Ölümlerin durması için

19.01.2024 - 09:02
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Irak’tan sürekli ölüm haberleri geliyor. Her gelen ölüm haberini “mantıklı” bir açıdan kavraması için topluma yoğun bir milliyetçilik şırıngalanıyor. Her asker cenazesine cenazeleri normalleştiren analizler eşlik ediyor. Soğukkanlı yorumcular ekranlarda “önleyici savaş doktrinini” anlatarak bunun, sınırların içinde büyük terör saldırılarının olmaması için ödenen bir bedel olduğuna hepimizi ikna etmeye çalışıyorlar.

Bu strateji kimin çıkarına?

Durumun asker emeklilerinin anlattığı bu kurguyla hiçbir alakası yok. Asker ölümleri, Türkiye’nin sınırlarının dışında gerçekleşiyor. Türkiye’nin sınır ötesi harekâtlarının ise önleyici savaş doktriniyle hiç ilgisi yok. Bölgesel güç oyunlarıyla bir bağlantısı var. Son 20 yıldır ABD’nin gerileyen hegemonyası gezegenin askeri hiyerarşisinde büyük çatlaklara yol açtı. Bu çatlaklar bölgesel güç olmak isteyen ülkeler için atak yapacak fırsat kapıları olarak görüldü. Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan, Mısır, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerin egemen sınıfları bölgede kontrol edecekleri alanları genişletmek için agresif politikalar izlemeye başladı. 

Türkiye’de bu politikanın adı şimdilerde çok sözü edilmese de Mavi Vatan tezi oldu. Özetle, iç güvenlik karada ya da denizde dış güvenliğin sağlanmasından geçer diyen bir politika bu. Bu politikanın özünü, başka ülkelerin alanlarında ve sınırların ötesinde askeri varlığın tahkim edilmesi oluşturur. 1990’lı yıllarda hemen hiçbir bölgesel gücün cüret edemeyeceği bu türden adımlar, ABD’nin küresel hegemonyasının gerilemesi ve bu emperyalist gücün ilgisinin esas olarak Çin’e odaklanmış olması nedeniyle uygulanabilir, en azından cüret edilebilir politikalar haline geldi.

Elbette hegemonyası gerilese de henüz dünyanın “patronu” olma özelliğini kaybetmemiş olan ABD’yle politik gerilimin bir sınırı var.

Bir ihtimal daha var

Bu politika bir zorunluluktan kaynaklanmıyor. Ölümlerin nedeni, beka tehlikesini bertaraf etmek için alınan tedbirler değil. Gerçekte, tarif edildiği türden bir beka meselesiyle karşı karşıya değil Türkiye. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu, bölünmüş de olsa beka kaygısı anlatısı etrafında birleşebilen egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda bölgesel güç olmak isteyen siyasi karar alıcıların askeri yöntemleri tercih etmesi. 

Oysa daha 10 yıl bile olmadı. Başka bir yöntem olarak, ölümlerin olmadığı, cumhuriyet tarihinde diyaloğun, konuşmanın, tartışmanın çözüm için devreye girdiği en çarpıcı an olan çözüm süreci yaşandı. Hem içeride hem de sınır ötesinde güvenliği sağlamanın en iyi yolunun Kürt sorununda diyalog ve çözüm süreci olduğunu, barışçıl adımların arka arkaya atılmasının toplumdaki gerginlikleri bir süreliğine nasıl azalttığını hatırlıyoruz.

Bu süreçten ödü patlayanlar da oldu elbette. Siyasi yelpazenin çeşitli kanatlarından yükselen sesleri duyduk, hatırlıyoruz. Çözüm sürecinin ezilenlere verdiği umut, devletin kadim geleneği açısından ürkütücü bir gelişme olarak yorumlandı. Önce çözüm sürecinin kendisi beka sorunu olarak kodlandı, ardından beka kaygısı devlet ve siyaset alanında yeni koalisyonların şekillenmesine neden oldu. 

Ama bu sürecin hatırasından bile nefret eden milliyetçiler, şu gerçeği unutturamayacaklar: Ölümlerin durması için barışçıl bir yol mümkün. Kısa da sürse çözüm sürecinde denendi, görüldü.

Bazı eylemlerde “barışın kaybedeni olmaz” pankartını taşıyoruz. Bu tam olarak gerçeği yansıtmıyor. Barışın bir kaybedeni var! Onlar kaybediyor; ölümlerden, hamasetten beslenenler. Çözüm süreci bu odaklar açısından, bu beslenme mekanizmasını dağıtma riski taşıdığı için çok tehlikeliydi. Kısacası, beka, kendi çıkarlarının toplamıydı. Ezilenlerin, yoksulların, toplumun ezici çoğunluğunun bekası, esas olarak barışçıl olmayan politikalara karşı tüm ezilenlerin birleşik mücadelesinde.

Şenol Karakaş

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol