Son bir haftada karşı karşıya kaldığımız şey ani bir milliyetçi dalga değil. Son dönem milliyetçi kabarmanın tohumları Rojava'da 12 askerin ölmesiyle atıldı. Tanıdık iddialarla, militarizmin sorgulanması engellendi ve her zamanki beka anlatısı devreye girerek saldırgan bir milliyetçi odak yeniden yeniden inşa edildi. Bu saldırgan milliyetçilik Özgür Özel'e asker cenazesinde birilerinin saldırmasını sağlayacak kadar da kullanışlıydı iktidar bloğu açısından.
Fakat biraz daha önceye gidebilir, seçim sürecine kadar uzatabiliriz son dalganın dip akıntılarını: Siyasette seçimi kazanmak için olmazsa olmaz figürler haline gelerek öne çıkanların Sinan Oğan ve Ümit Özdağ olması göçmen düşmanı havaya denk düşüyordu. 14 Mayıs-28 Mayıs seçim süreçleri, neredeyse "kim daha çok göçmen düşmanı?" yarışmasına dönmüştü.
Ama seçim sürecinin de öncesi var: Hatay'da geçen şubat ayında yaşanan büyük depremden hemen sonra ilk birkaç gün ırkçı saldırı furyası yaşandı. O dönemde, herkesin öfkesini burnundan solduğu koşullarda hemen önü kesildi bu göçmen düşmanı furyanın.
Şunun altını çizmemiz gerekir. Fenerbahçe ve Galatasaray arasında Riyad'da oynanacak maçın etrafında kopartılan ırkçı-milliyetçi hezeyan aralıksız bir şekilde altı sürekli sıcak tutulan göçmen düşmanlığına net bir içerik kazandırdı. Bu son dalga, dönem dönem şişirilen milliyetçi-ırkçı göçmen düşmanlığına net bir hedef gösterdi. Artık, önüne geçilmediği takdirde çok tehlikeli bir boyuta sıçrama ihtimali olan bir Arap düşmanlığı var. Göçmen düşmanlığı Arap düşmanlığına eşitlendi.
30 Aralık Kadıköy’de yapılan Filistin eyleminde basın açıklaması sırasında Suriyeli bir aktivistin Rıfat el-Ariri'nin şiirini Arapça okuması bize yönelik bir ırkçı saldırıyı tetikleyebilir diye uyarıldık.
Dün, bir Geri Gönderme Merkezi'nde tutulan Suriyeli Hassan Muhammed'in bir ihtimal işkenceyle öldürülmüş olması, bu Arap düşmanlığının toplumsal yaşamın her alanında yıkıcı bir etkisi olacağını gösteriyor.
Şiddet uygulayanlar
Türk Usulü Başkanlık rejiminin her bir günü, şiddetin sosyal ilişkilerde ve siyasal gerginlik anlarında istendiği gibi kullanılabilecek bir enstrümana dönüştüğüne tanık olduk. Tabii ki başkanlık rejimiyle başlamasa da bu memlekette şiddet, Pekerler, Çakıcılar, hukukun askıya alınması, mafyaya özel af uygulamaları, kadın cinayetleri, hayvanlara yönelik sistematik şiddet, siyasilerin yumruklanması, şiddete maruz kalan ana muhalefetin "daha bunlar iyi günleriniz" diye tehdit edilmesi, AKP'li "Osman amcanın" Kılıçdaroğlu'nu yumruklaması ve buna rağmen el üstünde tutulması şiddeti olağanlaştıran gelişmeler olarak görülmeli. Göçmenlere yönelik tehdit dili, muhalefet içindeki Neonazi özentilerinin şiddet ve pogrom çağrıları, iktidarın devlet şiddetinin dozunu artırarak göçmenleri yalnızlaştırması siyaset alanını baştan sona şiddete açık hale getirmişti. HDP vekillerinin, Kürtlerin, özellikle Garo Paylan'ın mecliste maruz kaldığı linç girişimlerini de unutmadık.
Şimdi, bir futbol maçından Mustafa Kemal için ayağa kalkmamız gerektiği yönünde bir toplumsal histeri çıkartmaya çalışan muhalefet de gerekirse şiddet uygularız diye gezinmeye başladı ortalıkta. Şiddetin gerekçesi ise bütünüyle ırkçı. Arap olmanın otomatik bir şekilde Mustafa Kemal düşmanı ve hilafet istemek anlamına geldiği yönünde bir hüsnü kuruntu politik alana seslenmede moda yaklaşım haline geliyor.
Elbette iktidar cenahı toplumsal kutuplaşmayı nasıl yalanlarla pekiştiriyorsa, laik görünümlü Arap düşmanlığı da aynı şekilde, yalanları kullanmadan edemiyor. Teyit, Suudi Arabistan’a Kemalizm’i överek ders verdiği iddia edilen uluslararası bazı gazetelerin manşetlerinin Türkiye’deki her türden ulusalcı ve milliyetçinin aktardığı gibi olmadığını teyit etmiş.
Örneğin milliyetçilere göre Marca gazetesi “Her şeyi parayla satın alabileceğini düşünen Arabistan Türk kulüplerinden tokat yedi." manşeti atmış. Ama gerçekte yaptığı haber şöyle: “Türkiye Süper Kupası'nda skandal: Galatasaray ve Fenerbahçe maça çıkmayı reddetti.”
L'equipe gazetesi, Türkiye’deki milliyetçi yalancılara göre "Suudi saltanatına Türk yumruğu." manşetini atmış. Teyit düzeltiyor. Gerçek manşet şöyle: "Galatasaray-Fenerbahçe Türkiye Süper Kupa maçı iptal edildi."
Yomiuri Shimbun "Dünya lideri Atatürk’e saygı duyacaksınız." Diye manşet atmış yalanı servis edildi. Oysa Teyit’e göre “Japonya’nın önemli gazetelerinden Yomiuri Shimbun’da konuyla ilgili bir haber bulunmuyor.”
En “güzel” yalanlardan birisi şu: A Bola gazetesi milliyetçi yalancıların iddiasına göre “Tarihi parayla satın alamazsınız.” Manşeti atmış. Oysa gazetenin manşeti sadece şöyle: "Takımların oynamayı reddetmesi üzerine Riyad'daki Türkiye Süper Kupası iptal edildi."
İnsan rüyasında bile gerçeklerden bu kadar kopamaz ya da gerçeği bu kadar çarpıtamazken, bu yalana doymazlığın tek nedeninin yalancılık olmadığı, sistematik bir şekilde işlenen, ayrıntılı bir şekilde planlanan ve hayata geçirilmeye çalışılan bir amacı olduğu ortada.
Milli kardeşler: Müslüman-milli, Milli-Müslüman
Bu dönemde yaşanan ve merkezinde Arap düşmanlığı olan, bir yandan da laik-dindar bölünmesi üzerinden yeni bir bölünmeyi bir kez daha pekiştirerek inşa eden dalga, milliyetçinin milliyetçiyle kavgası biçimini alıyor. Farklılık kimin, milliyetçiliği hangi sınıra kadar dayandırdığında düğümleniyor.
Neden sol saflarda Filistin'le dayanışma eylemlerinin güçlü bir şekilde örgütlenemediği sorusunun yanıtı burada gizli. Sol hem seçim sonrası bir yıkım yaşıyor hem de bu kutuplaşmada daha çok laik saflarda göçmenlere mesafe koyan, yer yer Araplara karşı milliyetçilik yapan bir hattı sahipleniyor.
Bu yüzden ne Rojava'da operasyon düzenleyenler ve bunu savunanlar Filistin halkının yanında olabilir, ne de Arap düşmanlığını solculuk sananlar Filistin halkıyla dayanışma örgütleyebilir.
Ne İsrail'le ikili anlaşmalarını askıya almayan ve devletin merkezine en yakında duran insanların çevresindekilerin ticari faaliyetlerini durdurmayan iktidar cenahı Filistin halkının yanında olabilir ne de iktidarın işine yarar korkusunu tetikleyen Araplara ve göçmenlere mesafeli ulusalcı sosyalistler ya da doğrudan ırkçılık yapanlar Filistin halkıyla, göçmenlerle dayanışabilir.
Sahte bir laiklik rüzgarıyla Arap düşmanlığını aynı potada eriten muhalefetin birleşik bir görüntü içinde olmasında umuda kapılacak tek bir zerre demokrasi, enternasyonalizm ve halkların eşit koşullarında kardeşliği yaklaşımı yönünde bir işaret yoktur.
Milliyetçilik, milliyetçiliktir. O kadar.
Irkçılık, ırkçılıktır, daha az bir şey değildir, olduğu şeydir, küçümsemeye çalışmak, olduğundan daha az tehlikeli göstermek kabul edilemez.
Arap düşmanlığı, Arap düşmanlığıdır. O kadar.
Buradan ırkçı, kelimenin tam anlamıyla kokuşmuş politikalara sahip bir muhalefet çıkar. Bu ise AKP’ye karşı birlik içinde olduğunu düşünebilir ama AKP ile birleşik bir şekilde davranan devlete ırkçı-Arap düşmanı-ulusalcı bir mevziden destek olmanın dışında hiçbir işe yaramayan bir muhalefet olur. AKP ile özdeşleştirdiği Araplara, göçmenlere bileylenirken devletine, devletin kadim geleneklerine, 100. yıla övgüler düzen bir sağcılık, hızla sol içinde hegemonik güç olur!
Bu kutuplaşmayı aşacak olan antikapitalist bir göçmen dayanışma ağını/ırkçılık karşıtı ağı, Filistin'le dayanışan bir savaş karşıtı ağı ve yoksulluğa karşı antikapitalist bir mücadele hattını aynı anda inşa etmektir.
Kutup içinde kutup
Kutuplaşma içinde bir başka kutuplaşma daha yaşanıyor. Genel olarak bir laik şeriatçı bölünmesi derinleştirilirken, laikler arasında da radikal sağcı milliyetçi-radikal sol kemalist milliyetçi kutuplaşması şekilleniyor. Bir tarafta Ümit Özdağ, öbür tarafta TİP. Erkan Baş’ın Riyad’da oynanacak Süper Kupa maçıyla ilgili yaptığı açıklamalar sol adına utanç vericidir.
Şu anket çok dikkate değer: Bu aralık ayı itibariyle, kararsızlar dağıtılmış seçim anketi sonuçlarına göre AKP yüzde 32, CHP yüzde 22, MHP yüzde 10, Yeşil Sol yüzde 8, Zafer Partisi yüzde 6, İyi Parti yüzde 4,n TİP yüzde 4, Yeniden Refah yüzde 4.
14 Mayıs seçiminin ardından 8.5 ayda AKP, 3.5, CHP 3.5, İyi Parti 5.5 puan kaybederken Zafer Partisi 3.8, Yenide Refah 1.2 TİP 2.3 puan kazanmış.
Bu kutuplaşmaya, işçi sınıfının birleşik mücadelesini inşa etmek için sınıf mücadelesinin her bir dinamiğini, anını, fırsatını değerlendirerek yanıt vermek zorunda olduğumuz bir dönemdeyiz.
Şenol Karakaş