Canan Kaftancıoğlu’na mahkeme kararıyla siyaset yasağı getirilmesinin ardından CHP hepimizin bildiği gibi bir miting örgütledi. Mitinge devasa bir katılım oldu. On binlerce insanın buluşma alanına dönüştü Maltepe miting alanı.
Mitingin çok güçlü geçmesinin nedeni çok açık: uzun zamandır bir öfkeden söz ediyoruz. Büyüyen bir öfke var. Yüzsüzlüğe, ekonomik adaletsizliklere, hukukun yargısal bir otoriterizmin aparatına dönüştürülmüş olmasına ve mahkemelerde alınan kararlara karşı çok yönlü bir tepkinin iç içe geçmesiyle, CHP mitingi bir buluşma noktasına dönüştü.
Miting alanı emekli, işçi, kadın ama çoğu emekçi insanlardan oluşuyordu ve 1 Mayıs’ta toplanan kalabalıktan defalarca kalabalıktı.
Cumhurbaşkanlığı kampanyasının startı
Alanda “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganını atanlardan daha çok “Hak-hukuk” sloganlarını atanlar vardı. Mitingin Kaftancıoğlu’na sahip çıkarken iki işlevi daha oldu CHP için: Birisi, bir meydan okumaydı, hem iktidara hem 6’lıya, böyle bir kalabalığı toplayarak CHP liderliği bir mesaj verdi. Bu aynı zamanda bir meydan okuma olarak da görülebilir. Diğeri ise Kılıçdaroğlu’nun öne çıkmasıydı. Bir partinin genel başkanı o parti mitinginde öne çıkacaktır elbette. Ama mitingin dizaynı, sahnenin böyle bir öne çıkma durumundan farklı güdülerle hazırlandığına işaret ediyordu.
Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmalarında “başka yere bakmayın, sahnedeyim işte” diyerek son noktayı koyuyordu.
Geliyor mu gelmekte olan?
Miting, sadece Kaftancıoğlu’nu değil, Gezi eylemlerini sahiplenerek başladı. Gezi direnişi günlerinde ölenlerin ailelerinin kurduğu dernek adına yapılan konuşmayla bu açıdan bir başka meydan okuma daha miting kürsüsünden sergilendi.
Fakat miting çok önemli bir soruna sahipti. Sorunu CHP ile başlatıp CHP ile sonlandırıyordu ve gelişmelerin çözümünü de Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığında ve milletvekilleri seçiminde görüyordu.
“Geliyordu gelmekte olan” mitinge katılanlar açısından. Kürsüden sık sık dile getirildi bu temenni. Oysa sekterlik, bir mitinge onbinler katılsa da hüküm sürebilir ve CHP’nin Kaftancıoğlu hakkındaki adaletsiz yargı kararı sonrası aldığı tutumun sekter olduğu ifade edilebilir. Zira, çok açık ki, CHP bu dönemde emek örgütlerinin ve diğer toplumsal muhalefet yapılanmalarının başaramadığı bir şeye, emekçilerin ve kitlelerin harekete geçmesinde bir çağrı gücüne sahip. Bu çağrıyı, tüm toplumsal muhalefet güçleriyle, tek tek örgütlerle değil, toplumsal muhalefet alanlarının özneleriyle, o öznelerin örgütlediği yapılar ve platformlarla birlikte yapabilirdi. Hala da yapabilir. İşçi sendikalarıyla, fiili greve çıkanlar işçilerle, kadın örgütleriyle, baskılara karşı mücadele den KHK’lılarla, özetle bilcümle tüm ezilenlerle dev bir inisiyatif oluşturup, mitingi bir partinin gövde gösterisi olmaktan ve seçim hazırlığına indirgemekten kurtarabilirdi.
İktidarın istediği saha: Seçimcilik!
Muhalefetin tüm bileşenlerinin farkına varmak zorunda olduğu bir konu var: Sorunları seçime endekslemek, seçimi kaybetmenin en garantili yoludur. Mücadeleyi seçimlere sıkıştırmak, iktidarın oyunu sıkıştırmak istediği alana sıkışıp kalmak anlamına gelir. İktidar, seçimlere kadar on binlerce, yüz binlerce ve giderek milyonlarca insanın öfkesiyle, talepleriyle, kararlılığıyla, milim gerilemeyeceğini gösteren hareketiyle yüzleşmek zorunda. Bu yüzleşme öncelikle iktidarın halkın iyiliği için hiçbir adım atma niyetinin olmadığını, iktidar partisinin tabanındakiler de dahil tüm ezilenlere gösterecek. İktidar partisinin tabanında yer alan yoksul kitleler ve bu partiden kopan ama gidebileceği adres bulamayanlara başka bir ihtimalin varlığını gösterebilecek. Son olarak bu türden yüzleşmelerle, hareket içindeki milyonlar, bu iktidarın kelimenin tam anlamıyla fakirden alıp zengine verme aygıtı olduğu konusunda netleşecek.
Değişimin motoru
Son olarak, hareket içinde insanlar, toplumsal ve siyasal değişimin motor gücünün “sıradan insanların kendi eylemi” olduğunu görebilecek ve eylem içerisinde hem eylem yapma kapasitesini genişletecek hem de değişimin miting kürsülerinde, sahnelerde konuşan “seçilmiş kahramanların” değil kendilerinin eseri olacağını görecekler. Mücadelenin tek bir ihtiyacı var: işçi sınıfının eylem yapma kapasitesinin güçlenmesi ve mücadele içinde binlerce insanın özgüveninin yükselmesi.
Kitle hareketleri; iktidar blokunun beslendiği karanlığın, umut kıran siyasal atmosferin asli panzehridir. Demokrasi ve özgürlük için harekete geçen kitleler, iktidarın sanıldığı ve anlatıldığı kadar, hem iktidar sözcülerinin düşündüğü hem de maalesef muhalefet çevrelerinin kafasından geçirdiği kadar güçlü olmadığını gördükçe, başka bir siyasetin ihtimali, kitlelerin doğrudan müdahil olduğu politik bir iklimin inşa edilebileceği umudu yeşerdikçe; tüm sağa savrulma, dolayısıyla umutsuzluğun içinde tohumlandığı, büyüdüğü kesif sağcı siyaset ömrünü doldurmaya başlayacak. Z kuşağı dahil tüm kuşaklardan, tüm mesleklerden öğrenciler, işçiler, çalışanlar çözümü başka ülkelerde çalışmakta aramak üzere göç etmekten vaz geçecekler.
Sağlıkçıların mitingi ve birleşik eylemin önemi
Üstelik mücadelenin ürünü olarak şekillenecek böyle bir politik iklim, yaşanacak değişiklikten sonra, burjuvazinin bir başka programını savunan tüm sol görünümlü sağ siyasetlerin kitleler üzerinde, onların umutlarıyla oynayarak tepinmesini de engelleyecek tek politik hamledir. Birleşik mücadele ve bu mücadelenin ihtiyaçlarını karşılamak için çabalamak, kuşkusuz, inşa edilecek her eylemin içinden geçtiğimiz koşulların kritik önemi göz önüne alınarak örgütlenmesi anlamına geliyor. Bu açıdan, sağlık örgütlerinin Ankara mitingi, sağlık çalışanlarının bütününü saran kızgınlığın blok olarak ifade edilebildiği bir eylem olamadı. Sağlık çalışanlarının mücadelesinin en militan, en aktif kesimleri mitinge katıldılar ama son aylarda sağlık çalışanlarının grevlerinde açığa çıkan enerji ve kitlesellik alana yansımamıştı. Üstelik, örgütlü radikal solun mitinge katılımı da düşüktü.
Fırsat kaçırmamak için
Geçtiğimiz dönemin fiili grevleri içinde kendi g(ö)revlerini örgütleyen sağlık çalışanları, sınıf mücadelesinin hem örgütlenmesi ve ayakta durması açısından çok önemli bir rol oynuyor. Bu görevi oynamaya devam etmesi tüm sınıf hareketi açısından elzem. Bunun yolunun ise sık sık karşımıza çıkan fırsatların kaçırılmasına neden olan tek başına, tek sektörde, tek kurumun eylemi olarak örgütlenen eylemler yerine birleşik eylemler örgütlemek. Artık fırsat kaçıracak dönemde değiliz. “Atı alan Üsküdar’ı geçtiğinden” beri fırsatlar kaçıyor. Gülten Kışanak ve HDP’li belediye başkanları tutuklandığında, Demirtaş ve arkadaşları tutuklandığında, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı alındığında, Peker’in ifşa videoları yayınlandığında, yargısal bozulmanın sayısız örneği yaşandığında, Kasım ayından itibaren iktidarın beceriksizliğiyle tırmandırılan enflasyon ve aşırı fakirleşmeye karşı tepkiler başladığında ve tüm bir pandemi boyunca pandeminin insanlarla dalga geçer gibi “idare edilmesinde” fırsatlar kaçırıldı.
Artık fırsat kaçırmaya tahammül edilemez.
Fırsat kaçırmamanın yolu ise kimin cumhurbaşkanı adayı olacağı yönündeki tartışmalar ve muhalefet içi milletvekili pazarlıkları değil, işçi sınıfının birleşik eylem yeteneğinin devreye girmesidir.
İlk bakışta çelişkili gelebilir ama seçimleri kazanmanın yolu, seçimlere değil mücadeleye kilitlenmekten geçer. Seçimleri kazanmanın yolu, sandık demokrasisiyle yetinmeyip yüzbinlerin eylem alanlarında buluşmasından geçer.
Seçim kazanmak istiyorsanız, her gelişmenin çözümünün seçim olacağı yanılsamasından kurtulun artık!
Şenol Karakaş