Türkiye’de kalabalık anarşist gruplar olmasa da son yıllarda birçok bağımsız aktivist kendini anarşist veya otonomist olarak tanımlıyor. Farklı başlıkları olsa da anarşizm ve otonomculuk birçok noktada kesişiyor. Bu kesişim noktalarının devrimci marksizmden ayrımlarını birkaç temel başlıkta kategorize etmek mümkün: Liderlik, devrimci partiler ve devletin rolü.
Reformist partilerin ve sendikaların liderliklerinin pek iç açıcı tablo sunmadığı bir gerçek. Sendika liderleri mücadelenin içinden gelseler de çalışma koşulları değiştikçe hızla temsil ettikleri işçi sınıfının gündelik hayatından kopuk bürokratlara dönüşebiliyorlar. Ancak marksizmin tariflediği ‘liderliğin’ bu durumla bir alakası yok. İş yerinde grevi savunan da Soma’da mahkemeye girmesin diye konulan polis barikatlarını omuzlayarak aşan da Baltimore’da ırkçı polislerin karşısına dikilen de liderdir.
Liderlik tartışmasının doğrudan bağlandığı diğer konu siyasi partilerin rolüdür. Tüm dünyadaki parlamenterist partilerin çıkarcılığını, yozlaşmışlığını, hiyerarşisini reddetmek gerekir. Diğer yandan devrimci partilerin rolü işçi sınıfının farklı deneyimlerini mücadelenin genel stratejisi için birleştirmekten başka bir şey değildir. Kapitalist sistem IMF’den devletlere kadar inanılmaz derece örgütlü bir yapıya sahip. Bu sistemi ancak kendi örgütlü gücümüzle değiştirebiliriz.
Kapitalizmin örgütlülüğünün en berrak görüldüğü kurum devletlerdir. Devlet zengin azınlığın toplumdaki yönetici sınıf konumunu ‘şiddetle’ korumak adına oluşturulmuş bir araçtır. Sosyalistler zengin azınlığın çıkarlarını koruyan mevcut devlet aygıtının işçi sınıfı tarafından parçalanmasının ve çoğunluğun kendi çıkarları için oluşturduğu öz yönetim-denetim organlarıyla yeni bir toplumun inşasının mümkün olduğunu savunur. Birçok anarşist, bu hedefin yeni iktidarlar ve yeni güç ilişkileri yaratmak anlamına geldiğini savunur. İşçi sınıfının öz iktidarına karşı ‘iktidar olmadan dünyayı değiştirmek’ gerek diyenler sistemin içinde kendi alanlarımızı yaratarak toplumu değiştirebileceğimizi söylüyor. Mekan işgalleriyle otonom ‘alanlar’ yaratarak kapitalist sistemin içinde bir alternatif oluşturabileceğimize dair görüşler Türkiye’de de yaygın. Ancak işgal evinin penceresinden görünen manzara devletin hayatın her alanında görmezden gelinemeyecek kadar örgütlü ve baskıcı olduğu.
Sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz bir ürünü olarak devlet kendisine yönelik her türlü tehlikeyi ezmeye çalışır. Kapitalizmi yenecek olan uluslararası işçi sınıfının kitlesel mücadelesidir.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)