Seçimlerin ardından başlayan ve bir yenilgi havasının ifadesi olan özeleştiri patlamasına son vermek gerekiyor. Egemen sınıf, devlet ve AKP liderliğinin en çok istediği şey muhalefetin moral bozukluğu içinde bitmek bilmez özeleştirilerle bir yenilgi muhasebesi yapmasıdır.
Normal bir seçim yarışı yaşanmadı
Nedense herkes olağan koşullarda bir seçim yarışı yapılmış gibi düşünüyor. Oysa, kendi kanunlarına göre aday olması imkansız olan birini, Erdoğan’ı, kendi kanunlarını çiğneyerek cumhurbaşkanı adayı yaptılar.
Bu, seçim yarışının hangi koşullarda yaşandığını anlamaya yardımcı olmuyorsa şunu da hatırlayabiliriz: Hakemin boksörlerden birisinin ellerini kollarını bağladığı, gözlerini bantladığı, bu da yetmemiş gibi lehine şike yaptığı boksör kaybedecek gibi olduğunda oyunun kurallarının değiştirildiği bir boks maçı gibiydi adeta.
HDP’ye, sola yönelik baskı, muhalefet temsilcilerinin çelik yelekler giyerek seçim mitingleri yapması, sürekli bir korku ikliminin yaratılması, muhalefetin tehdit edilmesi, HDP’nin kriminalize edilmesi yaşanmamış gibi davranıp yenilginin nedenleri hakkında muhasebe yapmak çok anlamlı değil.
Seçime endekslenmek seçim yenilgisini garantilemektir
Seçim yenilgisinin açık bir nedeni var: Sosyalist İşçi yıllardır, eğer tersine adımlar atılmazsa bu yenilginin kaçınılmaz olduğunu anlattı durdu. Seçimlerde yenilginin nedeni, tüm mücadelelerin seçimlere endekslenmiş olmasıdır.
2022 yılının Nisan ayında şunları yazmıştık:
“Aslolan, seçimlerden önce milyonlarca insanın harekete geçmesini, sokaklara çıkmasını, hakları için kıran kırana mücadele edeceği koşulların yaratılmasını sağlamak. Otoriter liderlerin şekillenmesine yardımcı olduğu politik atmosferin alternatifinin ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’ olacağını sanmak, muhalefet adına asli eleştiriyi bu noktada yoğunlaştırmak milyonlarca insan için hiçbir anlam ifade etmiyor. Parlamenter rejim adı verilen ve birkaç sene öncesine kadar Türkiye’de askerî vesayetin gölgesi altında hüküm süren rejim, milyonlarca yoksul açısından özlemle anılan bir siyasal mimari anlamına gelmiyordu. Otoriter rejimler, sadece polis baskısına bağlı olarak ayakta durmuyor. Bu rejimlerin büyük bir kitle desteği de var. Bu kitle desteği ise ancak başka kitlelerin mücadelesi yoluyla bölünebilir. Sadece seçime endeksli bir mücadele, neden diğer partiler platformunun mevcut otoriter rejimden daha iyi bir siyaset yapısı oluşturacağı fikrini uyandırsın ki kitlelerde?”
Otoriterleri yenmek için milyonların eylemine ihtiyaç var
Evet, bu soruya ne sol ne ana muhalefet yanıt verdi.
Şu konuda da sessiz kalındı:
“Eğer otoriter iktidarlar teşhir edilecekse, bunu esas olarak milyonlarca insanın eylemi yapabilir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘halkımız aç’ demesiyle, açların ‘açız!’ diye bağırması ve hakkını kendi mücadelesiyle araması arasında nitelik farkı vardır. Otoriter iktidarların dayanamayacağı teşhir bu ikincisidir. Milyonlarca insan halihazırda aç, yoksul, ekmek kuyruklarında hayatta kalmaya çalışıyor. Üstelik bu koşulların sorumlusu doğrudan neoliberal ekonomik politikalarken, biraz daha yumuşatılmış neoliberal ekonomik politikaların dışında bir öneriye sahip olmadığından emin olduğumuz sağcı partiler ittifakının milyonlarca yoksulun seçim tercihi olmasını beklemek çocuksu bir hata.”
Kaçan fırsatlar, örgütlenmeyen eylemler
Geçen sene iktidar muhalefetin üzerine şok ve dehşet operasyonlarıyla gelmeye başlamış, Canan Kaftancıoğlu hakkında getirilen siyaset yasağı bu operasyonun adımlarından biri olmuştu.
“2015 yılında iki seçim arasında terörize edilen siyaset alanı Gülten Kışanaklar, Demirtaşlar, Kavalalar, Barış Akademisyenleri, KHK’lılar, HDP belediye başkanları, HDP milletvekilleri, Gezi davası, Kobanê davası, sabah operasyonları, Cumhuriyet gazetesi operasyonları, Aydın Enginlerin hapse atılması, Ahmet Şık’ın 2016 yılında bir kez daha gözaltına alınması, Özgür Gündem’le dayanışmak için nöbetçi editörlük yapan Büşra Ersanlı, Necmiye Alpay gibi isimlerin tutuklanması, Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması, Enis Berberoğlu’nun, Atilla Taş’ın, Murat Aksoy’un tutuklanmaları, ‘sert’ haberler yapan gazetecilerin tutuklanması, uzun süre hapis yatanların beraat ederken daha hapishane kapısından çıkmadan yeniden tutuklanması, Büyükada’da casusluk davası ve insan hakları aktivistlerinin göz altına alınması, tutuklanması…”
Osman Kavala'nın hiçbir delil olmaksızın yıllarca tutuklu kalması ve müebbet hapse mahkum edilmesinin yanı sıra katılmadığı toplantılara katıldığı iddiasıyla insanların 18 yıl hapis cezasına çarptırılması, 2013 yılında atılan sosyal medya mesajlarının 9 yıl sonra tutuklanma nedeni yapılması, muhalefeti şok ve dehşet içinde bırakmanın araçlarıydı.
Bu adımlar, muhalefet açısından en geniş eylemlerin örgütlenmesiyle tepki gösterilecek sorunlar olarak değil, hesabı seçimden sonra sorulacak olaylar olarak ele alındı.
Yine geçen yıl Mayıs ayında yazdığımız gibi; “…iktidarla muhalefetin birleştiği asli zemin, değişimin sadece seçimle olacağı önermesi.”
“İktidar bunu, gelişmelere sokakta tepki vermeyi darbecilikle suçlayarak ve provokasyon yaratma girişimi olmakla damgalayarak yaparken, muhalefet, parlamentarist hayallere aşırı bir şekilde teslim olduğu ve öte yandan da sokak eylemlerine dahil olarak iktidar tarafından deklase edilmekten korktuğu için yapıyor. Muhalefet açısından buradaki ana çelişki şu: Demokratik, anayasal bir hak olan kitlesel eylem yapma hakkını terörle ilişkilendirmesinden korktuğu bir iktidarın, seçim sürecini demokratik kurallara göre düzenleyeceğine inanıyor. Osman Kavala’ya müebbet hapis cezası veren bir yargının Kemal Kılıçdaroğlu’nu siyaseten yasaklı ilan etmesinin önündeki engel ne olabilir? CHP’nin il başkanına siyaset yasağı getirilirken, CHP’nin kendisine ne yapılmış olunuyor?”
Sokak korkusuna son
Buradaki asli sorun, solun da bu seçim iklimine teslim olmasıydı. Sokak korkusu, sayısız fırsatın kaçırılmasına neden oldu böylece. İktidar, muhalefetin sokaktan kopması ve seçim alanına kilitlenmesini istedi.
Yine geçen yıl mayıs ayında şu noktayı vurgulamıştık:
“Muhalefetin tüm bileşenlerinin farkına varmak zorunda olduğu bir konu var: Sorunları seçime endekslemek, seçimi kaybetmenin en garantili yoludur. Mücadeleyi seçimlere sıkıştırmak, iktidarın oyunu sıkıştırmak istediği alana sıkışıp kalmak anlamına gelir. İktidar, seçimlere kadar on binlerce, yüz binlerce ve giderek milyonlarca insanın öfkesiyle, talepleriyle, kararlılığıyla, milim gerilemeyeceğini gösteren hareketiyle yüzleşmek zorunda. Bu yüzleşme öncelikle iktidarın halkın iyiliği için hiçbir adım atma niyetinin olmadığını, iktidar partisinin tabanındakiler de dahil tüm ezilenlere gösterecek. İktidar partisinin tabanında yer alan yoksul kitleler ve bu partiden kopan ama gidebileceği adres bulamayanlara başka bir ihtimalin varlığını gösterebilecek. Son olarak bu türden yüzleşmelerle, hareket içindeki milyonlar, bu iktidarın kelimenin tam anlamıyla fakirden alıp zengine verme aygıtı olduğu konusunda netleşecek.”
Sosyalist İşçi, sol muhalefete, artık fırsat kaçırmaya tahammül edilemeyeceği çağrısını yaptı. Fırsat kaçırmamanın yolunun ise kimin cumhurbaşkanı adayı olacağı yönündeki tartışmalar ve muhalefet içi milletvekili pazarlıkları değil, işçi sınıfının birleşik eylem yeteneğinin devreye girmesi olduğunu ilan etti.
“İlk bakışta çelişkili gelebilir” dedik, “seçimleri kazanmanın yolu, seçimlere değil mücadeleye kilitlenmekten geçer.” Seçimleri kazanmanın yolu, sandık demokrasisiyle yetinmeyip yüz binlerin eylem alanlarında buluşmasından geçer.
Çağrımızı, “Seçim kazanmak istiyorsanız, her gelişmenin çözümünün seçim olacağı yanılsamasından kurtulun artık!” diyerek bitirmiştik.
Topyekun mücadele için, karamsar olma örgütlen!
Bunun bir nedeni vardı: Bugünün eylemini yarına ertelememek, hem seçim gününe militan bir şekilde hazırlanmak, eylemlerde yan yana gelme alışkanlığını kazanmak, hem iktidarın yıpranma, kitle temelini kaybetme hızını artırmak ve seçimleri yüzde 60’a yüzde 40 oranında kazanmayı garantilemek hem de seçimlerden sonra oluşacak siyasal iklimi, krizlerin faturasını emekçilere yüklemek için kullanmayı aklına getirecek olanları şimdiden uyarmak açısından çok önemliydi.
Boş tencerenin seçim günü sandıktan ses çıkartacağını beklemek, milyonlarca insanın ellerinde boş tencerelerle harekete geçtiğinde çıkartacağı sesin değiştirici gücünü görememekti.
Bu fırsatı kaçıranlar, şimdi ezilenlere karamsarlık aşılamaya bir son vermeli ve iktidarın topyekun saldırısına karşı topyekun direnişin tüm imkanlarını zorlamalıdır.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)