Yılın ilk altı ayında şirketlerin elde ettiği kârlar, hepimizin aynı gemide olduğu yalanının tekrar öne sürülmesine yol açtı. Hayır, hepimiz aynı gemide değiliz. Patronlar lüks mevkide kaptan köşküne emirler yağdırırken, emeğini satarak yaşamaya çalışanlar denizin ortasında boğulmaya yüz tutmuş durumda.
Bugün haber sitelerinde Akbank’ın yılın ilk altı ayında 31 milyar TL net kâr elde ettiğine dair bir haber vardı. Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil, depremin olumsuz etkilerine rağmen Türk ekonomisinin yılın ilk yarısında istikrarlı büyüme eğilimini koruduğunu kaydetmiş. Haberin devamında da dudak uçuklatan rakamlardan oluşan bir dizi kârlılık ve sermaye verileri yer alıyordu. Diğer dev şirketlerden gelen kârlılık verileri de bundan pek farklı değil.
Aslında ilk bakışta sevindirici, güzel bir habermiş gibi görünüyor. Türkiye ekonomisi deprem felaketine rağmen istikrarlı büyüme eğilimini korumuşmuş. Hani bu ülkede yaşamasak, helal olsun, ne güzel diyeceğiz ama, aması var işte… Genel Müdür Hakan Bey, Türkiye derken elbette bu ülkede yaşayan milyonlarca işçinin ve emekçinin ekonomik istikrarından söz etmiyor. Kendi bankasından, bankasının bağlı bulunduğu dev holdingden ve diğer dev kapitalist şirketlerden söz ediyor. Türkiye, onun için Sabancı topluluğu demek, diğer kapitalist para babaları demek.
Oysa işçiler madalyonun öbür yüzünü yaşıyor. Hemen her gün iğneden ipliğe gelen zamlar, füze gibi artan kiralar, bir küçük şişe suyun fiyatının 7,50 TL’ye yükselmesi, emeğini satarak geçinmeye çalışan milyonları çıldırtmak üzere. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) verilerine göre halkın tüketici kredisi ve bireysel kredi kartlarına olan toplam borcu 2 trilyon liraya koşuyor. TL'deki değer kaybının devam etmesiyle dibe vuran alım gücü, halkın her geçen gün daha da borca girmesine neden oluyor. BDDK'nın yılın 7 Nisan haftasına ait verilerine göre halkın borcu bir haftada 7 milyar 860 milyon TL artışla 1 trilyon 857 milyar 108 milyon TL'ye ulaştı. Bu dev borçların ezici kısmının işçilere ait olduğuna şüphe yok.
İşçilerin zamlar ve hayat pahalılığı karşısında yükselen öfkesini başka yöne kanalize etmek isteyen egemenler, uzun zamandan bu yana her türlü demokratik hak arayışını şiddetle bastırarak, hak ve özgürlüklerin peşinde koşanları mevcut kötü gidişatın sorumlusu ilan ediyorlar. Bunun en bariz örneği, LGBTİ+’lara yönelik olarak düzenlenen nefret kampanyaları. LGBTİ+’lar sadece varoluşları yüzünden her gün hedef tahtasına konuyor, dış güçlerin maşası oldukları vurgulanıyor, toplumun temeli olduğu iddia edilen aile kurumunu tahrip etmeye çalıştıklarını, bunun da kötü gidişata hizmet ettiğini ilan ediyorlar. Sadece LGBTİ+’lar değil elbette, Cumartesi Anneleri’nin hak arayışı her hafta gözaltılarla engelleniyor, İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesini isteyen kadınlara saldırılıyor, Limak Holding’in orman katline karşı çıkan köylülere biber gazı sıkılıyor. Mülteciler ise zaten baş düşman ilan edilmiş durumda. Sokak hayvanları bile hedef gösteriliyor, katlediliyor. Bu listeyi çok daha uzatmak mümkün. Sorsanız, her şey hak arayanlar yüzünden olduğunu söylüyorlar.
Herkesin ağzından neden kimse ses çıkarmıyor, neden kimse harekete geçmiyor cümleleri dökülüyor. Bu kadar büyük bir baskı ortamında şiddet görme korkusunu, işsiz kalma korkusunu yenmek kolay değil. İşçi sınıfının örgütlü gücü olan sendikalar, hak arama mücadelesinde uzun zamandır pasif kaldığı için işçilerin güvenini yitirmiş durumda. Sendikaların üye sayısı düşüşte. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) raporlarında sendikal haklar açısından en kötü on ülke arasında yer alan Türkiye’de, sendikalaşma oranı 2022’de de dipte gezdi. Özel sektörde çalışan 14.5 milyon kayıtlı işçinin yalnızca yüzde 7’si sendika üyesiyken, kayıt dışı çalışan tahmini 2.5 milyon Türkiye vatandaşı işçi ile yaklaşık 1 milyon göçmen işçi sendikanın yanına dahi yaklaşamadı.
Ancak bütün bunlar umutsuzluğa kapılma nedeni değil. 2022’nin ilk iki ayında bir yasa dışı grev dalgası yaşanırken, büyük çoğunluğu sendika üyesi bile olmayan yaklaşık 24 bin işçi ve memur, iki ay içinde toplam 108 grev yaptı. Grevlerdeki temel talep yüksek enflasyon karşısında eriyen ücretlerin artırılması olurken, bugün DİSK başta Ankara, İstanbul ve İzmir’de olmak üzere birkaç ilde hükümeti uyaran basın açıklamaları yaptı. Hedef tahtasındaki LGBTİ+’lar ve kadınlar, 8 Mart’ta ve Onur Ayı’nda bütün baskılara rağmen sokaklarda mücadele ettiler. Akbelen’deki orman katli her yerde büyük bir öfke uyandırdı ve bölgede direniş sürüyor.
Toplumsal hareketlerin ne zaman patlak vereceği önceden kestirilemez. Bugün başı önünde ay sonunu nasıl getireceğini düşünen işçiler, yarın bardağı taşıran son bir damlayla sokaklara dökülebilir, en pasif sendikalar bile üyelerinin baskısıyla sokakta mücadele çağrısı yapabilir, toplumun ezilen diğer kesimleriyle birleşerek sömürü düzenine karşı ayağa kalkabilir.
Burada anahtar kelime birleşmedir. İşçilerle toplumun diğer ezilenleri arasında çelişki olmadığını, LGBTİ+’ların, kadınların, Kürtlerin ve ezilen halkların, Alevilerin, mültecilerin, hayvan hakları savunucularının mücadelesinin çıkarlarının sınıf mücadelesinin çıkarlarıyla birebir örtüştüğünü, bunların bizatihi sınıf mücadelesi olduğunu anlatan ve bunun mücadelesini ezilenlerin yanında ve içinde veren antikapitalist bir sol odağın inşası için harekete geçmek, bir saniye bile vakit kaybetmemek gerekir.
Atilla Dirim