Dünyadaki otoriter sağcı liderler ile faşist liderlerin birinci gündemi göçmenlerdi ve hâlâ göçmenler:
Trump ile ilgili son iddia, sınırdan geçmeye çalışanların bacaklarına ateş edilmesine dair. Daha nicelerini bildiğimiz için bu iddia kulağımıza gerçekçi geliyor.
Danimarka billboardlarında, Suriyelileri ülkelerine, dolayısıyla ölüme gönderme propagandası yapılıyordu ve hâlâ bu konuyla ilgili gündemleri sıcak.
Faşist Le Pen’in oylarının artmasının nedeni göçmen düşmanlığı.
İngiltere’de Ruanda meselesinde büyük rolü olan Priti Patel’in “burası bizim ülkemiz” diye bağırması ve sağcı iktidarın göçmenleri taşıyan botları durdurma görevini taşeron bir firmaya vermesi.
Ve bu saydıklarımın daha niceleri.
Peki, kendine sol diyen CHP ve CHP lideri Kılıçdaroğlu ne yapıyor? Yukarıdaki sağcı ve faşistlerden farkı ne?
Her konuşmasında göndermekten bahsediyor, faşistler tarafından provoke edilen halkı yatıştırmayıp Bolu belediye başkanı gibi bir faşisti partisinden ihraç etmekten kaçınıyor.
Muhalefet partileri bu günlerde seçime hazırlanırken bir bir iktidar olduklarında yapacaklarını sıralıyorlar. Birinci sırada parlamenter sistem var, ikinci sırada da göçmenler. Liste ekonomi, yolsuzluk, adalet vs. gibi kavramlarla devam ediyor. Halkın önceliği ekonomi olsa da ucuz politikaların sonucunda göçmenler hedef tahtasında. Türkiye’nin tek sorunu sanki göçmenlermiş gibi; sokakta, masada, evde konuşulan Suriyeliler, Afganlar. Parlamenter sistemin dağılmasında da, ekonominin bozulmasında da, adaletin zayıflamasında da, yolsuzlukların artmasında da göçmenlerin etkisi sıfır, sıfır, sıfır.
Tüm sorunların kaynağıymış gibi bir algı yaratılıyor ve bu algıyı düzeltmek için siyasiler hiçbir şey yapmayıp seçmene algılarında haklıymış gibi davranıyorlar.
Sayıları az olsa da göçmenlere oturum izni ve vatandaşlık veriliyor. Verilmesi de sorun. Ve sorun olmasının birinci nedeni oylarının AKP’ye gitme kaygısı. Özellikle de değerli Türkiye küçük burjuvazisinin, orta sınıfının, statükocuların kaygısı. Muhalefetin özellikle de ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nun sol olarak(!) bu noktada tarihi bir misyonu var. Stephan Zweig’ın* sözüyle bu, onun yıldızının parladığı an olabilir. Kılıçdaroğlu seçmene tabii ki kulak verecek ama o bir lider. Yanlış bilinenleri ve kötü algıları değiştirme, gerçekleri saptırmadan anlatma sorumluluğu var. Eminim “mış gibi” değil de aklın ve vicdanın sesini dinlese, gerçekten yıldızı parlayacak.
Türkiye halkı merhametli ve yardım severdir ancak her halk gibi yanlış bilgilendirildiğinde tepkisel olabiliyor. Muhalefet, oturum izni ve vatandaşlık alanlara güvence verse; ötekileştirmeden, gerçeklerin üstünü kapatmadan, ırkçı partilerin söylemlerini yalanlayan, saptırılmış bilgileri düzelten, göçmenleri sosyal hayata entegre eden bir tutum izlese, hem göçmenlerden hem de Türkiye halkından alacağı oylar artacaktır.
Türkiyeli seçmen cesur politikacılardan hoşlanır. Kılıçdaroğlu’nun gerçekten de yükselen bir yıldızı var, ama bu yıldızın parlaması; göçmen, Kürt, eşcinsel ve kadın hakları konusundaki tavrına bağlı. Demirtaş gibi cesur olmasına bağlı. İnsanlara güven verecek konuşmalar yapması, seçmenin nabzına göre (ki bu nabız yanlış bilgilerle yükseltiliyor) değil; insanca, adil, kucaklayıcı ve helalleşmeye gerek kalmayacak adımlar atması onu ileriye taşıyacaktır.
Ve yeni CHP’yi “mış” gibi değil de iddia ettiği sol, sosyal demokrat partiye dönüştürme şansı var.
Zweig’ın hem dünya barışına katkısına hem eserlerine kulak vermek önemli. Ya Gandi gibi ya Zweig gibi olmak ya da otoriter sağ politikacıların yolundan gitmek. Seçim Kılıçdaroğlu’nun.
Figen Dayıcık Fırat
* Yıldızının Parladığı Anlar- Stephan Zweig