23 Nisan, 23.5 Nisan ve 24.5 Nisan: Yüzleşme bir zorunluluk

25.04.2023 - 11:38
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

1915’te ne olduğunu bu toplum biliyor. Soykırım anmaları 2000’li yılların ortalarında akademisyenlerin düzenlediği paneller, İHD’nin düzenlemeye başladığı etkinlikler, 2010 yılında bir grup DSİP üyesi, demokrasi mücadelesinde yüzleşmenin öneminin ve tuttuğu yerin net bir şekilde farkında olanlar ve Hrant Dink’in katledilmesinin ardından mücadelede öfkeyle öne fırlayan Ermeni sosyalistlerin çabalarıyla devam etti ve Taksim Meydanı’nda kitlesel bir şekilde örgütlenmeye başlandı.

Bu toplum, bu devlet, bu siyasiler, bu sağcılar, bu ulusalcı solcular 1915’te yaşananın ne olduğunu biliyorlar.

Konunun sık sık yasaklarla birlikte anılması, Çanakkale’nin yıldönümünün 24 Nisan’a çekilmesinde olduğu gibi aşırı tedbirlerin devreye sokulması, her 24 Nisan’da yukarıdan aşağıya milliyetçi hamaset yüklü fikirlerin boca edilmesi konunun devlet yetkililerince de yakından bilindiğini gösteriyor.

“Ermeni meselesi hallolunmuştur” denildiğinden beri, devlette devamlılığın esas olması, bu halledilen şeyin ne olduğunun kuşaklar boyunca gizlenmeye çalışılmasının devamlılığı anlamına da gelir. Yukarıda, resmi kurumsal ilişkilerin saklamaya çalıştığı gerçekler aşağıda  toplumsal dokuda daha büyük bir hasarın, tarihsel bir sırrı saklamanın sürekliliğini sağlamak üzere inşa edilen bir toplumsal ilişkiler silsilesine neden oldu. 

“Yerli ve milli sermaye” ilk birikiminde bu ittihatçı köklerle sıkı sıkıya bağlı olduğu için başka bir alanda daha yukarıdan aşağı bu zulmün nimetlerinde faydalananların tüm topluma boca ettiği çökmeci fikirlerle dolu bir sermaye birikim dinamiği hüküm sürdü.

Dolayısıyla devlet, sermaye ve toplumun çok çeşitli kesimleri 1915’te ne yaşandığını biliyorlar. Hâlâ bugün sorunun tartışılmasını tarihçilere bırakalım diyenler, tarihçilerin 1915’te ne olduğunu bildiklerinin farkındalar elbette. Taner Akçam, Ahmet Demirel gibi bu alanda öncü bir çok tarihçi belgeleriyle gösterdi 1915’te ve sonrasında ne olduğunu.

1915’te soykırım kavramıyla neler ima ediliyorsa hepsi birden gerçekleşti. Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları romanına bakınca görüyoruz, cumhuriyet öncesi toplumsal dokuyla cumhuriyetin kuruluş sürecindeki toplumsal donukluk arasında büyük bir uçurum var. Çünkü birisinde baskı görseler de varolan halklar, kuruluş sürecinin (kuruluşu 1915-1930’lar olarak ele alırsa) sonunda nüfusun önemsiz bir kesimi haline geliyorlar.

Bu nedenle, yüzleşme tartışması, kelimenin tam anlamıyla düne değil bugüne dair bir tartışmadır. Yüzleşme yaşandığında öldürülenlerin ruhları rahata ermeyecek sadece, atalarının hatıralarını ayakta tutmaya ve yeni hatırlar biriktirmeye çalışan kuşaklar daha özgür olmayacak sadece, bugün ızdırap çeken tüm toplumsal kesimler, ezilenler, dezavantajlı gruplar haklarını aramakta kendilerini daha güçlü hissedecekler.

1915’te ne olduğunun adını koymak bu yüzden önemlidir. Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının bağımsızlık mücadelesi mevzuunu net bir şekilde, adını koyarak, üstüne basa basa hatırlayanlar, söz konusu 1915 olduğunda felaketin büyüklüğüne parmak basıp tartışmayı bitirmek zorunda kalırlar. Bu kadar ortalama bir açıklama bile TİP’in o HDP’ye oy vermeyeceği iddia edilen tabanının bir kesiminde infial yaratsa da oy vermek için kitlesel tabanının en geri eğilimlerine taviz vermenin vahim sonuçları sınıf mücadelesinin dünya tarihsel deneyimlerinde öğrenmek isteyene dertlerini anlatmayı bekliyor.

1915’ten 2023’e kadar yaşanan her zorbalığın, siyasal alanda bu zorbalığa verilen desteğin ve zaman zaman bu zorbalığın toplumun bir kesimi tarafından onaylanmasının ardında, Sarkis Çerkezyan’ın babasından duyup anlattığı  hikayede söylendiğini gibi en başta “Ermeni’yi dövdürtmeyecektik” sorunu yatmaktadır.

1915’in hem kadrolar hem siyasi yaklaşım hem de ideolojik perspektifler açısından devamlılığı, tuhaf ve ağır bedeller ödeten bir baskı rejiminin devamlılığı anlamına geliyor. O yüzden seçimlerde aşırı sağın karşısına bir başka sağ alternatif rahat rahat çıkabiliyor ve onun bir büyükşehir belediye başkanı sağı solu bombalayabileceğini ilan edebiliyor.

Valilikler soykırım panellerini yasaklayabiliyor, anmalar yasaklanıyor, sosyal medyada linç kampanyaları örgütlenebiliyor, birileri böylece Talat ve Enver’in fotoğraflarıyla Garo Paylan’ı ve Ermeni aktivistleri tehdit edebiliyor.

Aynı nedenle gözünün önünde yaşanan askeri darbe girişimleri solun bazı kesimleri tarafından bile tiyatro olarak adlandırılabiliyor, devletin derinlerinde ellerinde öldürülecek insanların listesiyle gezenlerin kurduğu örgütlerin varlığına en demokrat görünümlü insanları bile inandıramıyoruz.

Ama bu Türkiye’de her gün tanık olunan hoyratlığın özellikle son beş senedir üzerine boca edildiği toplumsal kesimler, göçmenler. Özellikle batıdan değil de doğudan gelenler. Özellikle Arap halklarına yönelik insanları canından bezdiren bir ırkçılık ilmek ilmek örülüyor. 1915’te bu topraklardan Deyrizor’a göçe zorlananların yaşadığı hoyratlığa şimdi Deyrizor'dan bu topraklara göçmek zorunda kalanlara yönelik hoyratlık ekleniyor.

Tam 108 yıllık bir hoyratlık bu!

Bir parti kuruldu, göçmenlere hayatı zindan etmek için. Bu partinin başkanı ne zaman göçmenlere yönelik yalanlara dayalı suçlamalara başlasa bazı göçmenlerin başına büyük belalar geliyor, bazıları öldürülüyor.

Göçmenler hakkında nasıl bu kadar rahat nefret suçu işlenebiliyor, hep birlikte kısaca düşünelim mi? Nasıl hızla değersizleştirilebiliyorlar? Öldürülmelerinin çok da büyük bir sorun olmadığı, zaten en hızlı bir şekilde evlerine yollanmaları gerektiği fikri utanmadan dile getirilebiliyor. Üstelik bu fikir ırkçılar ve faşist örgütler tarafından değil sadece iktidara muhalif cumhurbaşkanı adayı tarafından da dile getirilebiliyor.

Irkçı partinin Kilis’te bulunduğu gün Suriyeli bir genç bıçaklanarak katledildi. Yine bu adamın hiçbir yetkisi yokken İzmir’de ruhsat sorduğu Suriyeli kuyumcu saldırıya uğradı.

Hrant Dink 23 Nisan’da çocukların bayramı kutlanırken 24 Nisan’ı atalarının hatıralarında yaşayan çocukların da bu bayramı kucaklaması için 23.5 Nisan gününü önerdi. Hrant Dink ezilen, yıkıma uğratılmış bir halkın sosyalisti olduğu için bu birleştirici üslubu kullanıyordu ama ezen ulusun sosyalistleri ve demokratları 23.5 Nisan tezine dört elle sarılmalılar.

Bizler, 24 Nisan, 24.5 Nisan ve sonrasında yaşananlarla yüzleşmek için sürekli bir çaba içinde olmalıyız. 24 Nisan’da gözaltına alınan Ermeniler 24.5 Nisan’da çok büyük ihtimalle olağandışı bir durum olduğunu ve yok edileceklerini sezmişlerdir.

24.5’la yüzleşmeden hiç kimse özgür olduğunu düşünmemelidir.

Şenol Karakaş

 

Bültene kayıt ol