Tartışmaya kaldığımız yerden devam edersek, 6’lı Masa’nın anayasa değişikliği paketinin bir önemli eksikliği daha göze çarpıyor. Metinde kolektif haklara hiç değinilmiyor. Bu metnin bir temenni metni olduğu, seçimlerden sonra Erdoğan’nın gidişinin ardından kurulacağı düşünülen iktidarın bir görevi olarak gündeme getirilebilecek bir değişikliğin yönünü tayin ettiği açık. Fakat bu yön kuru cümleler dışında cumhuriyet tarihi kadar eski olan sorunları acı çekerek yaşayan toplumsal gruplara/sosyal haklara hiçbir şekilde işaret etmiyor.
Bir anayasa değişikliği önerisi dile getirilirken, Ezop diliyle bile olsa, anadilde eğitim hakkının tanınacağından, ezilen halkların temel haklarının garanti altına alınacağından hiç bahsetmemek, 6’lı Masa içinde güç dengelerinin durumunu göstermiyor sadece. Bu, aynı zamanda, AKP-MHP iktidarının tüm toplumu peşinden sürüklediği sağcılığın seviyesini ve sağa karşı muhalefetin de sağcı bir zeminde mayalanmayı sıradanlaştırmış olduğunu gösteriyor.
Bu taslağın (bu arada bu bir taslak, son noktası konmuş bir metin değil elbette) mevcut rejime duyulan bir tepkinin ürünü olduğu çok açık. Mevcut rejiminin bildiğimiz anlamda, hukuka çok da benzemeyen hukuksal işleyişi bile rafa kaldırıp, hukuk dışı, hukuksal kuralların keyfi bir şekilde çiğnenmesine hem neden olan hem de bu çiğnenme süreciyle güçlenen yapısından kurtulma yönündeki istek, taslağın omurgasını oluşturuyor. Bu yüzden hem hukuka ve demokrasiye yönelik bir adım var hem de bu adımlar 6’lı Masa’nın sağcı ve güçlü eğilimleri tarafından belirleniyor.
Hem seçilmişlere yönelik kayyum politikasına karşı bir metin bu ama aynı zamanda sorunun teknik bir seçme seçilme meselesinin ötesinde bir halkın haklarının baskı altına alınmasıyla ilgilenmiyor.
Bir yandan hukuksuzluğa yönelik bir tepki var metinde bir yandan da bu hukuksuzluğu, cumhuriyet tarihinden kopartıp, Türk usulü başkanlık rejiminin başlangıç tarihiyle sınırlıyor. Bu ise bir mağduriyetler tarihi de olan cumhuriyet tarihinde bu sorunların yumak yumak olmasında hukuksal yapının oynadığı rolü silikleştiriyor. Hukuku devre dışı bırakmaya yemin etmiş mevcut rejimin alternatifi, bu hukuksuzluğu içinde tohum halinde barındıran zaman zaman da uygulanmasını bizzat garanti altına alan önceki yapılanmalar değil. Alternatif, ezilenlerin mücadelesinin ürünü olacak genel bir aşağıdan yukarı demokrasi hamlesi. Radikal, “sokakta” inşa edilen, egemenlik ilişkilerinin bir yansıması ve yeniden üretim alanı da olan hukuksal örgütlenmeyi ters yüz edecek ve aşağıdakilere, onların haklarına dikkat etmek zorunda bırakacak baskı, meclis içinde kurulan güç dengelerini de sarsabilecek; anayasayı hukuki ve pratik bir güvence haline getirecek yegâne araç olarak öne çıkıyor. İran’da yaşanan isyan, muhtemelen hukuksal hakların genel özgürlüklerle beraber nasıl gelişeceğine dair bir örnek olarak öne çıkacak.
Kürtlerle aynı masada görünmekten imtina edenlerin ağırlığının hissedildiği bir anayasa metni, bu açıdan ancak “Yetmez ama eh işte!” denmeyi hak edebilir. “Eh işte!” kısmı, bu toplumun ezilenlerinin, ekonomik açıdan omurgası ezilenlerin, işçilerin, adalete hasret kalanların, neredeyse her seçtikleri insanın hapse atılmasıyla seçme hakları ellerinden alınan Kürtlerin, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla şiddet karşısında hiçbir kamusal güvencesi kalmayan kadınların, otosansürün bir basın ve sosyal medya işleyişi haline gelmesiyle düşünce özgürlüğünü kullanamayan milyonların, sokakta en basit demokratik haklarını kullanırken devlet şiddetiyle karşılaşan insanların, hayvan katliamlarına karşı çıkarken katledilme tehlikesi karşısında hukuksal güvencesizliği yaşayanların bu rejimden kurtulma isteğinin bir yansıması olduğu için “Eh işte!” Ama demokrasiyi, kendi siyasal ufuklarıyla sınırlayan siyasi partilerin sağcılığının ve geçmiş hukuksuzluklar yokmuş gibi, devletin ali menfaatlerini tüm hukuksal hakların üstünde tutan sağcı eğilim sık sık metnin içinden başını çıkarttığı için “Yetmez, eksik ve hatalı.”
2010 referandumunda hemen hiçbir olumsuz madde yokken, “Hayır, hayır!” diye bağıranların, bu değişiklik önerisi karşısında hayırhah tutum almaları ya bir değişikliğin içinde dindar siyasiler varsa buradan olumlu hiçbir sonuç çıkmayacağı yönündeki fikri sabitleriyle ya da Saadet Partisi, Babacan ve Davutoğlu’nun temsil ettikleri geleneğin ne olduğunun unutulması ve faşist bir partiden kopup gelen, bu geçmişle zerre yüzleşmeyen, göçmen düşmanlığının bayraktarlığını yapan İYİP’e hayırhah bakılmasıyla açıklanabilir.
Şenol Karakaş