Seçim sonrası muhasebe ve muhalefet partilerinin iç krizleri hala devam ediyor. CHP ve HDP/YSP kongrelerinin takvimleri işlemeye başladı.
Erdoğan’ı bir kere daha yenememiş olmanın yarattığı çaresizlik duygusu muhalefet içinde hızlı bir iç hesaplaşma, iç gerilim, iç çatışma ve bölünme süreçlerini tetikliyor.
Oysa, karşımızda birleşik bir egemen sınıf yok!
Şimdilik birleşik görünen ama en kısa sürede defoları ortaya çıkacak bir iktidar da yok.
Erdoğan’ın faiz “teorisinin” en aykırı ismi ekonominin başına getirildi. Gerilim daha ilk günden başladı.
Üstelik, 14 Mayıs seçimlerinin en büyük kaybedeni, AKP’dir.
Devlet ittifakının en büyük gücü ama seçimin en büyük kaybedeni.
Önümüzdeki her gün, her hafta AKP’nin gerilemesini daha da hızlandırmak için her fırsatı değerlendirmeliyiz.
---
Reformizme kilitlenmiş muhalefet anlayışı, cumhurbaşkanlığı seçimlerini altın tepsiyle Erdoğan’a sunmak anlamına geldi. Muhalefet içinde çeşitli liderlikler iğneyi de çuvaldızı da kendilerine batırmaya devam edebilirler ama işçi sınıfının geniş kesimlerinde, ezilenlerde, Kürtlerde, hakları yenen milyonlarca insanda birikmiş olan öfkenin buhar olup uçtuğunu düşünmemek lazım.
Yoksulluğa, hayat pahalılığına karşı öfke derinleşerek sürüyor. Milyonlarca insan seçimlerin sonucu ne olursa olsun ekonomik olarak eziliyor. Yeni bir araştırma, “İstanbul'da yaşamın maliyetinin geçtiğimiz yıla göre yüzde 63,86 arttığını gösterdi. Haziran ayında dört kişilik bir ailenin ortalama yaşam maliyeti 35 bin 380 lira olurken bu rakamın geçtiğimiz aya göre bin 873 lira arttı.”
Dört kişilik bir ailenin her ferdi asgari ücretle çalışsa bile temel yaşam maliyetini karşılaması mümkün değil.
Zenginle fakir arasındaki uçurum hızla artmaya devam ediyor. Yerel seçimler nedeniyle ekonomik saldırı daha düşük bir dozda gerçekleşiyor. Ama bir aşamadan sonra bu saldırının dozajının artacağına ve iktidarın, işçi sınıfının boğazındaki son lokmayı almak için ısrar edeceğine tanık olacağız.
---
Ana akım siyasetin hemen bütün önde gelen temsilcileri açık bir göçmen düşmanlığı yapıyor.
Göçmen düşmanlığının egemen sınıf ve devlet açısından birkaç işlevi var. Bunlar arasında en önemlisi, ezilenlerin kendi içinde hedef şaşırtması. Gerçek düşmanın kimliğini gizlemenin en elverişli yolu, sorunların kaynağı olarak en dezavantajlı toplumsal kesimleri göstermektir. Bu, aynı zamanda örneğin iktidarın ekonomik saldırısı karşısında işçi sınıfının birleşik bir mücadele vermesinin önündeki en önemli engellerden biridir.
İktidarın göçmenleri korunaksız bırakması, muhalefetin iktidar karşıtlığını göçmen düşmanlığı üzerinden dile getirmesi, muhalefetin ırkçı kanadının ise siyasal ve örgütsel aktivizminin temeli olarak göçmen düşmanlığını kullanması göçmenler üzerindeki baskıyı her gün tırmandırıyor.
LGBTİ+lara dönük devlet merkezli nefret
Nasıl ki kapitalizmden söz etmeyen birisinin faşizmden söz etmesinin de bir anlamı yoksa, bugün mücadelenin en merkezi konularından birinin LGBTİ+’lara dönük nefret yüklü saldırganlık olduğunu görmek zorundayız.
Saldırı çok boyutlu olarak devam ediyor. Doğrudan polis müdahalesi, müdahale sırasında uygulanan şiddet, içe kapalı LGBTİ+ gündemli toplantıların yasaklanması, basılması, film gösterimlerinin yasaklanması devletin LGBTİ+’lar üzerinde tepinmeye devam edeceğini gösteriyor.
Aynı zamanda aşırı sağcılar bu düşmanlık üzerinden örgütleniyor, güç topluyorlar.
LGBTİ+’lara yönelik saldırı, sıradan bir yasakçı zihniyet pratiği değildir. Bu saldırı, demokrasiden arta kalan her toplumsal öğeye, alana yönelik topyekun bir imha girişiminin kapısının aralanmasıdır. Üstelik, bu aynı saldırı hem işçi sınıfını bir kez daha bölmek için hem de işçi sınıfı karşıtı tüm güçlerin pazularını şişirmek için ele alınıyor. Bir yandan da doğrudan faşist tehdit LGBTİ+’ları hedeflerken, işçi sınıfına sıranın her an kendisine geleceğini de ilan etmiş oluyor. Bir eylemde bir LGBTİ+’ya yönelik şiddet ne kadarsa, o kadar kalmış olan özgürlüklere yönelik topyekun bir göz dağıdır!
Küresel kadın endeksinde gerilerken
Dünya Ekonomik Forumu tarafından açıklanan Küresel Kadın Endeksi’ne göre Türkiye, 146 ülke arasında 129'uncu sırada yer alıyor. Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet, kadın emekçilerin ücretlerinde ayrımcılık, neoliberal saldırganlığın koçbaşlarından biri.
Kürtaj hakkından nafaka hakkına kadar, kadınların zaten baskı altında olan bir dizi kazanımı şimdi daha büyük bir tehdit altında.
Üstelik iktidar tıpkı LGBTİ+’lara yönelik olarak yaptığı gibi kadınların haklarını da toplumsal kutuplaşmayı laik-dindar sarmalı içinde yoğunlaştırmak için kullanıyor. Muhalefetin ulusalcı kanadı da bu kutuplaştırıcı tartışmanın üzerine hızla atlıyor.
Kürtler, demokrasi ve özgürlükler
Seçimde alınan sonuçlar özellikle Kürtlerin kabahatiymiş gibi bir propaganda artık geleneksel hale gelmiş ulusalcı koronun ortak görüşü haline geldi. Muhalefetin Kürt halkını ya meclise sıçramasına yarayacak bir toplumsal güç ya da kendisine oy verecek bir kitle olarak görmesi ve Kürt hareketleriyle ilişkisini çeşitli şartlara bağlaması Kürtlerin seçim sürecinde verdiği tüm sözleri tuttuğunu gölgelemeye yarıyor.
Çözüm sürecinin ardından büyük bir şiddet dalgasıyla karşı karşıya kalan Kürt halkının asli talepleri durduğu yerde duruyor ve milyonlarca insan bu talepleri sık sık haykırmaktan geri durmuyor.
Sadece Kürtler üzerinde değil demokratik alanın her bir hücresi üzerinde, gazeteciler, avukatlar, sağlık çalışanları, yazarlar, sivil toplum aktivistleri, kadınlar, LGBTİ+’lar, KHK’lılar, barış imzacıları, HDP üye ve yöneticileri, Cumartesi Anneleri, iklim aktivistleri, derelerini, ormanlarını korumak isteyen insanlar, insan hakları aktivistleri…herkesin üzerinde, her eylemin üzerinde baskı uyguluyor ve eylemlerin serpilip gelişmesini engellemeye çalışıyorlar. Çalıştıkları bir konu da farklı mücadele alanlarının yan yana gelmesini engellemek.
Bu yüzden, önümüzdeki günlerde tüm direnişlerin yanında olmak, kaç kişi katılıyor olursa olsun tüm direnişlerin kazanması için çabalamak, direnişler arasında köprüler kurmak ama en önemlisi işçi sınıfının örgütlü güçlerinin eyleminin gelişmesi için kolları sıvamak özel bir öneme sahip. Bu hareket tüm ezilenlerin demokratik kürsüsü işlevini görebilir.
‘Özgürlük işçilerle gelecek’ sloganının anlamı buradadır.
Şenol Karakaş