Ukrayna’nın liman kenti Mariupol uzun süren direnişin ardından Rusya tarafından ele geçirildi. Bilindiği gibi Azovstal çelik fabrikasına sığınan 900 Ukrayna askeri haftalardır Rus güçlerine direniyordu. Rusya tarafından yapılan resmi açıklamalar teslim olan Ukraynalı asker sayısının 1730’a ulaştığını dile getiriyor.
Ukrayna askerlerinin tahliyesiyle ilgili olarak Rusya tarafının sözcülerinin açıklamaları savaşta önce gerçeklerin öldüğü sözünü bir kez daha doğruluyor. Örneğin işgalci durumundaki Rusya, esir aldığı askerlerle ilgili soruları sessizlikle geçiştiriyor. Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, Ukraynalı askerlerin savaş esiri mi yoksa "savaş suçlusu" mu sayılacağı konusundaki soruları yanıtlamıyor.
Rusya’da iktidar ve savaş yanlısı milletvekilleri, Ukraynalı askerlerin savaş suçu işlediğini dile getiriken, Rusya parlamentosunun alt kanadı Duma'nın başkanı Vyaçeslav Volodin "Nazi suçlular mübadele konusu olamaz" diyebiliyor.
En ilginç nokta, Rusya tarafının bu türden iddialarının en çok alıcı bulduğu ülkelerden birisinin Türkiye olması.
Rusya adına Ukrayna’yla sürdürülen barış müzakerelerinde yer alan Leonid Slutsky Ukraynalı esirlere “İnsan kılığına girmiş hayvanlar” diyor ve Ukraynalı askerler için idam cezasının geri getirilmesini savunuyor.
Ukrayna’nın yıkımı
Dünya Bankası, Rusya’nın işgalinin Nisan ayında ağır bir bilanço ortaya çıkardığını açıklamıştı. Dünya Bankası Başkanı David Malpass, Rusya'nın işgali nedeniyle Ukrayna'daki binalara ve altyapıya verilen fiziksel hasarın yaklaşık 60 milyar dolara ulaştığını açıklamıştı. Bu hasar büyüyerek devam ediyor.
Binaların yıkımı aynı zamanda canlıların ölümü anlamına geliyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (UNCHR), Rusya’nın Ukrayna işgalinin başladığı 24 Şubat’la 17 Mayıs arasında 3 bin 778 sivilin öldürüldüğünü, 4 bin 186 kişinin de yaralandığını duyurdu. Aynı rapora göre kayıpların büyük çoğunluğu, ağır topçu, hava ve füze saldırılarından kaynaklandı.
Sadece insanlar değil elbette. Büyük bir çevresel yıkım, hayvanların ölümüyle el ele gidiyor. BBC’nin yaptığı röportajlardan birisinde işgalin başlamasıyla birlikte Primorsky'de yaşayan Mariia’nın, "Ne yapacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Geleceğimi, planlarımı falan düşünecek vaktim yoktu. Sadece ne yiyeceğimi, ne içeceğimi düşünebiliyordum. Bir de kedilerimi ne yapacağımı" diyordu. Birçok insan işgalin hızla değiştirdiği yaşam şartları içinde evcil hayvanlarını ne yapacaklarını bilemedi.
Türkiye Finlandiya ve İsveç’e neden karşı?
NATO, elbette Batı ülkelerinin ABD liderliği altında buluştuğu askeri bir şemsiye örgütü ve ABD’nin küresel hakimiyetinin en önemli araçlarından birisi. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Putin’in hayal ettiğinin tam tersine, NATO’nun genişlemesi için yeni bir ivme yarattı. Biraz irice bir ülkenin diğerlerini çeşitli gerekçelerle işgal etmesi, başka ülkelerin önleyici tedbirler almak istemesini anlaşılır kılıyor. Ukrayna işgal edilirken 'bizim de başımız derde girebilir' diyen Finlandiya ve İsveç NATO’nun kapısını çaldı.
Özellikle Finlandiya resmen NATO üyeliği için başvurdu. Finlandiya, Rusya ile 1.300 kilometrelik bir sınırı paylaşıyor. Şimdiye kadar Rusya’nın tepkisini almamak için NATO'nun dışında kalmıştı. İsveç'te ise iktidardaki Sosyal Demokratlar, ülkenin NATO'ya katılmasını destekleyeceklerini bildirdi. İsveç, NATO üssü ve nükleer silahsız bir NATO üyeliği tariflerken bu kararın "Rusya'ya karşı atılmış bir adım olmadığının" altını çizdi.
18 Mayıs’ta iki ülke NATO’ya resmi başvurularını yaptı. Başvurunun resmi bir katılım halini alması için gerekli olan teknik süreç 2030 Haziran’da yapılacak NATO liderler zirvesinde tamamlanacak ve liderler bu süreci onaylayacaklar. Fakat bu kararda oybirliği aranıyor ve Türkiye özellikle İsveç’i terör destekçisi olarak ilan edip bu iki ülkenin NATO’ya katılımını engelliyor.
Burada altı çizilmesi gereken nokta, Türkiye’nin bunu antimilitarist ya da antiemperyalist duygularla değil, mevcut iktidar blokunun ruhuna sinmiş olan Kürt meselesinden demokratik çözümün ötesinde politikalara sahip olması yatıyor.
Ne Erdoğan ne de sözcüleri özünde NATO’nun genişlemesine karşı. Bu yönde bir açıklamaları da olmadı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, geçtiğimiz hafta NATO'nun "açık kapı" politikasını desteklediklerini vurguladı: "İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği konusundaki görüşlerimizi, neden karşı olduğumuzu açık şekilde söyledik. NATO'nun genişlemesine karşı olduğumuz için değil, teröre destek veren ülkelerin müttefik olmaması gerektiğine inandığımız için karşıyız ... Burada kesin güvenlik garantilerinin olması lazım ve bu sadece bu iki aday için de geçerli değil, müttefikler için de geçerli ve terör örgütlerine desteği kesinlikle sonlandırmaları gerekiyor. Türkiye gibi bir müttefike yönelik savunma sanayileri kısıtlaması ya da ihracat izinleriyle ilgili yasakların da kesinlikle kalkması lazım. Bunu bu süreçte pazarlık unsuru olarak söylemiyorum, müttefikliğin gereği olarak söylüyorum ama bu iki ülke ile ilgili güvensizlik ve endişe ortada."
NATO çatısı altında başta ABD olmak üzere PYD ile sıkı ilişki geliştiren bir çok ülke var. Hatta iktidarın diplomatik ilişkiler hiçbir hasar almasın diye titizlendiği Rusya’da PYD’nin ofisi bulunuyor.
Çok açık ki sorun bunlar değil.
Bölgesel güç gösterisinde bulunacak hemen hiçbir fırsatı olmayan iktidarın bu blokajı, hem ABD’yle pazarlıkta güç kazanmak istemesi, hem Rusya’yla ilişkileri sıcak tutmaya çalışması hem de etkin bir diplomatik güç olarak öne çıkmak istemesi olarak görülmelidir.
Rusya’nın Ukrayna işgaline derhal son verilmesi ise tüm pazarlıkların ötesinde bir talep olmalıdır.
NATO ise mutlaka ama mutlaka dağıtılması gereken bir şiddet örgütü olarak kodlanmalıdır.
Türkiye başka saiklerle başka ülkelerin NATO’ya girmelerine blokaj koymak yerine bu militarist gücün bir parçası olmamalıdır.
Şenol Karakaş