Mandela'nın özgürlüğe yürüdüğü gün

11.02.2022 - 10:34
Tuna Emren
Haberi paylaş

10 Şubat 1990’da tüm dünya nefesini tutmuş Güney Afrika’dan gelecek o haberi bekliyordu. 

Mandela'nın serbest bırakılacağına dair resmi bir açıklama yapılmıştı yapılmasına, ama 27 yıllık bekleyişin ardından, herkesin bu açıklamadan şüphe duymak için oldukça geçerli sebepleri vardı.

Ve ertesi gün, insanlık tarihinin en ünlü siyasi mahkumlarından biri, bir özgürlük savaşçısı, Victor Verster Cezaevi’nin kapısında koyu renkli takım elbisesiyle belirdi. Winnie Mandela ile el ele yürüyordu. Kendilerini bekleyen kalabalığa gülümseyerek yumruklarını kaldırdılar. 

O yumruk, ülkesinde süregiden ırk ayrımına karşı mücadelesinde yeni bir zafer kazanacağının müjdesiydi.

Güney Afrika Cumhuriyeti'nin demokratik bir seçimle göreve gelen ilk devlet başkanı Nelson Rolihlahla Mandela, nam-ı diğer Madiba, ülkedeki ilk siyah avukat olma unvanına da sahipti. 1944'te ırk ayrımına karşı mücadele veren Afrika Ulusal Kongresi'ne (ANC: African National Congress) katıldı, 1950’de başkan seçildi. 

Serbest kaldığı o gün, Güney Afrika’nın eşitlik mücadelesi, kitlesel gösteriler eşliğinde sürüyordu. Geçit töreninde kendisini selamlamak için bir araya toplanan 60 bin Güney Afrikalı, Madiba’nın vereceği mesajı bekliyordu. Irk ayrımı rejimine nasıl bir karşılık verecekti? Gösterilerdeki şiddeti durdurabilecek miydi?

Madiba gülümsedi ve barış çağrısında bulundu. Barış vurgusu yaptığı konuşmasında, mücadelenin kazanılana dek devam edeceğini söylüyor, hayatının sonraki yıllarında kaderine razı olup geri çekileceğini sananları şaşkınlığa uğratarak, özgürlük ve eşitlik mücadelesinde ölümü bile göze aldığını gösteriyordu. Hayatını, Güney Afrikalıların özgür, eşit, cinsiyetçiliği yenmiş bir toplum olması için adayacağı, demokrasiye yönelik müzakere sürecini desteklerken adaletten ödün vermeyeceği çok açıktı. Bu ilham verici konuşmasıyla, çalkantılı süreçlerden geçen ülkesini yenilenmiş bir umut ışığıyla aydınlattı.

Madiba’nın kararlı yumruğu, herkesi bir araya getirme becerisi ile birleşti, bir eşitlik, uzlaşı ve barış mücadelesinin simgesine dönüştü. 1994’te ilk demokratik seçimi kazandığında demokratik bir Güney Afrika hayalini gerçeğe dönüştürecek adımları ardı ardına, hızla atmaya başladı. Az uyudu, çok çalıştı. Politika ve eylemlerini insan haklarının korunmasına, insan onurunun geliştirilmesine adadı, ülkesinde birliğin ve hoşgörünün tesisini sağladı. 

Toplumsal adaletin, dürüstlüğün, barışın, insanca yaşam idealinin bir temsiliydi Nelson Mandela. 

1962'de Lenin Barış Ödülü, 1979'da Nehrü Ödülü, 1981'de Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü, 1983'te UNESCO'nun Simon Bolivar Ödülünü aldı. 1993'te Nobel Barış Ödülünü de aldı. 

Onun hayatı, insanlığa adanmış bir mücadeleydi. Afrika Ulusal Kongresi'nde verilen sınıfsal ve toplumsal eşitlik sözüyle işçi sınıfının gücünü büyütecek bir mücadelenin tohumları atılmış ve nihayet Mandela liderliğinde hazırlanan Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Programı ile hepsi hayata geçirilmeye başlanmıştı. Herkese yaşanabilir konutlar sunmak, kapsamlı sağlık hizmetlerini toplumun geneline yaymak istiyordu. 

Artık ırk ayrımı sonlanmıştı ama ekonomik eşitsizlik, küresel piyasaların baskısından kurtarılıp çözülmeyi bekliyordu.

Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Programı, beklenebileceği üzere, tüm kapitalistleri karşı atağa geçirdi. Ekonominin sorumsuzca yönetildiği iddia edildi, yabancı yatırımcılar geri çekildi, böyle bir gelişme karşısında çok şey kaybedeceklerini bilen sermayedarlar paranın değer kaybetmesiyle sonuçlanacak bir oyuna kalkıştı. Rand’ın değeri düştükçe düştü ve hükümet IMF’den destek istemek zorunda kaldı.

Oyun işe yaramıştı. 

Kapitalistler, Yunanistan’da Syrizia hükümetine ne yaptılarsa, Güney Afrika’da da onu yaptılar. Toplumda eşitliği sağlamaya adanmış kamu harcamalarının hemen durdurulması, kemer sıkma politikalarının uygulanması şartı koşuldu. Toplumun ihtiyaçları değildi öncelikli olan; küresel piyasaların ihtiyaçları karşılanmalıydı. Yani ülkede eşitliği sağlamaya çalışmaktan vazgeçmeleri isteniyordu. Çünkü neoliberal düzen, yoksulun cebinden alıp zengini kalkındırmak gibi bir hedefe adanmıştı. Olur da bir ülke krediye ihtiyaç duyar ya da Syrizia örneğindeki gibi borçlarının ertelenmesini isterse, toplumsal eşitliği tesis edecek programlarını hemen sonlandırıp kamu harcamalarını kısması, şirketlerin vergi yükünü azaltacak şekilde hareket etmesi, her şeyi özelleştirmesi, havalimanlarını bile satması gerekiyordu. Emeği ve çevreyi değil, yatırımcıların haklarını ve piyasaların çıkarlarını korumalıydı ki ayakta kalabilsin. 

Birçoğumuzun Mars üçlemesi ile tanıdığı nev-i şahsına münhasır bilim kurgu yazarı Kim Stanley Robinson, The Ministry for the Future (Gelecek Bakanlığı) adlı romanında şöyle yazıyor;

Dünya Bankası’nın, yirminci yüzyılın sonunda borç krizine yakalanan gelişmekte olan ülkelere uyguladığı ‘yapısal uyum programları’ (SAP), yirmi birinci yüzyılın yeni dünya düzenini belirliyordu. 

. . . 

Bu yapısal uyum programları geniş çapta eleştirilmiş ve yirminci yüzyılın sonunda bazı analistler tarafından başarısızlık olarak değerlendirilmiş olsa da, bunlar esasen küçük güney ülkelerinde yaşanan AB krizlerinin nasıl çözüleceğine dair bir şablon görevi gördü ve Yunanistan'a uygulamaya başladıklarında asıl amaçları Portekiz, İrlanda, İspanya, İtalya ve AB’ye yeni dahil edilen doğu Avrupa ülkelerine göz dağı vermekti. Kendilerine ait bir hatta ilerlemeye kalkışacak olurlarsa AB (yani bu durumda Fransa ile Almanya) onlara da tam olarak aynı şeyi yapacaktı.

Güney Afrika, küresel sermayenin ellerindeydi. Neoliberalizm, Güney Afrika’da kurulan cennet hayalinin gerçeğe dönüşmesini engellemek adına tüm gücüyle harekete geçti, daha fazla yoksul, daha derin eşitsizlikler, daha çok açlık yarattı. Madiba’nın havaya kalkan yumruğuyla herkese temiz su ve sanitasyon hizmeti ulaştırılacak, toprak reformu yapılacak, yaşanabilir konutlar sunulacak, Güney Afrika toplumu refahın yeniden paylaştırıldığı özgür, eşit, adil bir yaşama kavuşacakken küresel ekonominin yumruğu indi ülkeye. Güney Afrika ekonomisinin gücü, bu yumruğu aşmaya yetmiyordu. 

---

Cezaevindeyken, İngiliz şair William Ernest Henley’nin Yenilmez şiirinin, o zor zamanlarda kendisine ilham ve güç verdiğini dile getirir, konuşmalarında sık sık o şiirden alıntı yapardı; 

Hangi tanrılar bahsetmişse bana 

Şükrederim yenilmez ruhum için onlara 

Kötü şartlarda olsam bile 

Ne ürktüm ne de ağladım kimselere 

Kaderin pervasız darbelerinde bile 

Kana bulansa da başım, eğilmedi asla…

Mücadelesiyle tüm dünyayı derinden etkileyen Mandela herkes için ortak, eşit, özgür bir geleceğin temellerini atma konusunda, dünyanın gördüğü en kararlı liderlerden biri olarak hatırlanacak. 

Mücadelesine, tüm insanlar için duyduğu saygıyı da yansıtan bağlılığıyla; kapsayıcı, hoşgörülü, eşitliğe, barışa ve özgürlüğe dayalı demokrasi idealiyle yirmi birinci yüzyıl dünyası için sarsılmaz bir zemin hazırladı. 

Madiba Nelson Rolihlahla Mandela'nın hayatını, yenilmez ruhunu ve insanlığa adanmış mücadelesini kutluyoruz – ki bu, onun en önemli mirasıdır. 

Tuna Emren

Bültene kayıt ol