Bu yazıyı yazma fikri Sezen Aksu’ya yönelik akıl almaz tehditler yapılmadan önce oluşmuştu ve asıl amacım, muhalefetin eleştirisinin, işçi sınıfının aşağıdan muhalefeti için hayati önemde olduğunu tartışmaktı. Sezen Aksu’ya yönelik saldırgan dil, sadece iktidarın politika yapış tarzının artık özünü oluşturan nobranlık ve pervasızlığı göstermekle kalmadı, muhalif sanılan vicdansız milliyetçilerden bağımsız bir alternatif inşa etmeden sağa karşı sağcılarla yürümenin anlamsızlığını da gösterdi.
Bazı aklıevvellerin sandığı gibi muhalefeti eleştirmek konforlu bir alanda politika yapma değildir. Tersine, ana akım muhalif anlayışın konforlu alanından sıyrılıp, daha meşakkatli bir alternatifi inşa etmek için zorunlu olarak üstlenilmesi gereken bir iştir.
Önce, bir kez daha Sezen Aksu
Sağcı iktidar bloğunun Sezen Aksu’ya yönelik saldırgan tutumu istediğinin tam tersi bir sonuç yarattı. Erdoğan’ın bir camide bir sanatçıya benzeri görülmemiş tehditlerde bulunması hem ulusal çapta hem de küresel düzeyde iktidarın işini zorlaştırdı. Erdoğan’ın “Benim açıklamalarım Sezen Aksu’ya değildi. Sezen Aksu, Türk müziğinin önemli bir ismidir. Şarkılarıyla insanımızın duygularına tercüman olmuş bir sanatçıdır” sözleri bunu gösteriyor. Ama Erdoğan insanların “hımm” demesinin ötesine geçmesini istiyorsa, önce AKP’nin fikirlerine bağlı olduğu apaçık olan Milli Bekacılar denilenlere, sonra da Aksu hakkında suç duyurusunda bulunurken, insanların” kafasına sıkmak”tan söz ederek suç işleyenlere yüklenir. İkinciler, açıkça suç işlemişlerdir. Ellerini kollarını bu kadar rahat hissederek “kafaya sıkmak”tan söz edebilmelerinin nedeni, iktidarın nobranlığının kendilerine açtığı kapılardır.
İktidar, saflarındaki en aşısı sağ, en sığ, en gerici kesimlerin politik tutumuyla her zamankinden daha sık örtüşmeye, hatta giderek doğrudan bu kesimlerin iktidarıymış gibi davranmaya başladı.
İstanbul Sözleşmesi’ne, kadınların en küçük bir hakkının bile olmasına karşı çıkan maçolar güruhu, bin bir yalanla kamuoyu yaratıp, minik bir azınlık da olsalar iktidarın karar merkezlerini harekete geçirebildiler. Şimdi Sözleşme’den çekilmekle yetinmiyorlar, kadınların haklarını güvene altına alan somut yaptırımları tarif eden 6284. yasa maddesinin iptali için bastırıyorlar.
Bu kimlerin iktidarı?
İktidar bu bastıranların iktidarı gibi.
Hayvan hakları yasası gündeme geldiğinde, aslolarak hayvanları korumayı değil enterne etmeyi içeren bir özü olduğu açığa çıktı. On binlerce sokak köpeği bir pitbull saldırısı bahane edilerek kırıma uğratılıyor, eziyet edilip öldürülüyor. İktidar ellerinde baltayla köpekleri öldüren insanların sesine kulak vermekten başka bir şey yapmayıp köpek sahiplerini "beyaz Türk" ilan ediyor. Bir barınağı ziyaret edip her şey ne kadar hoşmuş, köpekler eğlenceden yoruluyormuş gibi gösterseler de onlarca barınakta farklı ırklar aynı kafeslere konulup köpekler birbirine parçalatılıyor, hayvanlar barınaklarda çiftleşiyor, barınakların pisliği, bakımsızlığı içinde yok oluyor.
Kadınlara tecavüz eden adamlar, ellerini kollarını sallayarak geziyorlar. Musa Orhan örneği, Ümitcan Uygur örneği, istisna değil.
Bir sanatçının yıllar önce yaptığı bir şarkıyı, bugün gündeme getiren milliyetçi bir grup, bundan feyz alan ve yaptığı suç duyurusunda “kafalarına sıkarız” diyerek suç işleyen bir başka grup, iktidarın en merkezine, seslenmesi gereken, hareket halinde olan, tabanın geri kalan kesimini örgütleme yeteneğine sahip olan odağın kendisi olduğunu gösteriyor.
Şarkı aynı şarkıyken, dört yıldır dinlenir çalınırken, şarkıda Adem ve Havva’yla ilgili sözlerle kıyaslanamayacak sözler bazı dini cemaat toplantılarında söylenirken, Sezen Aksu’nun cumhurbaşkanı tarafından hedef gösterilmesinin nedeni, sanıldığının tersine iktidarın gücü değil, güçsüzlüğü ve bu dağınıklığını toparlamak için muhtaç olduğu kitlesel temelin odağında olduğunu düşündüğü kesimle karşılıklı ilişkisinin bir ürünü.
Önceki yazıda söylemeye çalıştığım gibi:
"Bu tam da gündemin, iktidarın politika yapış tarzının, tabanına ve muhalefete seslenme tarzının özü. Seçim saati hızlandıkça örneklerine daha çok şahit olacağız. Her tartışma fakirlik gündemini gizlemek için yapılmıyor. Pandoranın kutusu açılıyor, bir aşamada zembereğinden boşalır gibi üstümüze boca edileceklerin fragmanı Sezen Aksu’ya yapılanlar.
Bu yüzden bir sanatçıya yöneltilen akıl almaz tehdit özgürlüklere, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik, kendi zihinlerinin yansıması bir dünya kurmak isteyen otoriter rejimlerin alışkanlığı olan bir saldırıdır. Bu çok gerçek bir saldırıdır. Bu saldırıya göğüs germeden, demokrasinin her bir zerresini savunmadan, ekonomik alanda yaşanan sıkıntıların faturasının emekçilere yüklenmesine karşı mücadele etmek imkansızdır."
Çaresizlik ve ters tepen taktikler
Çürümekte olan bir mecburlar koalisyonu olarak iktidar ittifakının bu politika yapma tarzını tercih etmesi, tercih edebileceği bir başka politika yapma tarzının kalmamasından kaynaklanıyor. Bu yüzden, politika faizini düşürmesine rağmen genel faiz oranlarının “nas” gibi kavramlara aldırış etmeden artmaya devam etmesi gibi hedeflediğinin tam tersi sonuçlara yol açacağını bile bile iktidar bu nobran tutumunu devam ettirecek. 800 bin oy fark yiyeceğini fark edemeden İstanbul seçimlerini tekarlatacak, Kürtleri daha da birleştireceğini fark etmeden Edirne’yi İmralı’ya şikâyet edecek, AKP’ye oy veren yüzbinlerce kadının tepkisinin ne olduğunu ölçemeden İstanbul Sözleşmesi’nden çekilecek, hayvanları seven, sokak hayvanlarının rahatı için canını verecek yüzbinlerce insanı görmezden gelerek hayvanlar üzerinde örgütlü bir şiddeti tırmandıracak. Bu alanların hepsinde fark yemeye devam edecek. Halk Ekmek kuyruklarında uzun kuyruklar oluşmasına, enerji kesintisiyle sanayi sitelerinin kapısına kilit vurmasıyla, ekonominin kitabını yazmakla övünürken enflasyon rekoru kırılmasıyla bu farkı her an her saniye yemeye devam edecek.
Sonunda, Sezen Aksu gibi milyonlarca ama milyonlarca insanın ruhuna dokunmuş bir sanatçıya, neredeyse kitlesel bir Sezen Aksu partisi oluşmasına neden olarak tehditler savurmaya devam edecek.
Şunun altını çizmek gerekir ki karşımızda, her şeye hakim, planlı programlı ekonomik ve siyasi hamleleri arka arkaya gündeme getiren bir iktidar yok. Karşımızda tabanını kaybeden, derin bir yönetim bunalımı yaşayan, ekonominin iplerini elinden kaçırmış olan, yaptıklarıyla daha da kötüsünü yapabileceğini göstermek istediği için korku imparatorluğunun tuğlalarını örmeyi kullanabildiği asli enstrüman olarak ele alan bir iktidar var. Yoksa bir iktidar taraftarlarının “kafalarına sıkarız” diye basın açıklaması yapmasını geçiştirir mi? Bir iktidar, Sezen Aksu’yu böylesine bir üslupla hedef tahtasına koyar mı?
Ve aslan muhalefetin maceraları
Ama Sezen Aksu etrafında süren tartışma sadece iktidar bloğunun nefret yüklü bir politika yapma tarzını sahiplendiğini göstermiyor, aynı zamanda şımarık ve kibirli ulusalcıların da iktidardan hiçbir farklarının olmadığını gösteriyor. Benzer bir intikamcılık, düşünce özgürlüğüne benzer bir şerh koyma, devletin geleneksel/milliyetçi çizgisi dışında alınan politik tutumları lanetli ilan etme gibi tutumlar hemen su yüzüne çıktı.
Bu yüzden, muhalefeti eleştirmek konforlu bir iş yapmaktır diye düşünenlerin tersine, biz ve muhalefet bir ve aynı şey olmadığımız için, muhalefeti, özellikle milliyetçi olan geniş kanatlarını eleştirmek, bağımsız bir işçi sınıfı siyasetini inşa etmek için, sosyalist bir politik perspektif için kaçınılmaz.
2018 seçimlerinde sonra, AKP-MHP ittifakı çubuğu çok sert bir şekilde sağa büktüler. İnsan, muhalefetin bu sağa yatışa karşı direnmesini bekler değil mi? Ama öyle olmadı, iktidar herkesi sağa doğru çekti, muhalefet, iktidarın alanına hapsoldu. Bu sağa kayışın soldaki yansıması, (siz bakmayın her eline kalem alanın liberalizm ve sol liberalizm analizleri yapmasına) sol Kemalizm, sol milliyetçiliktir. Solun hemen her kesimi, herhangi bir milli bayramı anmadan edememektedir. Solun daha aklı başında sanılan figürleri de bu Mustafa Kemal ve dava arkadaşlarının mücadelesini saygıyla anan sol milliyetçilere liberalizm analizleriyle destek olmaktadır.
Belediye ihalecisi tiplerin Sezen Aksu’ya yönelik tehditleri önce kendileri de sanatçıyı tehdit ederek savunuyormuş gibi yapmaları, göğsünü gere gere sanatçıya destek olmayı becerememeleri, ana akım muhalefetin Millet İttifakı tartışmalarında bir başka şekilde ifade oluyordu zaten. Yılmaz Özdil gibi bir ırkçının Sezen Aksu hakkındaki fikirlerine kendisini yakın hisseden pek muhterem ulusalcılar, seçim ittifakı tartışmalarında da Meral Akşener’in görüşlerini kerteriz olarak alıyorlar.
Muhalefetin tüm kesimlerinin üzerine titrediği Millet İttifakı’nın bu güzide oyun kurucusu İYİP, HDP’li bir milletvekilinin dağda bir PKK üyesiyle fotoğraflarının yayınlanması ve ardından vekilliğinin düşürülmesi girişimlerini onayladığını açıkladı. Bununla yetinmeyen İYİP önde gelenleri HDP’nin kapatılmasına da 'evet' diyeceklerini açıkladılar.
CHP önde gelenleri de milletvekilliğinin düşürülmesi gündeme geldiğinde 'evet' oyu vereceklerini duyurdu, henüz HDP’nin meşru bir parti olmadığını söyleyemeseler de gölgesinden korkan bu muhalefeti neden eleştirme zorunda olduğumuzu bu örnekler yeteri kadar açıklıyor.
İki partinin sözcüleri de o günlerin, o fotoğrafların çekildiği günlerin çözüm süreci günleri olduğunu ve o dönemde dağa çıkıp PKK üyeleriyle röportaj yapmayanı dövdüklerini söyleyemiyorlar. Tersine, her iki parti de Hakan Tahmaz’ın son yazısında altını çizdiği gibi, “Böylece bugün iktidarın HDP’ye karşı yürüttüğü tasfiye politikalarına değil, iktidar partisinin dünkü doğrularına karşı çıkarak Kürt meselesindeki yaklaşımlarını sergiliyorlar. En azından şimdilik başka türlüsü yok. Kürt meselesi söz konusu olduğunda sadece ‘bu işi, biz daha iyi yaparız kıvamında’ bir muhalefet söz konusu.”
Yaptıkları, çözüm sürecine karşı çıkmak, o sürecin sorumlularını yargılamakla itham etmek ve HDP’li vekilin HDP’nin kapatılması dosyasına eklenen dokunulmazlığını düşürülmesi hamlesini desteklemek. HDP’nin oylarına ekmek kadar su kadar muhtaç olanların, bu yaklaşımlarının vahameti şurada: Tüm siyasal süreci ve mücadeleyi seçime endeksli ele almak, beklenmedik bir hayal kırıklığıyla sonuçlanabilir. Sağ muhalefet bir kenara ama solda ve her nedense kendisine sosyal demokrat diyenlerde oluşan bu kibirli hava, seçimi tek başlarına kazanmaları mümkün değilse, kendilerini genel muhalefetin içinde eritmek anlamına geliyor. Yani, sağa karşı sağ muhalefetin kazanmasını, kendilerinin hesap soracağı bir siyasal iklimin oluşması olarak görüyorlar. Seçimleri çantada keklik olarak görmek kadar, seçimler sonrasında oluşacak iktidar güven duymak da vahim bir hata. Son on günde yaşananlar bunu gösterdi. Ana akım muhalefet, Erdoğan’ın camide eline mikrofon alıp konuşmasına karşı yaygarayı kopartamadı. Sezen Aksu’ya tüm gücüyle sahip çıkamadı. HDP’li vekillerin dokunulmazlığı konusunda hemen hemen iktidarla aynı şeyleri düşündüğü konusunda net bir tutum beyan etti. Bazıları açık açık HDP’nin kapatılması gerektiğini de savundu. Bu yüzden, durum Ayşe Çavdar’ın yaptığı şu parlak vurgudan daha vahim. Çavdar muhalefetin muhafazakarlığının altını şöyle çiziyordu:
"…ana muhalefet partisi ve Millet İttifakı lideri Kemal Kılıçdaroğlu, devlet başkanının bir caminin içinde yaptığı bir konuşmada “dilini koparmak”tan bahsettiği Sezen Aksu ve kullandığı bir atasözü dolayısıyla tutuklanan Sedef Kabaş’la ilgili olarak, bu iki değerli kadının da adlarını anmadığı kısa bir twitter paylaşımında bulundu. Provokasyonlara gelmeyeceklerini, yollarında yürüyeceklerini ifade etti. Savunma pozisyonundaydı bir kez daha güya ve hiç de sahici olmadığı hemen anlaşılan bir tür “dalgacılık”la. Neyi savunduğunu bilmiyoruz. Yolun nereye çıktığını da. Şu kadarcık bir şey var elimizde: O yoldaki yerini savunabilmek ve o yerde kalabilmek için neden vazgeçtiğini iyice biliyoruz artık. Anayasanın temel ilkelerinden biri olan laikliği, yani devletin, insanların arzu ettikleri gibi inanma ve yaşama özgürlüğünü teminat altına aldığı hukuk ilkesini ve düzenini bir provokasyon malzemesinden ibaret görmekte kararlı olduğunu gösterdi. Tıpkı sokağın siyasetlerinde bir mevzi olmadığını söylediği gibi, düşünce ve ifade özgürlüğünden de vazgeçti. Devleti, bunlardan geriye kalan şeylerin bir toplamı olarak gördüğünü ifade etmiş oldu. O geriye kalan şeylerin nasıl işleyeceğine ilişkin kendisini mevcut iktidardan farklılaştıracak bir önermesi de bulunmuyor. Şu durumda ve bu “tedbir” düzeyinde muhalefet, bir gün ele geçirmeyi hayal ettiği iktidarı koruyor, henüz elinde olmayan bir şeyi."
Muhalefete HDP ve Kürt sorunu bağlamında bakarsak, bir gün ele geçirmeyi hayal ettiği iktidarı korumakla kalmıyor, bu iktidarın 2013-2015 yılları arasında gündeme getirdiği ve muhtemelen cumhuriyet tarihinin en etkili demokratikleşme hamlesi olan çözüm süreci gibi girişimleri de mahkum etmekle tehdit ediyor.
Bu muhalefete mahkum olmadığımızı, meydan okumaya dayalı gerçekçi bir alternatifi inşa etmemiz gerektiğini, iktidarın tüm siyasi figürleri içine sürüklediği milliyetçi fikri ve politik zeminin dışında radikal bir meydan okumaya ihtiyacımız olduğunu ısrarla vurgulamak bu yüzden önemli.
Bunun bir adımı sanatçıları, düşünce, ifade, gösteri ve örgütlenme özgürlüğünü ısrarla savunmak ve çürümeye karşı bambaşka bir siyasal öne çıkışı savunmaksa, bundan ayrılmayan diğeri ise HDP’nin kapatılmasına tüm hücrelerimizle karşı çıkmak olmalıdır.
Şenol Karakaş