Dünya barışının düşmanları kim?

10.04.2022 - 18:29
Roni Margulies
Haberi paylaş

“Dünya barışının baş düşmanı NATO ve emperyalizmdir!” başlıklı metin mart ayı sonlarında imzaya açıldı. İlk paragraf şöyle başlıyordu: “Geçtiğimiz yüzyılda sosyalizme ve dünya işçi sınıfına karşı kurulan ve o günden günümüze kadar eylemleriyle kanlı saldırılara ve terör eylemlerine yataklık eden NATO dünya barışını tehdit eden bir numaralı odaktır… NATO, dünya üzerinde emperyalist yayılmacılığın askeri gücü ve savaşların baş sorumlusudur.”

Bu paragrafla da, metnin geri kalanıyla da hiçbir sorunum yok. Hepsine aşağı yukarı katılıyorum. Metnin sonunda yer alan, “Türkiye NATO’dan derhal çıkmalıdır” gibi talepleri özellikle doğru buluyorum.

Ne var ki, zamanın dışında ve Alpha Centauri 12XG gezegeninde yazılmış olsaydı başka (ve anlamlı) bir şey ifade edecek olan metin, 2022 mart ayı sonlarında dünyada yazıldığı için tümüyle yanlış ve anlamsız.

Bildiğimiz dünyada 2022 ilkbaharında açık ki “dünya barışının baş düşmanı NATO” değil!

Savaşı başlatan, komşusu olan ülkeye 190.000 askerle saldıran, ülkeyi işgal ederek binlerce sivili öldüren, milyonlarca kişinin evini terk edip kaçmasına, göçmesine sebep olan, koca şehirleri harabeye çeviren açık ki NATO değil.

NATO böyle şeyler yapmaz mı? Elbette yapar ve yapmıştır. Çok daha kötüsünü yapmıştır. Ama 2022 ilkbaharında savaş başlatan, ülke işgal eden, insan öldüren NATO olmamıştır.

İmza metnini kaleme alanları bilmem, ama bizim yaşadığımız dünyada şu anda ülke işgal eden, insan öldüren, Rusya.

İmza metninde “Rusya” kelimesi geçmiyor!

“Ukrayna” kelimesi geçmiyor!

Dünyada şu anda savaşan iki ülke var ve ikisi de “Dünya barışı” kelimeleriyle başlayan imza metninde yer almıyor!

“Putin” adı bir kere geçiyor metinde. Şöyle: “Putin’in milliyetçi ve devrim düşmanı politikaları NATO karşıtı mücadeleden geri durmamıza sebep olmayacaktır.”

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali karşısında Putin’i suçlayamayan, Rusya’nın hangi nedenlerle haklı olduğunu anlatmaya çalışan, meseleyi sadece Amerika ve NATO’nun habisliğine bağlayanlar, yani türlü türlü ulusalcılar, Avrasyacılar, Ergenekoncular ve Stalinistler, sözünü ettiğim imza metninde olduğu gibi gülünç duruma düşüyorlar. İyi oluyor.

“Dünya barışının köşe taşlarıdır”

Bill Clinton döneminde Dışişleri Bakanı olan Madeleine Albright geçtiğimiz ay öldüğünde, Albright’tan sekiz yıl sonra aynı görevi yapan Hillary Clinton selefini anan ve göklere çıkaran bir yazı yazdı.

New York Times gazetesinde yayınlanan yazının “Zorbalara ve diktatörlere karşı durmak” ara başlıklı bölümünde “Kocam 1990’larda Madeleine’i önce Birleşmiş Milletler’e büyükelçi, sonra da Dışişleri Bakanı olarak atadığında,” diyor Clinton, Madeleine “Sırbistan’ın elleri kanlı diktatörü Slobodan Milosevic’le karşı karşıya geldi. Amerika’nın gücünü ve NATO’yu seferber etti, Bosna’da savaşın, Kosova’da etnik temizliğin sona ermesini sağladı… Bir eylem kadınıydı o, özellikle adaletsizlikle karşılaştığında. Madeleine, kural temelli küresel düzenin silahlı zorbaların iktidarına dönüşmesini ancak Amerikan gücünün engellediğini anlıyordu… Eyleme geçmemenin risklerini iyi kavrıyordu. Bugün, sadece Ukrayna’da değil dünyanın her yanında yükselen bir otoriterlik dalgası demokrasiyi tehdit ederken, bunu bizim de kavramamız gerek.”

“NATO ve ABD’nin ittifakları dünya barışının köşe taşlarıdır” ara başlıklı bölümde ise şöyle diyor: “Madeleine, NATO’nun sağladığı güvenliğin Avrupa’yı özgür, barış içinde ve birleşik yaşatmanın anahtarı olduğunu anlıyordu. NATO’yu sadece askerî bir pakt olarak değil, siyasî bir ittifak olarak görüyor ve bu ittifakın otoriterlikten yeni kurtulmuş ülkelerde demokrasiyi pekiştirdiğine inanıyordu.”

Kısacası, NATO ve ABD barışın, demokrasinin ve özgürlüğün köşe taşları!

Bu da gülünç elbet, ama Clinton’ın böyle düşünmesini doğal karşılamak gerek.

Doğal karşılanması çok daha zor olan, Amerikan devlet görevlisi olmayıp da benzer düşünceleri paylaşanlar.

Örneğin, İngiltere’nin en liberal gazetesi The Observer’ın siyasî başyazarı Andrew Rawnsley belli ki tam tamına Clinton gibi düşünüyor. İki hafta önceki köşe yazısının başlığı şöyleydi: “Evet, Vladimir Putin’in yenilmesini sağlamak için demokrasilerin yapabileceği çok daha fazla şey var.”

Demokrasiler? Kim bunlar?

Yazıda, savaşın yayılmasından korktuğu için silahlı gücünü yeterince kullanmayan, yeterince ağır yaptırımlar uygulamayan “Batı” eleştiriliyor olduğuna göre, “demokrasiler” ile “Batı” aynı şey.

Yani 1999’da Yugoslavya’ya, 2001’de Afganistan’a, 2003’te Irak’a, 2011’de Libya’ya, 2010’lar boyunca Suriye’ye saldıran “Batı” “demokrasileri”. Bu saldırıları tabii ki demokrasi ve özgürlük adına yapan ve yaparken milyonlarca insanın ölümüne, yerinden yurdundan olmasına yol açan “Batı” “demokrasileri”. Demokrasi ve özgürlük adına yaptığı askerî operasyonlara “şok ve dehşet” (shock and awe) ve “çöl fırtınası” (desert storm) gibi romantik isimler takan “Batı” “demokrasileri”!

Garip ve çocukça

Rusya’nın şu veya bu nedenle “iyi” (veya “Batı’dan daha iyi”) olduğunu düşünmek, işgali desteklemek veya görmezden gelmek, Putin’i haklı bulmak ne kadar garipse, “Batı” adlı bir barış, özgürlük, demokrasi ve hatta medeniyet cephesi olduğunu düşünmek de eşit ölçüde garip ve çocukça.

Rusya ile Batı/Amerika/NATO arasındaki mücadele diktatörlük ile demokrasi, vahşiler ile medeniler, kötülük ile iyilik arasında bir mücadele değil. İki büyük emperyalist güç arasındaki sidik yarışında taraf tutmamız gerekmiyor.

Evet, Ukraynalıların ve Rusya’daki barış taraftarlarının Rusya’yı yenilgiye uğratmasını, Putin’i devirmesini isteriz. Ama bu, dünyaya Hillary Clinton gibi baktığımız anlamına gelmez. Joe Biden’ın demokrasiyi, NATO’nun barışı temsil ettiğini düşünecek kadar salak değiliz herhalde.

Roni Margulies

(Serbestiyet)

Bültene kayıt ol