Devletin kâr elde etmekteki bugünkü rolü

04.01.2023 - 10:24
Alex Callinicos
Haberi paylaş

Geri dönüp 2022’ye baktığımızda, bir şeyin netleştiğini görüyoruz. Liz Truss’ın başbakanlığını ani bir şekilde paramparça eden ekonomik kriz, gerek Kuzey’de gerek Güney’de güçlü kapitalist devletlerin yükselen enflasyona yanıt olarak sert bir manevra ile faiz oranlarını yükseltmesinin ortaya çıkardığı istikrarsızlığın bir semptomuydu. 

Bu yönelimin ortaya çıkardığı sorulardan birisi de kapitalist devletin günümüzde oynadığı rol. COVID-19 salgını (sona ermekten hala çok uzak olduğunu belirtmek gerekiyor), 2007-2009 krizinden bu yana ortaya çıkan, devletlerin piyasalara büyük ölçekte müdahale etmesi eğiliminin yoğunlaşmasına sahne oldu. En bariz açıklama şüphesiz istikrarsızlık derinleştikçe kapitalist ekonomik yapıların devlet müdahalesine muhtaç hale geliyor olduğu.   

Ancak bu açıklama, The New Left Review’un son sayısında iki önemli Marksist yazar, Dylan Riley ve Robert Brenner tarafından reddediliyor. Bu, Brenner’ın salgının başlarında yazdığı bir makalenin devamı niteliğinde. Yazının başlığı makalenin temel iddiasını da özetliyor: “Tırmanan Yağma”. Yazıda, ABD Merkez bankasının, Federal Rezerv Kurulu’nun ve Meclisin karantina uygulamalarının etkilerine çözüm olarak fiyatlara ve ücretlere müdahale politikasının, servetin aşağıdan yukarıya, büyük şirketlerin patronlarına ve onların yandaşlarına aktarılması olduğu savunuluyor. 

Makalenin sonunda Brenner “bu eğilimleri tarihsel ve küresel bağlamına oturtan” ve bunların “kökenini inceleyen” bir “ikinci bölüm” yazacağının sözünü veriyor. Riley ile yeni makalesi ise bu söze karşılık düşüyor denilebilir. 

Ana önermesi doğru: gelişmiş kapitalizm Brenner’in daha önce “uzun gerileme” diye adlandırdığı şeyin, kârlılık oranlarının düşüşünden kaynaklanan yavaş büyümenin sonuçlarını yaşıyor.

Brenner ve Riley’nin iddiasına göre bunun sonucu: “yeni bir birikim rejiminin yükselişi: siyasi kapitalizm. Siyasi kapitalizmde, geri dönüş oranlarını belirlemede, üretime yönelik yatırımın yerini siyasi kaba kuvvet alıyor.”

Söyledikleri sadece siyasetin sermayeye hizmet ediyor oluşu değil. Diyorlar ki, siyasete müdahale, yani örneğin Washington’da veya Westminster’da lobi faaliyetine yatırım yapmak artan bir şekilde sermayenin kârlılığında gittikçe belirleyici unsur olmaya doğru gidiyor. 

Bunu kapitalizm öncesi sınıf toplumlarıyla dahi kıyaslıyorlar: “Lobiciliğin müthiş yoğunlaşması ‘siyasi birikimin’ bir biçimi olarak da yorumlanabilir. Bu elbette feodal öncülünden farklıdır ancak yine de bu yeni rejimi eskisinden ayırt etmektedir.” 

Ancak başka bir Marksist iktisatçının, Tim Barker’ın işaret ettiği gibi, “Riley ve Brenner’in yeni siyasi sömürüler listesindeki her bir parça -vergi afları, kamu varlıklarının yok pahasına özelleştirilmesi, düşük faizler, akıl dışı sonuçlar yaratan borsa sıçramaları, doğrudan özel sektöre yönelik devasa devlet harcamaları- ‘kapitalizmin altın çağı’ dediğimiz, kâr oranlarının çok daha yüksek olduğu 1945-1973 arasındaki dönemde de vardı.” 

Devletler har daim kapitalist iktisadi ilişkiler içinde kurucu bir rol üstlendi. Devletler işçilerin sömürülmesini kolaylaştırır ve şirketlerin birbiriyle rekabet etmesine yardımcı olur. Elbette devletler ekonomiye müdahale ettiklerinde sermayenin belli bazı kesimlerine maddi çıkar sağlarlar. 

Zira Mart 2020’de ABD Federal Rezerv Bankası (Fed), COVID salgını sonucu para piyasalarını etkisi altına alan paniği yatıştırmak için devasa ölçekte devlet ve şirket hisseleri satın almıştı. Bu hiç şüphesiz Brenner’ın “servetin aşağıdan yukarı aktarımı” dediği şeyin gerçekleşmesine yol açtı. Bu da elbette, zaten aşırı zengin olan hisse senedi sahiplerinin, varlıklarının değerinin bu program sayesinde sıçraması ile daha da zengin olmalarını sağladı.

Ancak kapitalizmin geçtiğimiz 10-20 yılda geçirdiği ana değişimlerden biri yatırım ve ticaretin artan ölçüde küresel para piyasalarından ödünç alınarak yapılagelmesi oldu. En değerli kamu hisseleri bu tip kredilerde teminat olarak kullanılıyor. Fed ve diğer merkez bankaları önemli piyasaları çalışır halde tutabilmek için hisse senedi alımlarını ciddi ölçüde arttırdı.  

Devlet müdahaleleri çelişkiler de doğurabiliyor. Yakın zaman da merkez bankaları bu politikayı tersine çevirerek faizleri yukarı çıkardığı zaman kimi sektörler için büyük sorunlar yarattılar, örneğin emeklilik fonlarında. Bu Truss’ın çöküş döneminde görünür hale geldi.  

Fakat bu politika değişimi işsizliği arttırarak ve dolayısıyla işçilerin enflasyon karşısında küçülen ücretlerini savunma yetisine saldırarak kar oranlarını koruma güdüsünün bir sonucuydu. Kapitalizm hâlâ küresel bir rekabetçi sermaye birikimi sistemidir. Zaruri buyruklarını -istedikleri kadar yoz veya aldatılmış olsunlar- tüm devlet yöneticilerine yöneltir.

Alex Callinicos

Çeviren: Deniz Güngören

 

Bültene kayıt ol