Erdoğan'ın başörtüsü tartışmasında Kılıçdaroğlu'na verdiği yanıt, Kılıçdaroğlu’nun solunda olduğunu sananların aslında onun ne kadar sağında olduğunu da gösterdi. Hem Bahçeli hem de Erdoğan, önce “bu sorun zaten çözüldü, bu provokasyondur” deseler de daha sonra Erdoğan, çözüldüğünü söylediği sorunun çözümü için “anayasaya koyalım” diyerek, Kılıçdaroğlu’nun sahasına adım atmak zorunda kaldı. Böylece Kılıçdaroğlu, iddia edilenin tersine, AKP liderliğinin üzerine çökmüş olduğu başörtüsü mücadelesinin üzerindeki gölgeyi kaldırıyor. AKP’yi bu mücadeleyi kullanamaz hale getiriyor. Bu sorunu çözdük çıkışlarına o zaman neden anayasal ya da yasal bir hale getirmediniz diyor. Hatta Erdoğan’ın verdiği yanıtın, süreci uzatmaya dönük olduğunun da altını biz çizebiliriz. Hem başörtüsü takanların haklarının yasal garanti altına alınması, hem de başörtüsü takmayan kadınların nasıl isterlerse öyle giyinebileceklerine yönelik baskılara karşı önemli bir manevra bu.
Üstelik Erdoğan’ın, “biz gidersek neler olur neler” tehdidini de boşa çıkartan adımlardan birisi. Madem siz gidince kazanımlarımızı kaybedeceğiz, o vakit şu haklarımızı sizin üstün iktidarınızın değil, herkese eşit mesafede olan hukuk ve yasalar nezdinde tescilleyelim demek artık çok kolay.
CHP’nin gündeme getirdiği ve başörtüsü sorunu olarak ele alınan mesele, elbette Türkiye’de özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak kadın haklarında ne kadar geri adımlar atabileceğini gösteren iktidarın gözünü net bir şekilde diktiği kadın özgürlüğünün şiddetle kısıtlandığı dönemde yaşanıyor olması, “şimdi Kılıçdaroğlu bunu da nereden çıkarttı” serzenişlerine neden oldu. Oysa bu adım ne İstanbul Sözleşmesi için mücadele etmeyi zorlaştırıyor, ne kadın özgürlüğünün baskı altına alınmasına karşı mücadeleyi bulandırıyor. Tersine, kullanmasını bilen açısından çok önemli bir demokratik hamle bu.
Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü çıkışı gündemi bütünüyle sarstı. Ne kadar tersini iddia etseler de yandaş basın da Kılıçdaroğlu’nun önerisini tartışmak zorunda kaldı. CHP’nin Erdoğan’a pas attığını yazarak CHP liderinin çıkışının Erdoğan karşısında hiçbir anlamı olmadığını iddia eden “gereğini yapan” gazeteciler ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar, son bir haftanın oyun kurucusu Kılıçdaroğlu ve onun başörtüsü konusunu ele alışı oldu.
Helalleşme sürecinin bütünü, bir gazetecinin çok uzun süre önce iddia ettiği bir gerçeği doğruluyordu. Bir grup parti yöneticisi; CHP’nin tabanı, ara kadroları ve üst yöneticilerin bir kesimiyle bir anlaşma yapmış gibi görünüyor. Bu, seçimi kazanma anlaşması. Seçimi kazanmak için her hamleyi sineye çekme anlaşması. Partinin geniş kesimleri inandığı için değil, parti yöneticileri etrafında toparlanan grup, seçimi kazanmanın yolunun bu olduğunu düşündüğü için bir helalleşme sürecine sessiz kalıyor. CHP ne kamuya açık helalleşme toplantıları yapıyor ne de helalleşmeyi bir yüzleşme sürecinin parçası olarak ele alıyor. Ama bu konu sık sık gündeme geliyor.
Bu helalleşme sürecinin en somut adımlarından birisi başörtüsü konusunda Kılıçdaroğlu’nun son hamlesi oldu.
Daha laf ağzından çıkmadan Kılıçdaroğlu sağdan soldan saldırıya maruz kaldı.
CHP’nin solunda olduğunu düşünenlerin hazin durumu
Önce muhalefetin muhalifi olduğu, CHP’den daha solda olduğu düşünülen yapılardan, “bunlar eskiden bu kadar da değillerdi” dedirten çıkışlar geldi. Sözde radikal sol özde ulusalcı sosyalist olan bu çevrelerin ortak özelliği, başörtüsü özgürlüğünü gericilikle itham etmeleri oldu.
Birisi, “türban tartışması kılık kıyafetle ilgili bir tartışma değildi. O tartışma sistematik bir şekilde Türkiye'de laikliği ayaklar altına alıcı hamlelerin yapılması için kullanıldı. Bizim itirazımız onadır.” diyerek, başörtüsünü yasaklayan değil de başörtüsü yasaklananların talebinin laikliği ayaklar alına almak için kullanıldığını dile getirebilecek kadar memleket yakın tarihinden habersiz olduğunu gösterdi. Darbeci gelenek başörtüsünü yasakladı mı?
Yasakladı!
Gerisi laf-ü güzaf!
O tartışma, başörtüsü takanlar tarafından değil, başörtüsüne saldıranlar tarafından çıkartıldı.
Solcu olduğunu iddia eden bir partinin öncülerinden birisi ise T24’teki habere göre şunları söylemiş: “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘başörtüsü’ hamlesi, CHP’nin Cumhuriyet’e ilişkin yeni bir harakirisinden başka bir şey değildir… Sağcılık yarışı ile kazanacağını zannetmek, tükenmiş ve geride kalmaya mahkum sağın taklidini yaparak oy kazanacağını ummak büyük bir yanılgıdır.”
TKP’lilerin görüşüyle bu çevrenin görüşünün bire bir örtüşmesine şaşırmaya gerek yok. Ne de olsa daha bir ay önce “"Büyük zaferin 100.yılında, Mustafa Kemal önderliğinde bağımsız bir cumhuriyetin yolunu açan Kurtuluş Savaşı’nı selamlıyoruz” diyenler bu çevreler. Tıpkı seçim ittifakı kurdukları arkadaşlarının şu 30 Ağustos açıklaması gibi: "30 Ağustos, emperyalizme ve emperyalizmin işgal planlarına karşı verilen ulusal kurtuluş savaşının tarihidir. 100. yıldönümünde 30 Ağustos’un anlamı, ülkenin bağımsızlığı ve kurtuluşu için anti-emperyalist mücadelenin yükseltilmesinden geçer.”
Müthiş bir antiemperyalist mücadele Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından verilmiş diyenlerin, bugün başörtüsünü hilafetle eş tutmaları, bu konuda bir adım atmaya çalışan Kılıçdaroğlu’nu da sağcılığa teslim olmakla suçlamaları gayet normal.
Sol içinde uzun zamandan beri, solculukla pek ilgisi olmayan sol Kemalizm ilerici olmakla eş tutuluyor. Oysa bu toplumun en kös, en geri, en yoz siyasal eğilimlerinin başında, sol kavramlarla süslenen bu Kemalizm türü gelmektedir. Çünkü bu saplantılı ve kutuplaştırıcı devlet laikçiliği, antiemperyalist bir Kemalizm güzellemesi yaparken, şu sorulara hiçbir şekilde yanıt verememekteler: O muazzam, o müthiş antiemperyalist şahlanış ve 1923 devriminden ne kadar sonra karşı devrim oldu? 1925 yılında Kürtler kesilmeye, Takrir-i Sükun’la insanlar asılmaya başlamıştı. Şimdi bu süreç devrimin mi parçası karşı devrimin mi? Başörtüsü meselesini tartışırken özlemle anılan Kemalist altın çağ hakkındaki köhnemiş açıklamaları bir kenara bırakıp, helalleşme-yüzleşme bağlamında Kılıçdaroğlu’nun çıkışına yakından bakmak daha faydalı olacak.
Türkiye mi laikti?
TİP sözcüsü Kadıgil meclis kürsüsünden arka arkaya şöyle şeyler söyledi: “Başı açık-kapalı fark etmeksizin tüm kadınların hayatını cehenneme çevirenlerle, kavgayı vereceğiniz ilk ve vazgeçilemez en büyük cephe laikliktir!...Kırmızı çizgisini buraya çekmeyen her çizgi kaybetmeye mahkumdur!”
Burada birden çok hata var. Adında “işçi” olan bir parti açısından, ilk ve vaz geçilmez en büyük cephe diyerek laikliğin sayılması bu partinin takdirine kalmış bir değerlendirme. Ama işçi sınıfı açısından vaz geçilmez en büyük cephe, işçi sınıfının tüm düzeylerde birliği ile oluşacak olan sınıf cephesidir ve dindar-dindar olmayan işçiler, tüm kimliklerden ezilenler bu cephenin asli ögeleridir. Kırmızı çizgisini burada çekmeyenler, devletçi bir Kemalizm’i savunmak zorundadır. Bu partinin genel başkanı da “Laikliği savunmayan hiçbir siyasi parti bu ülkede halkın gerçek özgürlüğünü sağlayamaz” dedi konuyla alakalı konuşmasında.
Halkın özgürlüğünü, bir parti değil işçi sınıfının kendi eylemi garanti altına alabilir ancak. Önce bunu hatırlamakta fayda var. Alaturka sol iddialar, halkın özgürlüğüne dair tumturaklı ama bomboş konuşmalardır.
Başörtüsü özgürlüğünü laiklikle karşıtlık içerisinde değerlendirenler, tam çaplı bir şekilde çuvallıyorlar. Mustafa Kemal döneminin fikirlerini ilericilik adına savunan Kemalist Emre Kongar gibi tiplerin refleksi de aynı şekilde, başörtüsü özgürlüğünü savunmayı laikliğe karşı bir girişim olarak ele alıyorlar.
Bu çevrelerin, “Siyasal İslam’la uzlaşılmaz, siyasal İslam’la mücadele edilir” derken, İslam, siyasal İslam, faşizm gibi kavramları, bu hareketlerin kitlesel zeminlerini, programatik ve örgütsel yapılarını bütünüyle birbirine karıştırmaları farklı bir tartışma konusu.
Daha vahimi ise bu arkadaşların tartışırken, özellikle son yıllarda artan direnişlerde en önde yer alan kadın işçilerin birçoğunun başörtülü olmasına özen gösterememeleri. Gösterememeleri diyorum, çünkü ellerinden gelmiyor, ideolojik görüşleri engelliyor, kötü niyetleri değil. Acaba 2019 yılının şubat ayında haftalarca direnen Flormar işçilerini ziyarete gittiğinde bu türden sol düşünce dünyasına sahip olan solcular ne diyordu başörtülü kadın işçilere? Önce “gericilik yapmayın da şu başörtünüzü çıkartarak işe başlayın!” demiyorlardı her halde. Gericilik ve başörtüsü ilişkisi nasıl kuruluyor? Ne zaman gerici oluyor kadınlar? Örneğin İran’da bir gün önce gerici olan kadınlar başörtüsünü açtığı gün mü ilericileşiyor? Başörtüsünü gönüllü takmasına rağmen İran’da eylemlerde yer alan kadınlar gerici mi ilerici mi? Flormar işçisi kadınlar ses getiren direnişlerine rağmen özünde gerici miydiler? Hem başörtülü hem de LGBTİ+’ların haklarını savunan kadınlara ne diyeceğiz?
Bu tartışma çok saçma gibi görünüyor değil mi? Gerçekten de çok saçma. Bu başörtüsüne özgürlük hamlesini sağcılık ve gericilikle eş tutanlar, belki de saha araştırması yapıyoruz diyen araştırmacıların görüşlerini dikkate alsalar. “Bir müddettir … İzmit’te, muhafazakâr kadın işçiler arasında bir saha çalışması yürütüyoruz. Türbanın bugün bile kadın işçiler arasında önemli bir mesele olduğunu gördüğümüzde şaşırmıştık gerçekten. Gerek eski deneyimler gerek bugün deneyimlemeye devam ettikleri kadın işçiler açısından çok canlı, kimlikleriyle ilgili esaslı bir mesele. Ve evet, CHP siyasetine mesafelendikleri önemli husus bu oluyor.” Bu mesajı atan araştırmacının vardığı sonuçlardan birisi yanlış olsa da işçi sınıfının derinlerinde çeşitli kimlik meselelerinin, konumuz bağlamında başörtüsü sorununun nasıl bir etki yarattığını, bu etkinin güncelliğini koruduğunu aktarmış oluyor.
Elbette önemli olan sınıf mücadelesinin aşırı fakirleşmeye karşı an be an örgütlenmesi. Bu örgütlenme olmadan, sadece başörtülü kadın işçilere seslenmek sınıf hareketine büyük bir dinamizm katmaz. Ama demokratik bir alanın açılması, hem sınıf içinde başörtülü kadınların rahat nefes alması hem de genel örgütlenme düzeyinin genişlemesi açısından bir dizi kapının aralanması için bir katkı yapabilir.
Ya bizim 6’lı Masa
Bu arada görüşlerini aktardığım siyasi çevre dışında HDP merkezli kurulan Emek-Özgürlük İttifakı da başörtüsü konusunda çuvallamış oldu. Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), sosyal medya hesabından yayımladığı açıklamada Türkiye’de başörtüsü gibi bir sorun olmadığını; ancak genel olarak bir laiklik sorunu olduğunu belirtti. Ayrıca TÖP, yaptığı açıklamada vatandaşları “laiklik ve özgürlük için birleşmeye” davet etti.
EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz de teminat altına alınması gerekenin başörtüsü hakkı değil, laiklik olduğunu söyledi. İttifaktan iki parti hiçbir açıklama yapmazken, ittifakın motor gücü HDP ise çok doğru bir tutum aldı: “Bizim başörtüsüyle ilgili geçmişte de herhangi bir sorunumuz olmadı, yarın da herhangi bir sorunumuz olmayacak” diyen HDP özcülerinden Saruhan Oluç, “Halkımızın bu konuda savunduğu değerleri bizim için önemlidir. Dün başörtüsü için mücadele eden kadınların yanındaydık, bugün de başörtüsü takmasına rağmen coplanan kadınların yanındayız. Başörtüsüyle ilgili yasal ve anayasal bir değişikliğe biz varız. Bu konuda herhangi bir sıkıntımız yok.”
Bu da daha önce değinmeye çalıştığım gibi “Sadece seçimlere endekslenmiş bir yan yana geliş, seçimlerde muhalefetin işini “kolaylaştıracak” birleşik mücadelenin kitlesel bir şekilde örülmesi için yeterli olamaz.” Başörtüsü konusundaki gelişme, bu ittifakın esas olarak seçime odaklanmış olduğunu da gösteriyor. Seçimlerin politik sürecin bir parçası olarak değil, başlı başına bağımsız bir politik süreç olarak ele alındığı ve seçim deklarasyonlarının parlak cümlelerinin gerçek siyasi gelişmelerin sıradan adımlarının gölgesinde kalmaya mahkûm olduğu da bir kez daha görülmüş oldu.
Bir sonraki yazı: Laikliğin bekçisi olan zinde güçleri unutmayın!
Şenol Karakaş
Fotoğraf: 28 Şubat darbesinin yasağına karşı başörtüsüne özgürlük eylemleri, 1997