Kişisel olarak iki çok önemli yoldaşımı kaybettiğim bir yıl. Birisi 2000’lerin başından beri birlikte mücadele ettiğimiz Aynur Karaş. Beynindeki çözümü olmayan bir hastalık nedeniyle yaşamını kaybetti. Diğeri, bizim politik geleneğimizin köşe taşlarından birisi olan Roni Margulies. Bir çoğumuzun hâlâ onun kaybıyla yüzleştiği söylenemez. Bu iki yoldaşımız bu sahneden çekildiklerinde arkalarında büyük boşluklar bıraktılar.
Bu boşlukların nasıl dolacağını çoğumuz için zaman gösterecek.
Gazze’nin direndiğini görmek
Ama politik olarak 2023 yılı bazılarının iddia ettiği gibi umutsuzluk dolu bir yıl değildi. Çok kanlı bir şekilde sona eriyor. Gazze İsrail tarafından yakılıp yıkılıyor, bu doğru. Ölü sayısı 30 bin olarak tahmin edilmeye başlandı. Ölenlerin yüzde 60-70’inin çocuklar ve kadınlar olması katliamın yıkıcılığını daha iyi gösteriyor. Ama, Gazze, sadece Gazze’nin yıkımından ibaret değil. Saldırı silsilesinin her bir anından İsrail meşruluğunu yitiriyor. Filistin’e Özgürlük Platformu’nun 30 Aralık’ta yaptığı basın açıklamasında vurgulandığı gibi durum:
Tüm dünyada milyonlarca insan Gazze’yle dayanışmak için harekete geçti. Ses çıkartıyor, kendi hükümetlerine baskı yapıyor, dayanışma ağlarını örgütlüyor, İsrail’le askeri anlaşmaların dondurulması için yüz binlerce insanın katıldığı eylemler örgütlüyor. Dünyanın birçok yerinde işçiler, kadınlar,
akademisyenler, sanatçılar, sinemacılar, gazeteciler Gazze’yle dayanışmanın gündemde kalması için bedel ödemeyi göze alarak direniş gösteriyor. Bu çabaların sonucunda, üç hafta önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun ezici bir çoğunlukla kabul ettiği karar tasarısı, “İvedilikle insani ateşkes çağrısı” yapıyor. Sivillerin korunması konusundaki uluslararası yükümlülükleri hatırlatıyor ve “insani yardıma erişimin sağlanmasını” talep ediyor.
Gazze için küresel eylemler sayesinde, ateşkese dair BM Genel Kurulu’nda 27 Ekim’de oylanan ilk kararda 121 ülke lehte oy kullanmışken, aralık ayında Gazze’den yana olan ülke sayısı 153’e yükseldi.
İsrail ve ABD’yi yalnızlaştıran, tüm dünyada Gazzelilerin çektiği ıstırabı yüreğinin en derinlerinde hisseden milyonlarca insanın umut veren eylemleridir. Bizler de bu milyonların parçasıyız.
İsrail, kibri nedeniyle göremediği bir sonuca doğru gidiyor. Politik olarak çoktan mağlup oldu. Şimdi pratik olarak da yenilmesini sağlamak lazım.
Türkiye’de 6 öğenin belirleyiciliği
Geçtiğimiz yıl Türkiye’de altı öğe belirleyici oldu. Şubat ayındaki felakete dönüşen Maraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde arka arkaya yaşanan iki deprem. Diğer neredeyse tüm yıla yayılan 14 Mayıs-28 Mayıs seçim süreci ve tartışmaları. Önemli bir olay da yılın tümüne yayılan hukuk skandalları ve yargının bir yıldırma aracı olarak kullanıldığını gösteren olgulardı. Bu aynı zamanda iktidarın otoriter eğilimlerinin dozunu artırmasının da göstergesiydi. Yıl boyunca LGBTİ+’ların düşmanlaştırılmadığı bir tek gün geçmedi. Elbette yıla damgasını vuran asli sorun seçim süreci nedeniyle iktidar gemiz azıya alamasa da toplumun büyük çoğunluğunu ezen yoksulluktu. Geçmekte olduğumuz yıl iktidarın ekosisteme yönelmiş ağır saldırılarıyla da belirlendi. Orman katliamı, zeytinliklerin yok edilmesi ve Akbelen’de direnen köylülere saldırılar gündemin merkezine oturdu. Ama 2023 Türkiye’de aynı zamanda yoksulluğa, ırkçılığa, göçmen düşmanlığına, ekosisteme yönelik saldırılara ve özgürlüklerimiz üzerindeki baskılara karşı mücadelenin de yılıydı.
Özellikle deprem ve seçimlerde alınan yenilgi muhalefeti ışığa yakalanmış tavşan gibi paralize etti. Fakat deprem günlerinde bile büyük bir dayanışma ağı, insanların yardım etmek için ellerinden geleni vermesi ve işçi sınıfının binlerce kahramanca girişiminin örneklerini gördük. Bu deneyimin parçası olduk. Dayanışmanın gücü, cezaevlerinde bile kendisini hissettirmişti. Gezi davasından haksız bir şekilde tutuklu bulunan Osman Kavala şu açıklamayı yapmıştı: “Yaşadığımız devasa felaketten sonra gelişen büyük sivil dayanışmanın, kardeşlik ruhuyla birlikte, eşit yurttaşlık anlayışının yaygınlaşmasına, insan hayatı ve insan haklarına yönelik duyarlılığın güçlenmesine büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. Depremzede kardeşlerinin acılarını paylaşmak ve hafifletmek için seferber olan tüm dayanışma gönüllülerine başarılar diliyorum. Onların arasında olamamaktan büyük üzüntü duyuyorum.”
Sandıktan başını kaldırmazsan…
Seçimlerden önce yaptığımız vurgular ne yazık ki yeteri kadar duyulmadı. İktidarı sadece sandığa endekslenmiş bir çabayla yenebileceğini düşünmek ve bu nedenle sokağa çıkmanın, kitleselleşmenin imkânlarını sürekli es geçip toplumsal öfkenin örgütlenmesine yardımcı olmak yerine set çekmek sandık mağlubiyetinin kapısını aralayan asıl etmen. Defalarca Ankara’da milyonların gövde gösterisi yaptığı bir hareketin, seçimi garanti altına almanın da biricik yolu olduğunu vurguladık.
Seçimleri çantada keklik gören tüm muhalefet seçim sonuçlarının ardından derin bir bunalıma girdi. CHP karıştı, İYİP hâlâ iç kargaşa içerisinde, irili ufaklı sol örgütler, Kürt siyasal hareketi ağır bir mağlubiyet duygusunu ve politik ve örgütsel bir krizi aynı anda yaşamaya başladı.
Bu durum iktidarın yıllardır pervasızca gerçekleştirdiği bir dizi alandaki saldırıda elini daha rahat hissetmesine neden oldu. Seçimin en büyük kaybedeni AKP, muhalefetin krizinin arkasına saklanmayı başardı.
Ama Erdoğan’ın işinin hiç de kolay olmadığı ortada. Bunun görülmesini engelleyen de muhalefetin karalar bağlamış bir şekilde kriz içinde debelenmesi.
Hem Kemalizm hem AKP’cilik!
Sol içinde, açıktan bir milliyetçilik savunusu giderek olağanlaştı. Suudi Arabistan, Fenerbahçe, Galatasaray derken, bir milliyetçilik kabarması yaşanıyor ve soldan hiç beklenmedik isimler de bu milli hisleri anlamlandırmaya çalışıyor.
Irkçılık anlamlandırılmaya çalışılmaz, ırkçılıkla mücadele edilir!
Özellikle Suriyeli göçmenleri düşmanlaştırırken kullanılan aynı söylem, Suudi Arabistan’ı eleştirirken bir ve aynı şekilde kullanılıyor. Bir devletle yaşanan ve ne Türkiye’de yaşayan halkları ne de Suudi Arabistan’da yaşayan halkları hiçbir şekilde bağlamayan bir para anlaşması ve futbol maçı Arap düşmanlığını pekiştirmek ve yaygınlaştırmak için kullanılıyor.
Tıpkı İsrail Gazze’ye saldırdığında İsrail devletini değil Yahudileri suçlayan ırkçılar gibi sorun Suudi Arabistan devletine değil Arap halklarına fatura ediliyor.
Bunu yaparken gerçekten küfür ederek Arapları aşağılayan aşağılık ırkçılar sanatçı maskesinin arkasına gizlenmeye devam edebiliyorlar ama bazı ulusalcı sol örgütler, 100. Yıl coşkusuna da pas atarak Erdoğan iktidarını bu açıdan eleştirmenin kolaycılığına kapılıyorlar.
Kemalizmin çeşitli tonlarından solculuk çıkartmaya çalışıyorlar. Kemalizm’den solculuk çıkmaz. Kemalizm bu devletin kurucu ideoloji olduğunu unutunca, iktidarı eleştirmekle devletle yan yana düşmek üstelik kim iktidar kim devlet tümüyle zihinlerde karıştırarak kaçınılmaz oluyor.
Bu solda geriye parlamentarizm, Kemalistleşme ve Arap düşmanlığı kalıyor.
Arap düşmanlığı, Erdoğan’a karşı verilecek mücadelenin bir aparatı olamaz. İktidarı Arap düşmanlığıyla, ırkçı kutuplaşmalarla köşeye sıkıştıracağınız sanmak, son kullanım tarihi dolmuş bir hedef şaşırtmacadır.
AKP’ci eğilimlerle iki kardeş
Sol içinde bir başka eğilim de muhalefet eleştirmeyi solculuk sanan kolaycılık. İktidarın gönlünü hoş tutmak da solculuk değildir. Üstelik, Erdoğan karşıtlığını Arap düşmanlığına çevirenlerle muhalefet karşıtlığını muhalefetin tabanına düşmanlığa çevirenlerin ortak bir noktası var: kitleleri aşağılamaktan özel bir zevk alıp, aziz Nesin’in söylediği iddia edilen bu halkın yüzde 60’ esprisine alttan alta sempati beslemeleridir.
Örneğin İzmir’de deniz taşıp şehir merkezinde sahil yollarını su bastığında, bu iktidarı hoşnut tutan eğilim, hızla hep aynı partiye, bu durumda CHP’ye oy veren kitlelerin bağnazlığına bağlar sorunu. Depremde bölgede içki içenleri suçlamak gibidir oysa bu yaklaşım. Kaldı ki belediyenin sorumlusu olduğu bir krizin sorumluluğunu belediye seçimlerinde o başkan adayına oy verenlerin bağnazlığına bağlamak, halkı aşağılayan meşhur ikamesi eğilimin bir göstergesidir.
Benzer bir ikiz kardeşlik kanıtı Filistin’e yönelik işgal sırasında da yaşanıyor. Solun bir kesimi HAMAS direnişin etkili gücü olduğu için Filistin’de yaşanan yıkıma güçlü bir şekilde ses çıkartmıyor. HAMAS’ın olduğu yerde laikliğin derdest edileceğini düşünüp küresel sınıf mücadelesinin bam teli olan Gazze işgaline hemen hemen sessiz kalıyor.
Fakat solun bir kesimi de Filistin’de özgür bir yaşam kurulması için her dinden, her ulustan, her dilden Filistinlilerin birlikte yaşayabileceği demokratik Filistin devletinin mevcut korsan devletin yerini almasından geçtiğini kavrayamıyor. Emperyalistlerin ve Siyonistlerin on yıllardır toplumu dinsel temelde bölmesi ve sistemli ayrımcılığa uğratması karşısında, her inanç ve inançsızlıktan işçi sınıfının birliğini sağlamak için de laik bir Filistin’i savunuyoruz.
Türkiye’de, uzun yıllar devlet eliyle yaratılıp yeşertilen “Sünni-devlet” dinini, sadece Sünni müslümanlara değil, Alevilere, Müslüman olmayan inanç sahiplerine, ateistlere; yani aslında toplumun bütününe dayatan Kemalist rejimin bıraktığı tortunun korkunç olduğu su götürmez. Yıllarca, “devletin bireylerin inançlarına karışmasının” en bariz örneği olan başörtüsü yasağından, Cem evlerinin ibadethane statüsüne, azınlık bırakılanların fişlenmesinden askeri darbelere varan demir yumruğu ile devlet inanç-inançsızlık özgürlüğüne saldırırken; bu saldırılara “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganları eşlik etti.
Bugün Türkiye’de işçi sınıfının en büyük bölünmüşlüklerinden biri “laik-şeriatçı” ekseninde yaratılmış olan ayrım olmaya devam ediyor. Biz bu ayrımda taraf değil, işçi sınıfının birleşik hattını savunan bir mücadelenin önemine yılladır vurgu yapıyoruz. Bu nedenle laikliği, devletin dindarlara karşı mücadelesi olarak görmüyoruz. Laikliği devletin hiç bir inanç ya da inançsızlığa müdahale etmediği ve dolayısıyla işçi sınıfını bölen dinsel ayrımların ve dinin egemen sınıfın elinde bir araç haline dönüşmesinin önüne geçen bir kazanım olarak görüyoruz.
Kemalist devletin eliyle yeşermiş ve Stalinizm’in büyük bir kıskançlıkla sahiplendiği “devlet laikliği”nin ise laiklikle ilgisi olmadığı gibi, bu slogan yıllar boyunca özgürlüklere saldırı için kullanıldı.
Filistin’de ise, on yıllardır İsrail rejimi tarafından yaratılan ayrımcı devlet yapısının ve din farklılıklarının “doğal çatışma sebebi” olduğuna yönelik propagandanın karşısında laik bir Filistin’i savunmak sadece işçi sınıfının birliğini savunmak anlamına gelmiyor aynı zamanda Bu yüzden Uluslararası Sosyalistler İsrail’in soykırımcı girişimi karşısında yaptıkları açıklamada, “Filistin ulusal hareketinin, İsrail topraklarında ve İşgal Altındaki Topraklarda Arapların, Yahudilerin, Müslümanların, Hıristiyanların ve hiçbir dine mensup olmayanların eşit haklara sahip olarak barış içinde bir arada yaşayabilecekleri laik demokratik bir devlete ilişkin özgün vizyonunu destekliyoruz.”
Laik, demokratik, özgür bir Filistin talebi Filistin halkının direnişinin talebi., Türkiye’deki darbeci geleneği laiklikle özdeşleştirecek kadar tüm tartışmalarda pusulayı kaybedenlerin bu açıdan Türkiye laiktir kalacak diyenlerden bir farkları olamıyor. Ulusalcıların laiklik sandığı darbeciliği gerçekten laiklik sanmaktan vaz geçmek lazım. Türkiye hiçbir zaman laik olmadı. Devletin din özgürlüğünü boğması değildir laiklik. Tüm dini grupların ve dini olmayan grupların özgürlüğünü garanti altına almak üzere bu alandan tümüyle çekilmesi, müdahale etmeye son vermesidir.
Küresel düzeyde iklim krizi, göçmen düşmanlığı ve ırkçılık, LGBTİ+ düşmanlığı, emperyalist bloklar arasındaki gerilimler ve bunun Ukrayna ve özellikle Filistin’de aldığı savaş ve işgal biçimleri, küresel kapitalizmin her tökezlemesinde ortaya çıkan faturanın milyarlarca emekçiye ödetilmeye çalışılması ve ABD’nin başını çektiği blokla Çin’in başını çektiği bloğun emperyalist gerilimleri 2023’e damgasını bastı.
Bir yandan iklim krizine karşı mücadele, bir yandan ırkçılığa karşı göçmen dayanışma ağları, işçi sınıflarının bir çok ülkede isyan dalgaları ve grevleri, özellikle Filistin’de soykırımı durdurmak için onlarca ülkede ve şehirde yüzbinlerce insanın katıldığı eylemler, 2023’ün umutsuzluktan ibaret olmadığını gösterdi. Umutsuz olma lüksü olanlara, Erdoğan’ın da sayısız kriz başlığı altında kalma ihtimalinin çok büyük olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bunun için, Erdoğan’ın yenilebileceğini kavramak çok önemli.
Açık ki 2024 boyunca bu tespitin altını sık sık çizmek zorunda kalacağız.
Şenol Karakaş