Eski cumhurbaşkanı Turgut Özal, Tunus’a yaptığı bir seyahat sırasında bir sohbette “Zaten İslâm dini fakirliği değil, zenginliği öne çıkartır, Allah zengini sever” demişti. Bu söz, hiç de yanlış olmayan bir şekilde “ben zengin severim” şeklinde gündeme gelmişti. E, doğrusu, Allah’ın sevdiği zenginleri Özal’ın sevmemesi beklemezdi.
Nitekim, tüm iktidarı ve devlet görevleri döneminde kamusal alanın ve işçi haklarının tarumar edilmesi ve neoliberal ekonomik politikaların hayata geçmesi için elinden geleni yapan birisinin zenginleri sevdiğini ima etmesinde bir terslik yok. Aile servetlerinin artması, çocuklarının girdiği sermaye işleri Özal’ın sadece zenginleri sevmediğini, kendisinin de hızla sevilesi bir zengine dönüştüğünü gösteriyordu.
Yine de Özal, mevcut iktidarın yanından bile geçemezdi.
Mevcut iktidar, zenginleri sadece sevmiyor, zenginler için ölüyor.
Her gün her saat daha yoksuluz
Ücretler eriyor.
Bir ekonomist şu verileri aktarıyor: GSYH verilerine göre bir işçinin geliri 2016 yılında 2.556 TL iken 2022 yılında 7.487 TL olmuş. Oysa 9.779 TL’ye çıkması gerekirdi. Ortalama 6-8 bin lira arası değil, 8-10 bin lira arası maaş almalıydı işçiler. Net 2 bin lira kaybı var işçilerin bu dönemde.
İşçilerin kaybettiği paranın doğrudan patronların kasasına gittiğini ise ISO-500 verileri gösteriyor: 2021 yılında ücretler yüzde 33 artmış. Oysa sermaye gruplarının kârları yüzde 150 artış göstermiş.
Türkiye, kredibilitesi en düşük üç ülkeden biri. CDS, yani kredi temerrüt takası priminin yüksek olması iflas ve işsizlik gibi olguların yaşandığı ülkelerde daha yüksek oluyor. CDS priminin 300 puanı aşması durumunda o ülke aşırı riskli sayılıyor. Türkiye’de ise prim mayıs ortasında 715 baz puandı.
Sayıları 20 milyon civarında olan ücretli çalışanların yarısı asgari ücret alıyor. Açlık sınırı da 5 bin 323 lira. Yalnız yaşayan bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ ise aylık 6.965,47 liraya yükseldi.
Kaynakların tümünün sermaye gruplarına aktarılması ve krizde tam anlamıyla çuvallamaktan kurtulabilmek için tüm güçleriyle işçi sınıfı ve yoksullara yükleniyorlar.
Sermaye palazlanıyor.
Bu döngünün ardı arkası kesilmiyor.
Açlık yayılıyor
Daha vahim gelişmeler yaşanıyor.
Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı’nın verileri Türkiye’de açlığın kronik bir sorun haline geldiğini ve milyonlarca insanın açlık çektiğini gösteriyor. Bu verilere göre Türkiye’de 5 yaş altı çocukların yüzde 1.7’si akut yetersiz beslenme durumuyla karşı karşıya. Çocukların yüzde 6’sı ise kronik yetersiz beslenme yaşıyor. Gıda Programı verileri 56 ülkede 533 milyon kişinin yetersiz beslendiğini gösterirken 84.34 milyon kişinin yaşadığı Türkiye’de 14.8 milyon kişinin yetersiz beslendiğini kanıtlıyor.
Yasaklara, yoksulluğa karşı yüksek sesle propaganda yapan iktidar, yasaklardan, yolsuzluktan ve yoksulluktan geçilmeyen bir siyasal rejimi inşa ediyor.
İktidarın zenginlere ne kadar tutkuyla bağlı olduğunu, bir dediklerini iki etmediğini Hazine ve Maliye Bakanı Nebati’nin şu sözleri en keskin şekilde yansıttı: “Enflasyonla büyümeyi tercih ettik, dar gelirliler hariç firmalar kar ediyor, çarklar dönüyor.”
Hem düşük faiz teorileriyle krizi tetiklediklerini hem de enflasyonla mücadele etmek yerine sermaye sahiplerini kolladıklarını söyledi bakan bu itiraf gibi açıklamasında.
Fakirlerin umurunda olmadığını, yoksul kitleler dışında her çeşit sermaye grubunu kolladıklarını, özetle zenginleri seven bir iktidar olduklarını itiraf etti.
İddia o ki bu sözleri duyan cumhurbaşkanı kızmış. Emin olalım ki cumhurbaşkanının kızdığı bu gerçeklerin kamuoyuna açıkça ilan edilmesidir, yoksa gerçeklerin kendisi değil. OHAL koşullarının grev yasaklamak için nasıl kullandıldığını sermaye gruplarına anlatan bir cumhurbaşkanı, bakana sadece Allah’ın bildiğini kuldan saklamadığı için kızmış olabilir.
İşçi sınıfı en hızla ve en kitlesel olarak zenginleri sevenleri sevmediğini göstermek zorunda.
Açlığa mahkum değiliz.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)