Demirtaş’ın önerileri üzerine kaleme aldığım bu son yazıda, ilk iki yazının tersine, bu kez Demirtaş dahil solun Kürt sorununun çözümü için esaslı eksiklikleri üzerinde durmaya çalışacağım. İlk yazıda iktidarın Kürt sorununu militarist yöntemlerle baskılamasının arka planına, ikinci yazıda ise 6’lı ittifakın demokrasiyle, bu açıdan da Kürt sorununun çözümüyle alakasına değinmeye çalışmıştım.
Açmazlar
Demirtaş olağanüstü keskin yeteneklere sahip bir sosyalist olarak cezaevinden siyasal süreçlerin bam teline basan tartışmalar yapmayı başarıyor. Önerileri bu yüzden bu denli yoğun bir şekilde tartışılıyor. Ama, tıpkı aylar önce HDP’nin açıkladığı deklarasyonda olduğu gibi Demirtaş’ın önerilerinde de gerilimli alanlar var. O günlerde kaleme aldığım bir yazıda, HDP’nin tutum belgesinin açıklandığı konuşmada, eşbaşkanların “bir ittifaka kapıları kapatmış olmuyor. Hem ittifaklara açık olduğunu, hem sekterlik etmeyeceğini, hem bir ittifak bileşeni olarak görülmese de iktidara karşı muhalefet ittifakını zedelemeyeceğini ama aynı zamanda Kürtlerin de elinin boş durmayacağını, Kürt seçmenin itelenmesi istenmiyorsa deklarasyonda dile getirilen çerçevenin zorlanmaması gerektiğini” söylemiş olduklarını vurgulamaya çalışmıştım. [1]
Benzer bir tutumu Demirtaş’ta da gözleyebiliyoruz. Seçime 10 ay kalmışken, aynı anda hem bir demokrasi ittifakının öneminden söz ediyor hem de 6’lı muhalefete bir dert anlatmaya çalışıyor.
Böylece bir yandan hem tüm topluma sesleniyor hem de ana muhalefet partilerinin liderliklerine ve tabanına özel mesajlar yollamış oluyor, yoğun Türk milliyetçisi propagandanın etkisi altında kalanlara, Kürtlere, sosyalistlere, sivil toplum kuruluşlarına, PKK’ye, devlete ve 6’lı ittifaka mesajlar yolluyor [2]. Ama açmazların birincisi tam da burada görünür oluyor. Ne kadar çok yönlü vurgular yapılırsa yapılsın, akılda kalan, seçimler için sürdürülen tartışma oluyor.
Seçimler için sürdürülen muhalefet içi genel tartışmanın birinci başlığı, cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda bitirip bitirememek. Bunun için muhalefetin birden fazla aday çıkartmaması ve belirlenecek adayın da seçim kazanma kabiliyetine sahip olması çok önemseniyor. Bu nedenle tüm siyasi öznelerin tartışmaları, esas olarak bu bağlamda ele alınıyor. Buna “bu seçimler çok önemli” açmazı adını verebiliriz. Bu açmaz, son on yıldır hemen her seçim döneminde, sağ fikirlerin toplumun geneline yayılmasında çok kritik bir rol oynuyor. “Bu seçimler çok önemli, Sarıgül’e oy vermemiz lazım, bu seçimler çok önemli, ‘Ekmek için Ekmeleddin’, bu seçimler çok önemli ‘bas geç!’, bu seçimler çok önemli, HDP bağımsız adaylarla katılmalı, parti olarak katılmamalı seçimlere.” Böyle uzayıp gidiyor.
Bu arada, bu seçimlerin “bu sefer gerçekten çok önemli olduğunun” altını çizmeliyim. O kadar önemli ki seçimler, seçim ittifakı sadece kimin aday olacağı tartışmalarına indirgenemez bu yüzden.
Seçimler, seçimlere bırakılamayacak kadar önemliyse, Demirtaş’ın önerilerine bir de bu açıdan bakmalıyız.
İkinci açmaz: günlük mücadeleler ne zamana kadar ertelenecek?
Geçtiğimiz hafta tüm TV kanalarında her konunun uzmanı gibi bağırıp çağıran adamın birisi ilk kez haklı bir şekilde avaz avaz bağırıyordu. İktidarın elinin halkın kursağında olduğunu ve aşırı bir fakirleşme yaşandığını, böyle bir durumda her şeyin seçimlere ertelenmesini anlayamadığını söylüyordu. Gerçekten de hesabının sorulması için 10 ay beklememize gerek olmayan, 10 ay bekleyemeyeceğimiz, hemen harekete geçilmesi gereken bir dizi siyasi ve ekonomik başlık var.
Bunlardan birisi, ırkçılık. Dozu artırılmış Türk milliyetçiliğinin göçmen düşmanlığının arkasına sığınarak palazlanan hali olan ırkçılık, pirüpak ırkçı bir partide vücut bulmuş halde. O adam ve partisi, çok açık ki kitlesel bir katliam peşindeler. Bunu öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. O adam ve partisinin görünür olmaya başladığı dönemle göçmenlere karşı tek tek ve toplu linç girişimlerinin artmaya başladığı tarih aynı. Her gün bir yerde bir göçmen ya öldürülüyor ya dövülüyor ya da hakarete uğruyor. Utanmazlık bunun neredeyse kanıksanmasında. Dev bir göçmen dayanışması ağının inşası, seçimlere de herhangi başka bir beklentiye de kurban edilemeyecek kadar önemli. Üstelik bir önceki yazıda değinmeye çalışmıştım, kendileriyle cumhurbaşkanlığı seçimleri için çeşitli pazarlıkların sürdürüldüğü partilerden ikisinin liderliği, CHP ve İYİP, göçmenleri iktidarı köşeye sıkıştırmanın aparatı olarak kullanmakta hiçbir beis görmüyorlar.
Yeni yayınlanan bir araştırma, helalleşme çağrılarıyla “gönüllerde taht kuran” Kılıçdaroğlu’nun mülteciler konusunu istismar etmekte şampiyonluğa koştuğunu gösteriyor: “dikkat çeken noktalardan biri 2016, 2020 ve 2022 yıllarında siyasi liderlerin mülteci meselesine dair yaptıkları konuşmaların artış göstermesi. Bir başka önemli nokta ise 2015’ten itibaren mülteci konusuna gitgide daha az değinen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2022’de konuya en çok değinen lider olarak karşımıza çıkması.” [3]
Geçen sene Altındağ’da son anda büyük bir faciaya dönüşmesi engellenen pogroma benzeyen bir göçmen karşıtı nefret dalgası örgütlenirken, bu dalgayı püskürtmek için seçimleri beklemeye gerek yok. Kaldı ki seçimlerden sonra, solun en geniş kesimlerinin de arzuladığı gibi Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı, Akşener Başbakan, Babacan ekonomiden sorumlu bakan, Davutoğlu da dışişlerinden sorumlu bakan olmuşken nasıl bir geçiş süreci öngörebiliriz? Seçmenlerine, göçmenleri evlerine göndermekten başka hiçbir söz vermeyen, bu nedenle de ırkçıların, göçmenlerin başa bela olduğu yönündeki argümanlarına kapı aralayan bu liderliklerden ne bekleyebiliriz?
İşte seçimler bu yüzden seçimlere ertelenemeyecek kadar önemli. [4]
İkinci konu ekonomi. Bu konuda yazıyı sayılara, oranlara boğmaya gerek yok. Ama ENAG’ın açıkladığı enflasyon oranlarını veri alırsak, toplumda muazzam bir fakirleşme yaşanıyor. Yüzde 160 oranında fakirleştik. Asgari ücrete yapılan zamlar açlık sınırının altında yaşayan milyonlarca insan olduğu gerçeğini en fazla bir ay gölgeleyebiliyor. “Bu kadar göstere göstere yapıldığını görmemiştik” diyebileceğimiz bir şekilde, doğrudan işçilerin kursaklarından alıp sermayeye aktaran bir iktidar var ve ekonomik krize dair alınan her önlem, krizi daha da derinleştiriyor.
Geçtiğimiz Eylül ayından Mart ayına kadar bu fakirleşmeye karşı toplumun çok çeşitli kesimleri öfkesini dışarı vurdu, özellikle sendikasız işyerlerinde işçiler bir mücadele dalgası başlattılar. Bu dalganın göbeğinde ana muhalefet, sokağa çıkmamak gerektiğini vaaz etti. Hareket örgütlü işçi sınıfının daha yığınsal, daha örgütlü, daha birleşik bir hareketine dönüşemedi. Bu elbette sadece 6’lı muhalefetin “aman sokağa çıkmayalım, iktidarın işine yarar” diye düşünmesi nedeniyle olmuş değil. Ama emek örgütlerinin örgütlediği 1 Mayıs’a katılım, Kaftancıoğlu’na siyaset yasağı getiren karara karşı CHP’nin örgütlediği mitingin dörtte biri kadardı. CHP mitingi de bütünüyle bir işçi emekçi-emekli mitingiydi. Bu özellikle CHP’nin işçi sınıfı nezdinde, hatta ne yazık ki giderek sol nezdinde de bir çağrı gücü olduğunu gösteren bir gelişme ve 6’lı muhalefet ittifakının da esas belirleyici gücünün CHP olduğunu düşünürsek, bu partinin sokağa çıkmayı seçimler öncesi kargaşa çıkmasını istemeyerek sürekli ötelemesinin yoksulluğa karşı patlayan ve Trendyol, Yemeksepeti gibi işyerlerinde görünür olan mücadelelerin neden yalnız bırakıldığını açıklayan etkenlerden birisi olduğu anlaşılır. Öğrencilerle başlayan ve hızla İstanbul işçi sınıfının bütününe sirayet eden barınamama sorununa büyük bir dalgayla yanıt verilememesinin nedenlerinden birisi de bu.
Sadece işçi sınıfı ve ekonomik kriz alanında değil, Sedat Peker’in ifşalarının ardından da tüm toplumda mafya-devlet-derin devlet-rüşvet-yolsuzluk sarmalına karşı büyük bir öfke açığa çıktığında, muhalefet çekirdek çitleyerek ifşaların iktidarı hızla yıpratacağını düşündü, atıl kaldı.
Seçime dair, 6’lı masa ile sosyalistler arasındaki her pazarlık, her mesajlaşma, sokakta milyonları içine çekecek bir hareketin inşa edilmesini engelliyor.
Üçüncü açmaz: Bunlar eski isimler değil mi?
Ana muhalefetin tüm bileşenleri, yaşlarından bağımsız olarak, siyasetin içindeki eski isimler. Akşener de eski, Babacan da Davutoğlu da eski, Saadet Partisi de.
Akşener, şimdi başında olduğu parti faşist bir örgütlenme olmasa da, üyesi olduğu faşist partiden o parti faşist olduğu için değil liderlik yarışı nedeniyle ayrılan bir isim. Üstelik devletin çeşitli kademelerinde rol oynamış bir isim. İttifakın tüm bileşenleri bu açıdan eskinin temsilcisi.
Yeni bir siyasal mimari, demokratik bir açılım bu siyasi figürlerin altından kalkabileceği bir hedef değil bu nedenle. En sempatik görünen Kılıçdaroğlu’nun sabah helalleşme dedikten sonra, akşam “helalleşme böyle mi olur” dememize neden olan açıklamalar yapması da bunun bir kanıtı.
Demirtaş, bir yandan partiler dışındaki muhalefete seslenirken bir yandan da seçim ittifakları tartışmasına dair açıklamalar yaptığında, sorun kaçınılmaz bir şekilde seçim ittifakları meselesine düğümleniyor. Tekrara düşmemek için, yine HDP deklarasyonuna dair yazımdan aktarmam gerekirse:
Ezilenlerin öfkesinin ne zaman sosyal bir harekete ya da patlamaya, bu patlamanın ise ne zaman sosyal bir devrime dönüşeceğini bilemeyiz kuşkusuz ama bugünden, işçi sınıfının saflarında böyle bir sürecin inşa edilmesi için mücadele örgütlemek zorundayız. Önerilerimiz, işçi sınıfını harekete geçmeye teşvik eden, hareket halindeki kitlelerin mücadelelerini birleştirmeyi hedefleyen bir öze sahip olmalı. Trump’ın büyük bir mücadele dalgasının ürünü olarak yenilmesi, tüm dünyada otoriter liderlerin, sağcıların yarattığı politik iklimden kurtulmak isteyen insanlara umut verdi. Bu umut, işçi sınıfının eylem kapasitesini güçlendirmek üzere, ses çıkartan her toplumsal kesimle dayanışma ağlarını örgütlemek üzere işlev görmeli. AKP iktidarını yenecek olan, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ilkeleri etrafında bir araya gelen siyasal partiler olmayacak. AKP iktidarı, sistem içi bu tür düzenlemelere adapte olabilir. Siyasal gelişmeler matematiksel denklemlere indirgendiğinde, bu alanın uzmanı olan AKP liderliği, çeşitli kurnazlıklarla gelişmeleri zorlayabilir. Yapılması gereken, eylem kapasitesini artırmış ve toplumun tüm ezilenlerine, tüm öfkelilerine kendi mücadelesiyle platform yaratacak işçi sınıfının kitlesel hareketini inşa etmektir. İşte AKP böyle bir hareketin karşısında duramaz. Böyle bir hareket, AKP liderliğinin siyasal kurnazlığını işlevsiz hale getirecek bir dalga halini alma potansiyeli taşıyacaktır. Gezi direnişi hem devletin hem AKP’nin kimyasını bozdu. 15 Temmuz darbe girişimine karşı direnişin hızla sönümlenmesi, kitlesel enerjinin Yenikapı ruhuna havale edilmesi gerekti. Şimdi, iktidar milyonları içine çeken bir direnişle karşı karşıya kaldığında, mevcut yıpranmışlığıyla ‘karşı-algı’ oluşturabileceği tüm cephaneleri yitirmiş vaziyette. Örgütlenme çabaları, ittifak girişimleri, hareketin umut veren yanı gözetilerek, bu hareketi inşa etmek üzere odaklanmak zorunda. İttifak çalışmaları, eski parlamenter yapının nasıl daha demokratik olacağına ya da seçimlere değil, önüne geçilemez bir eylem zincirinin nasıl inşa edileceğine yoğunlaşmalı. İşçi sınıfı hareketinin geri düzeyi, sınıf içinde öfke kadar karamsarlığın da var olmasından, “artık yeter!” duygusu kadar, “ne yapabiliriz ki?” sorusuna cevap verilemiyor olmasından da kaynaklanıyor. 23 Haziran seçimlerinde net bir şekilde görülen AKP tabanının çözülme eğilimi şiddetlenir ve iktidar kanadının kanaat önderlerinde yenilgiye dair bir endişe hâkim hale gelmeye başlarken, bu eğilimi, eski dönemin siyasal figürleri ve her biri egemen sınıfın bir programını savunan partilerin ittifakı etrafında kurulacak parlamenter düzenlemelerle değil, kendi yanına çekebilecek doğrudan üreticilerin doğrudan eylemlerinin örgütlenmesine yardımcı olacak ittifaklar lazım. Böyle bir ittifak artık Türkiye işçi sınıfının nesnel bir parçası olan göçmen işçileri de hak ettiği özne pozisyonunda ele almaya yardımcı olacaktır. [5]
Dördüncü açmaz: Türk milliyetçiliğiyle temas
Kuşkusuz Demirtaş da iktidarın Türk milliyetçiliği konusunda gemi azıya aldığını yakından izliyor. Türk milliyetçiliği, muhafazakar-İslami sosa bulanarak tüm toplumun üzerine boca ediliyor. Muhalefet, siyasal kökenleri nedeniyle halihazırda Türk milliyetçisi. Bu nedenle Demirtaş, tıpkı diğer zeminlerdeki Kürt hareketi temsilcilerinin zaman zaman yaptığı gibi yeni bir çözüm süreci çağrısı yaparken, özellikle muhalefetin milliyetçi hassasiyetlerine dikkat ediyor.
Toplumdaki terör korkusunu ve HDP’nin bölücü bir parti olduğu algısını kaldırmak için, diyor Demirtaş; “Daha fazla üretmeliyiz. Çünkü buna gerçekten inanıyoruz. Dolayısıyla gerçekten inandığımız şeyi daha somut ve cesurca gösterebilmeliyiz. Örneğin, Çanakkale Şehitliğini ziyaret ederek çiçek bırakmayı, dua etmeyi, orada yatanlar gibi yan yana durmamız gerektiğini göstermek isterim. Bunun gibi somut bazı mesajlar toplumu rahatlatır ve toplumun tüm kesimleri derdimizi, çözümlerimizi daha içten dinlemeye başlar. Biz bu silah, şiddet, savaş meselesini kalıcı olarak ve diyalogla, ikna yoluyla çözebiliriz. HDP’nin buna gücü var ve bunu Türkiye toplumunu daha fazla kucaklayarak yapmalıyız ki, demokrasiyi büyütecek toplumsal zemini ve desteği yakalayabilelim.”
Burada bir dizi hata aynı anda yapılıyor. Biri, mağdurun, zalimin hassasiyetlerini kollamak zorunda kalması. Oysa böyle bir zorunluluk yok, olamaz.
HDP bölücü bir parti mi? Hayır.
HDP terör örgütü mü? Hayır. Yasalara göre kurulmuş ve onlarca vekili, 6,5 milyon oyu olan, meclisin üçüncü büyük partisi. Bir parti, olmadığı bir şey olmakla suçlandığında, bu konuda yoğun bir kara propagandayla tüm toplum etki altına alınmak istendiğinde, elbette mağdur öyle olmadığını savunma refleksiyle anlatmaya çalışır ama egemen propagandanın etki alanına taviz vermek zorunda değildir.
Yerli-milli iktidar ideolojisi, tüm siyasal aktörlerde Kemalizm’in sempatiyle karşılanmasına neden oldu. AKP-MHP dümeni sağa çekerken tüm siyasal alan ve aktörler peşinden gittiler. Sağda kim en çok Çanakkale şehitleri vurgusu yapacak yarışmalarına, muhalefet partilerinin sınır ötesi operasyonları destekleme şevklerinin eşlik etme nedenlerinden birisi bu.
Sol bu akıntıya bütünüyle gönüllü bir şekilde teslim oldu. Bütün milli bayramlar anılmaya, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının emperyalizme karşı mücadelesi selamlanmaya, Türkiye cumhuriyetinin kuruluşundan antiemperyalist anlamlar çıkartılmaya başlandı. Son dönemlerin en çok umut vaat ettiği söylenen sol örgütünün sözcüsü bu partiye geçerken Mustafa Kemal’den çok şey öğrendiklerini söylemişti, Rusya’nın Ukrayna işgali, Kemalizm’in sol saflara sızarken aldığı biçimlerden birisi olan Batı düşmanlığıyla birleşip inanılmaz bir Putin özürcülüğü ve hatta Putin özürcülerinin özürcülüğü olarak yansımıştı. Göçmenler ile dayanışmayı, başta DSİP’in ve birkaç sol partinin en temel görevlerden birisi olarak ele almasının nedeni de bu.
Bu yüzden Kürt devrimcilerin böyle bir çağrı yapmak zorunda olması, eğer bu çağrı, Türklük konumunu paylaşma kaygısını içermiyorsa, esas olarak Türk sosyalistlerinin, demokratlarının utancı olarak görülmelidir. Ben de aynı ittifakta olduğumuz sol partilerden bazıları her milli bayramı ve Çanakkale’yi anıp dursa, bir mesaj yollama ihtiyacı hissedebilirim. [6]
Benzetme de hata olmaz ama kadın cinayetlerinden dolayı kadınların, kadın örgütlerinin, LGBTİ+’lara yönelik şiddetten dolayı LGBTİ+’ların egemen ahlak anlayışına, egemen normlara, uzlaşma çağrısı yapmasına gerek yoktur. Son 30 yıldır milliyetçilikten en çok çeken toplumsal kesimlerin başında gelen Kürtlerin, Demirtaş nezdinde uzlaşmaya dönük çağrıları çok anlamlıdır elbette. Ama bu çağrılardan batıda aşırı bir heyecan duyan tüm arkadaşlarımıza şunu hatırlatmamız gerekiyor: Demirtaş’ı bu çağrıyı yapmak zorunda bırakan asli öğe, bu çağrıyı yapması gereken batıdaki muhalefetin çözüm süreci için hemen hiçbir ısrarının olmamasıdır.
Apaçık bir şekilde barışın partisi olan HDP’nin bölücü olmadığını açıklamak zorunda kalması, Demirtaş’ın ilan ettiği gibi ısrarla bu konuda daha görünür işler yapmak zorunda kalmasının nedeni, barış için ısrarla mücadele eden birkaç kurumun dışında, muhalefetin Kürtleri yalnız bırakmış olmasıdır. [7]
Demirtaş’ın tartışmasının önemi
Yazının burasında, Demirtaş’ın ben ve birçok arkadaşım için vazgeçilmez cumhurbaşkanı adayı olduğunu söylemem gerekiyor. 2014 yılında “Oyumuz umuda, Demirtaş’a” kampanyasını yaparken ne düşünüyorsak, yine aynı politik güveni besliyoruz. Demirtaş’ın cumhurbaşkanı olduğu bir sistemin ne kadar özgürlükçü, eşitlikçi, genç, barışçı, işçici ve demokrat olacağını söylemeye bile gerek yok. Bu ulaşılamaz bir hayal gibi görünebilir ama Demirtaş’ın adı etrafında sürdürülen kampanya bu politik başlıkların tümünü birden kapsama yeteneğini taşıyor.
Bu aynı zamanda güncel bir tercih. Demirtaş dışında anaakım cumhurbaşkanı adaylarının neleri savunacağını tahmin edebiliyoruz. Bunlardan kimse hoşlanmıyor. Bu aday adaylarının birçoğu sağcı fikirlere sahip. Ama Demirtaş’ın neleri savunacağını tahmin etmeye gerek yok, çünkü biliyoruz.
2013-2015 arasında bizler çözüm sürecinin başarı kazanması için kampanyalar yaparken ve bu kampanyayı esas olarak toplumun rahatlaması, silahların susması ve Kürt halkının haklarının tanınması saikleriyle sürdürürken, “demokrasi olmadan barış olmaz” diyenlere, Demirtaş bugün yanıt veriyor:
Hükümet silahların susması için Öcalan ile görüşürse doğru bir şey yapmış olur. Bu ülkenin evlatlarının canlarını kurtarmak, kimsenin karşı koyacağı bir şey olamaz. Akan kanın durması AKP’ye oy getirir diye barışa karşı çıkmak ahlaken de siyaseten de yanlış olur. AKP’ye yarayıp yaramayacağını bilemem ama Türkiye toplumuna yarar, herkes nefes alır. Böyle bir durumda HDP seçmeni AKP’ye oy verir mi diye merak ediliyorsa bunun yanıtını ancak sandıkta görebiliriz. HDP seçmeni tüm gelişmeleri, muhalefetin tutumunu, her şeyi iyice ölçer, biçer ve en doğru kararı verir. Ben, seçmenimize çok güveniyorum.
Gerçekte, bu yanıt 2015 seçimlerinde verildi. Çözüm süreci HDP’nin oy patlamasında esaslı bir rol oynadı. Kürt halkının tüm bileşenleriyle savunduğu çözüm sürecinin batıda tüm siyasal kurumların ellerinden gelen tüm güçle desteklemedikleri bir gelişme olarak kalması unutulacak türden bir hata değil elbette. Şimdi, insanlar, Demirtaş’ın yeni çağrılarıyla heyecanlanmış durumda.
Kürtler, bir kez daha, batıya barış elini uzatıyor. Bunu ister Türkiye partisi olma açılımıyla birlikte yapsınlar, isterse Türk milliyetçilerinin yoğun propagandası nedeniyle çekingen davranan muhalefetin elini rahatlatmak için olsun, batıda, bize düşen, Kürt halkının uzattığı barış eline sımsıkı sarılmaktır. Bu kez çok daha kuvvetli, çok daha birleşik, çok daha cesur bir şekilde yapmak zorundayız bunu. Hiçbir seçim tartışmasına prim vermeden üstelik.
Şenol Karakaş
[1] https://marksist.org/icerik/Yazar/16641/HDPnin-deklarasyonu-Yetmez-ama-ne-yapalim
[2] Bekir Ağırdır T24’te Murat Sabuncu’yla yaptığı programda Demirtaş’ın önerilerini şu başlıklarda toparlıyordu: Türk milliyetçiliğinin körüklediği bölünme kokusuna karşı bir dil, PKK’ye silah bırakma çağrısı, HDP’nin Türkiyelileşme tartışmaları yapması, hem demokratikleşme mücadelesini seçimlerden bağımsız olarak öne çıkartması, Kürtler olmadan demokratik bir rejim inşasının mümkün olmadığı vurgusu ve 6’lı ittifakın dışında sivil toplum örgütlerine de çağrı yapması.
[3] https://atolyebia.org/haber-odasi/siyasi-liderler-multeci-meselesine-ne-kadar-deginiyor/ Bu araştırmanın yayınlandığı gün göçmenler konusunda Kılıçdaroğlu yine çok şık açıklamalar yaptı: “Suriyelilerden rahatsızız. Suriyelileri göndereceğiz. Dört aşamalı bir plan yapıyoruz. Birinci aşama Suriye yönetimiyle oturup konuşacağız.” Elbette iktidarın göçmen politikası göçmenlerin başına gelen her şeyin asli temeli. Ama lafa “Suriyelilerden rahatsızı” diye başlayan bir ana muhalefet lideri, tüm seçim tartışmalarının çok ses çıkartan içi boş bir teneke gibi olduğunu kanıtlıyor. Suriye yönetimiyle konuşacaklarmış!
[4] HDP’nin tutum belgesi hakkında yazarken göçmen noktasının altını şöyle çizmeye çalışmıştım: HDP’nin “tarihi” olduğu söylenen metninin bir yandan örtülü seçim tartışmalarında tutum aldığı bir yandan da “başka bir şey yapmak gerekir” diyenlere el salladığını gösteren kesin kanıt, göçmen meselesi. Metni üç kere dikkatle okumama (ve word haline getirip “mülteci”, “göçmen”, “sığınmacı” kelimelerini aratmama) rağmen, göçmenlerle ilgili tek bir satır göremedim. Bunu İYİP ve CHP’nin bu konudaki vicdansız, milliyetçi, ırkçı ve özellikle bir kısım İYİP yöneticisi açısından linççi görüşleriyle cepheden tartışmama isteğinin sonucu olduğunu düşünmek mümkün (tersi durumda konunun unutulmuş olabileceğini düşünmek zorunda kalırız ki bu daha da garip olur.) Göçmenler konusunda HDP’nin “göçmenler başımızın tacıdır” diyeceğini umuyoruz. Göçmenleri “gönüllü” bir şekilde geri göndereceğini ilan eden iki muhalefet partisiyle bu başlık etrafında bir tartışmaya girmek istememesi, milyonlarca göçmen işçinin en azından görünmez olması anlamına geliyor, deklarasyonun bakış açısından. https://marksist.org/icerik/Yazar/16641/HDPnin-deklarasyonu-Yetmez-ama-ne-yapalim?
[5] https://marksist.org/icerik/Yazar/16641/HDPnin-deklarasyonu-Yetmez-ama-ne-yapalim?
[6] Alper Görmüş gibi bir gazeteci bile sanırım anlatmaya çalıştığım iklim nedeniyle, şunları yazabildi Demirtaş ve Çanakkale hususunda: “Bana öyle geliyor ki bir gün Türklerle Kürtlerin eşit kardeşliğinin mümkün olduğu bir zemin oluştuğunda Çanakkale ve Çanakkale Şehitliği mutlaka sembolik-simgesel bir rol oynayacak.” https://serbestiyet.com/ozel-haber/analiz-kurtler-kurt-siyasetciler-ve-canakkale-98071/ Tam tersini düşünüyorum. Tüm ezilen halkların eşit koşullarda kardeşliği sağlanmadan ve geçmişle en temel ölçülerde bir yüzleşme yaşanmadan Türklerle Kürtlerin eşit kardeşliği mümkün olamaz. Tam demokratikleşmeden söz ediyorsak, 1915’e bakmamız gerekiyor. 1915’le yüzleşmeden inşa edilecek Türk-Kürt kardeşliği başımıza iki egemen etnik gücün bela olacağı anlamına gelir. Çanakkale Şehitliği, bir yüzleşme, demokratikleşme zemini değildir ne yazık ki. Binlerce insanın savaşta öldüğünü simgeler olsa olsa. “Kuruluş”a dair çok bir şey anlatmaz.
[7] Demirtaş’ın görüşleri arasında rejimin faşist olduğunu Hitler Almanya’sıyla eş tutarak anlattığı bölümler var. Bunlar başka tartışmaların konusu. Faşizm, yeni faşizm ve otoriterizm tartışmaları sırasında değinilebilir. Kaldı ki Demirtaş’ın cezaevinden birkaç yüz kelimeyle anlattıklarına ya da röportajlara verdiği yanıtlara destan yazarak tartışmak da çok hoş bir durum değil.
Yazının birinci ve ikinci bölümü:
https://marksist.org/icerik/Perspektif/18163/Siz-bizim-Turkiyelilestiremediklerimizden-misiniz?---I
https://marksist.org/icerik/Teori/18172/Siz-bizim-Turkiyelilestiremediklerimizden-misiniz?---II