Brezilya’nın sosyal demokrat başbakanı Lula da Silva, geçtiğimiz hafta Çin’i ziyaret etti. ABD başkanı Joe Biden, her ne kadar geçtiğimiz Ekim ayında aşırı sağcı Jair Bolsonaro’ya karşı kazandığı zaferi memnuniyetle karşılamış olsa da Lula’nın Çin’de söylemiş olduğu sözlerden aynı ölçüde hoşlandığını düşünmek zor. Lula Şangay’da Amerikan dolarına alternatif olacak yeni başat para birimleri için çağrıda bulunuyordu: “Her gece kendime soruyorum, neden tüm ülkeler ticaretlerini dollar bazlı yapmak zorunda?”
Pekin’de ise daha da ileri giderek şunları söylüyordu: “Çin’le ilişkilerimizdeki çıkarımız yalnızca ticari değil. Ortak politik çıkarlarımız var ve Birleşmiş Milletler’de daha fazla temsiliyet sağlayarak dünyanın yönetiliş şeklini değiştirmek ve yeni bir jeopolitika inşa etmekle ilgileniyoruz. Bununla birlikte Rusya ve Ukrayna’yı anlaşma masasına oturtmak için, içinde Çin’in de olduğu bir devletler topluluğundan bahsediyor ve ABD’ye “savaşı kışkırtmaktan vazgeçmesi ve barış konuşmaya başlaması” için çağrıda bulunuyordu.
Lula kabul etmese de burada ekonomi çok büyük bir rol oynuyor. Financial Times’ın işaret ettiği üzere, “iki ülke arasındaki ticaret, Çin’in Brezilya’dan ziraat ve maden ürünleri alması ve ülkenin geniş tüketici piyasasına ve altyapı sektörüne yatırımlar yapması ile birlikte, geçtiğimiz on yıl içinde 150 milyar dolara sıçramış durumda … Lula aynı zamanda ABD tarafından ticari yaptırımlara çarptırılan telekomünikasyon firması Huawei’yi de ziyaret etti.”
Brezilya 20. Yüzyıl boyunca dikkate değer ölçüde sınai gelişim göstermesi bakımından küresel Güney’deki birkaç büyük ekonomiden biri. Ancak neoliberalizmin küresel zaferi, ülkeyi geçtiğimiz 40 sene boyunca kendi sanayilerine uyguladıkları korumaları kaldırmaya zorladı; tıpkı yeniden dünya pazarına girmekte olan Çin gibi. Bunun sonucu, sanayinin küçülmesi ve eski sömürge ve yarı sömürge modeline, yani gıda ve ham madde ihracatına bir geri dönüş oldu, bu defa ağırlıklı olarak Çin’e.
Fakat Çin’in Brezilya’yla flörtündeki esas başarı daha geniş bir eğilimle, Çin’in Batılı kapitalist bloğu bölmesiyle alakalı. Biden yönetimi, müttefiklerini cepheleştirmeye ve Çin’den koparmaya çalışıyor, bu da müttefiklerinin Çin’den başlayan tedarik zincirlerine olan bağımlılığını azaltmaları demek. Ancak bu plan çalışmıyor.
Geçtiğimiz hafta Fransa başbakanı Emmanuel Macron da Çin’e bir ziyarette bulundu. Avrupa’nın birliğini göstermek için yanında Avrupa Komisyonu başkanı Ursula van der Leyer’i de götürdü. Bu fena şekilde geri tepti. Çin devlet başkanı Xi Jinping, gösteriş yapmasına izin vererek Macron’u ağırlarken, Çin’e dair çok daha eleştirel tutum alan von der Leyen’e ise soğuk davrandı.
Macron bir röportajda Avrupa’nın ABD ve Çin arasındaki hesaplaşmanın içine sürüklenmemesi gerektiğini söylediği için NATO’nun şahin kanatları tarafından ateşe tutulmuştu. Pekin’in bir diğer ziyaretçisi ise Almanya’nın Yeşiller Partisi çıkışlı kavgacı dış işleri bakanı Annalena Baerbock’tu. Baerbock’un gider gitmez yaptığı konuşma ise pek çokları tarafından “Çin’i Tayvan konusunda uyarmak” olarak yorumlanmıştı. Bu, Alman ordusunun kronik zayıflığı göz önünde bulundurulunca biraz komik bir durum tabii.
Her durumda Baerbock Avrupa egemen sınıflarının hakim hattından çıkmış durumda. Von der Leyen dahi “Çin’den kopmak ne gerçekçi, ne de Avrupa’nın çıkarınadır” şeklinde konuşmuştu. Macron, düzinelerce Fransız iş adamını da yanında götürmüştü. Çin’de yatırım ve Çin’le ticaret Alman kapitalizmi için Çin’den kopuşu savunmasını imkansız kılacak kadar önemli.
Ve zaten ABD ve Çin arasındaki, 5 sene önce Donald Trump döneminde başlayan ticaret savaşlarına rağmen şimdiye kadar yalnızca ufak tefek yaşandı. Bazı büyük şirketler yatırımlarını Çin’den çekip Vietnam ve Malezya gibi başka büyük Asya endüstriyel ekonomilerine kaydırdılar. Ancak bu ülkelerdeki üretim Çin’de üretilen parçalara ciddi biçimde bağımlı. Apple geçtiğimiz yirmi yıl içindeki olağanüstü başarısını, kısmen de olsa, hem büyüklük hem de uzmanlık bakımından vazgeçemeyeceği, Çin’de kurduğu üretim kompleksine borçlu.
Avrupa Birliği’ni bölmek çok zor bir iş değil. George Bush bunu 2003’teki Irak savaşında başardı. Vladimir Putin ise 2008 ve 2014 yıllarında Gürcistan ve Ukrayna üzerinden aynı şeyi yapmıştı. Ancak Çin’in Batı bloğunu bölme kabiliyeti salt devletlerarası rekabeti kullanarak zekice diplomasi yapma becerisinden kaynaklanmıyor. Bunun esas sebebi Çin’in üretici ve hammadde tüketicisi olarak rolü ve bu rolünün onu vazgeçilemez bir ortak haline getirmesi. Washington’un bunu tersine çevirmesi çok zor olacak.
Alex Callinicos
Çeviri: Deniz Güngören