Çocukluğum, gençliğim Adapazarı’nda geçti.
Kasabalarında, köylerinde akrabalarım ve tanıdıklarım çok.
Bu tanıdıklarımın içinde doğal olarak hiç Suriyeli yok çünkü o tarihlerde topraklarını bırakıp gelmek zorunda kalmamışlar.
99 depreminde tanıdığım bir iki kişinin Migros’u yağmalama haberini almıştım.
Yine 99 depreminde yeni evlenen bir tanıdığım hasarlı binasını bırakıp ailesinin yerle bir olan apartman enkazının başına gittiğinde, evdeki tüm eşyalarının çalındığından habersizdi.
Ve yine 99 depreminde enkazlardaki ziynet eşyalarının peşine düşenler vardı.
Yağmalama maalesef afet ortamlarında yaşanabiliyor.
Bu nedenle “yağma” sözcüğünün TDK’deki anlamlarını inceledim. Birinci anlamı zor kullanarak ele geçirilen malın alınıp kaçılması, ikinci anlamı ise “akıncılar”ın düşman topraklarına yaptıkları baskın, çapul olarak geçiyor. İkinci anlam konumuzun dışında ama yağmacılık Türklerin bir savaş geleneği aynı zamanda.
Yağma, kabul edilecek bir şey değil, yağma yapanlara kanunun ilgili maddesi uygulanmalı, suçlular adliyeye sevk edilmeli.
Jean Luc Godard’ın yıllar önce adliyede çektiği bir belgeselini izlemiştim. Savcı araba teybi çalan, marketten bir şey çalan ve genellikle bu tarzda adi suçlar işleyen insanların ifadelerini alıyor. Hepsi aynı sosyo-ekonomik düzeyde. Yönetmenin vurgulamak istediği adi suçları işleyenlerin arasında zengin bir gence rastlanmamasıydı. Zengin aile fertlerinin ya da çocuklarının adi suçlardan sorgulandığını, gözaltına alındığını duymayız. Yokluk suçu artıran bir durum. Nice fakir var yapmıyor diyenlerin sesini duyar gibiyim de dünyanın yüzde sekseninin fakir olduğu bir ortamda bu doğal. Övülen İskandinav ülkelerindeki suç oranlarına bakarsanız, yok denecek kadar az. O zaman sorun sistemde. Sistem bozuk olunca toplumun zayıf halkaları, en korunmasızları oluyor.
Suriyeliler de son yıllarda Türkiye’nin en zayıf halkası.
6 Şubat depremi, insanları binaların altında yaralayıp öldürürken, bazı insanların da ”insanlığının olmadığını” bir kez daha hatırlattı.
Bunlardan biri de Ümit Özdağ. Her şeyi bırakmış, Suriyelilerle ilgili yalan haber yayma çabasında. Neyse ki vicdanlı insanlar, bu adamın gerçek yüzünü gözler önüne seriyor. Suriyeli diye hırsızlıkla suçladığı kişi, arama kurtarma ekibindeki Türkiyeli bir hafız çıktı. Fenerbahçe tırlarının yağmalanmasıyla ilgili haberini hem Fenerbahçe kulübü hem de kendi partisi yalanladı.
Bu adam gibi olan niceleri var: Halk TV’ye Maraş’tan bağlanan Zeki Çekici adlı bir avukat Suriyelilerle ilgili konuşmaya başlayınca televizyon kanalının sunucusu bu haksızlığa dayanamayıp avukatın yayınını sonlandırdı. Hatayspor Asbaşkanı Ethem Sunar da TV 1’de yağma yapıldığını söyledi. Bu adamın kimleri suçladığı malumumuz.
Sağduyulu TV programcıları ve vicdanlı insanlar, karnını doyurmak için makarna alan herhangi birinin yağmacı olarak hedef gösterilmesinin yanlışlığını dile getirdiler. 48 saat ulaşılamayan deprem bölgesinde aç olan herhangi birinin marketten bir şey almasının doğal olduğunu söylediler.
Yağmacılara kızalım da rahat koltuklarından ırkçılık yapanlar, yalan haber üretenler ne olacak? Yağmacıları sosyo-ekonomik nedenlerden dolayı anlayabilirim ama ırkçıları anlamam mümkün değil.
Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü sözcüsü Matthew Saltmarsh, salı günü Cenevre’de düzenlenen basın toplantısında, milyonlarcası depremden önce hayatta kalmak için insani yardıma muhtaç olan, yerinden edilmiş Suriyeliler için bu depremi “çekiç darbesi” olarak tanımladı.
Depremin etkilediği 10 ilde 15 milyonluk nüfusun 1,7 milyonunu Suriyeli mülteciler oluşturuyor. BM raporları, Antep, Urfa, Hatay'da her 4 ya da 5 kişiden birinin mülteci olduğunu belirtiyor. Onlar savaştan kaçtılar, depremde yaşamlarını yitirdiler.
Suriyelilerin ırkçıların hedefinde olmaları da savaş ve deprem darbesinden sonra üçüncü darbe olsa gerek.
Sağduyu ve vicdan sahibi insanlar sayesinde bu üçüncü darbeden yara almamaları mümkün.
Figen Dayıcık Fırat