik bir "Yoksulluğa Dur de" hareketi inşa etmeli. Tüm muhalif yan yana gelişler, emek örgütlerinin, sayısız derneğin, işçi kurumlarının yan yana gelmesine yardımcı olabiliyorsa anlamlıdır.
İkinci sorun Gazze'de süren soykırım. Toplumda büyüyen ve AKP tabanında da öfkeli seslerin çıkmasına neden olan Gazze'deki katliama karşı büyük gösteriler örgütlemek için harekete geçmeliyiz. İşçilerin partinize oy vermesi için değil Gazze için iktidara karşı ayağa kalkması için mücadele etseydiniz, alacağınız oylardan çok daha anlamlı bir şey yapmakla kalmazdınız, aynı zamanda AKP içindeki çatlakların derinleşmesine ve bu partiden kopuşların hızlanmasına katkınız olurdu. Seçimin ardından Filistin'le dayanışma mücadelesini büyütmek çok önemli.
Son olarak Kürt sorununda yeni türden askeri yöntemlerin üstelik bölgesel düzeyde devreye girmesi ihtimaline karşı, batıda çözümü, diyaloğu, eşit koşullarda kardeşliği, Kürt halkının haklı taleplerinin kabul edilmesini savunan bir barış kampanyası için gelebilecek tüm siyasal ve toplumsal güçlerin yan yana gelmesi bir zorunluluk.
Ne "Oyum İmamoğlu'na desteğim DEM Parti'ye" açıklamaları ne İmamoğlu'nun düşmesinin faşizmin zaferimim kilometre taşı olarak gören eğilimler ne de DEM Parti'yi rakip olarak ve Kürtlerin batıda aldığı oyları emanet oy olarak görenlerin tepeden inmeci milliyetçi bakışları doğru politikadır.
Doğru seçim politikası seçimlerden sonra Kürt halkıyla batıda işçi sınıfının yan yana gelmesini ve birleşik bir direnişi örgütlemesini sağlamaya yardımcı olacak seçim taktiğidir. Bu, basgeççilikten uzak, "Oyum da desteğim de DEM Parti'ye" demekten ve "gelin sandıkta DEM'lenelim sokakta birlikte direnelim!" diyebilmekten geçer.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)