Sezen Aksu, HDP’ye kapatma davası ve aslan muhalefet - I

22.01.2022 - 15:41
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Kibirli bir sosyal medya kullanıcısı, bu memlekette muhalefeti eleştirmenin ne kadar korunaklı bir iş olduğunu söylüyordu. Öyle ya, bu kadar otoriter bir iktidar varken muhalefeti eleştirmek kolaydı.

Muhalefeti; birleşik, kutsal, sadece iktidara karşı olduğu için, “bizdenmiş” gibi algılatmaya çalışan bu türden ezberler, iktidarın tüm toplumu peşinden sürüklemeye çalıştığı sağcılığın bir başka yansıması.

Muhalefet, dokunulmaz değil.

Muhalefet, tartışılmaz olamaz. 

Hele ki çok esaslı konularda iktidarın aşırı sağcılığının şakşakçılığını yapmaya başladığında, diğer bir deyişle, iktidarın baskıcı uygulamalarını desteklediğinde muhalefeti eleştirmek, aynı zamanda iktidara karşı da tutum almaktır. 

Üç örnek üzerinden neden böyle olduğunu açıklamaya çalışacağım.

Sezen Aksu ve dil kopartma

Milli Bekacılar denilen bir grup, Sezen Aksu’nun yıllar önce yaptığı bir şarkıyı “dini hassasiyetlerine” dil uzatıyor diye gerekçe göstererek, evinin önünde her zamanki lümpen tarzlarıyla bir basın açıklaması yaptılar. Sezen Aksu müzik dünyasının tam merkezinde belki de en ünlü, en çok sevilen ismiyken, iktidar aparatlarının böyle bir adım atmış olmaları herkesin zihninde, “Neler oluyor?” sorusunun şekillenmesine neden oldu. Fakat daha bu soru zihinlerde uçuşurken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir camide cemaate “seslenerek”; “Hakaretlerin bini bir para. Bütün bunların karşısında dimdik duracak olanlar sizlersiniz. Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir" dedi. 

Muhalefetin ne yapması lazım böyle bir durumda? Hemen ses çıkartması lazım. “Hepimiz Sezen Aksu’yuz” diye öne atılması lazım. Saldırı ve tehditler Sezen Aksu’ya kadar rahat bir şekilde yönlendirilebiliyorsa, artık başka bir dinamiğin işlemeye başladığını görmemiz lazım diye düşünmesini beklemek hakkımız muhalefet bileşenlerinden.

Fakat böyle olmadı. Muhalefetin bir kısmı, bu türden çıkışların gündem değiştirmek olduğunu düşünüyor. Birisinin dilini kopartma tehdidi dışında gündem değiştirme yolu yok mudur? Böyle bir tehdit neden gündemin kendisi olarak değil de değiştirilmesi olarak ele alınır. Bu yaklaşım, kaçak güreşmekten öte bir anlam taşımıyor. 

Görülmesi gereken şu: Dil koparma lafları gündem değiştirmek değil. Bilakis, bu tam da gündemin, iktidarın politika yapış tarzının, tabanına ve muhalefete seslenme tarzının özü. Seçim saati hızlandıkça örneklerine daha çok şahit olacağız. Her tartışma fakirlik gündemini gizlemek için yapılmıyor. Pandoranın kutusu açılıyor, bir aşamada zembereğinden boşalır gibi üstümüze boca edileceklerin fragmanı Sezen Aksu’ya yapılanlar.

Bu gelişmede, iktidara söylenecek ilk söz şudur: Sezen Aksu’nun dilini kopartmaktan söz etmek, bunu bir cumhurbaşkanının yapması, tehdidi ciddileştiriyor. Hiçbir siyasi, camide nefretle hedef gösteren konuşma yapamaz. Hiçbir siyasi, bir sanatçının dilinin kopartılmasından söz edemez. Erdoğan, hızla sözlerini geri almalı ve tüm sanatçılardan özür dilemelidir. Tüm siyasiler sözlerinden hoşlanmadıkları sanatçılar hakkında camilere gidip nefret dolu açıklamalar mı yapsın? Kılıçdaroğlu da gidip Orhan Gencebay’ın “Yazıklar olsun, yazıklar olsun, Kaderin böylesine, yazıklar olsun, Her nefeste, bin sitem var, Şikayetim yaradana, şikayetim yaradana” sözlerinden hem kadere isyan ettiği hem de Allah’ı işin içine karıştırdığı için camide dilini kopartmak hakkında laflar söyleyebilir mi?

Söyleyemez!

İşte hiçbir siyasetçinin böyle şeyler söyleme hakkı yoktur. 

Ulusalcıların linci

Peki bu tartışmada, daha Milli Bekacılar Aksu’nun evinin önüne gitmeden sanatçıyı 2010 referandumundan dolayı, söylemediği sözlerden dolayı linç eden ulusalcılara ne diyeceğiz? AKP’ye muhalifler diye, muhalefeti eleştirmeyecek miyiz? 

Bakın Akrep Nalan ve bilcümle ulusalcı, sosyal medyada bir arkadaşımızın yazdığı gibi “tam anlamıyla köşede durmuşlar ve intikam gününü beklemişler”. Hemen her ulusalcı ve nasyonalist solcu gibi aynı zamanda yalancı da olan Akrep Nalan, 2010 referandumunda “bizim gibi hayır diyenlere ‘iki cihanda lekelisiniz’ derken, bugün seni o lekelilerin koruyacağını nereden bilecektin” yazmış.

2010 yılından dolayı lekeli mi değil mi bu sanatçı, bilemiyoruz ama yalancılık bir leke bırakıyorsa Akrep Nalan’ın artık alnına basılmış damga gibi taşıyacağı bir lekesi var. Hayırlı olsun!

Çünkü, Sezen Aksu, 2010 yılında hiç kimseye öyle bir şey demedi. Teyit.org Akrep Nalan’ın yalanlarını incelemiş ve şu sonuca varmış: 

Sezen Aksu “iki cihanda da lekelisiniz” sözünü 2009 yılında çözüm sürecinin karşısında duranlar için söylemiş. Aksu’nun 2010 anayasa referandumunda hayır oyu kullananlar için böyle bir şey söylediğine rastlanmıyor. 2015 yılında referanduma dair yaptığı açıklamada “hayır” demenin de bir seçenek olduğunu belirtmiş.

Buradaki utanmazlığa bakar mısınız? Koruyormuş! Ne koruma ne koruma. Sezen Aksu’nun intikamcı ulusalcıların korumasına ihtiyacı yok. Sahiden de koruyormuş gibi yapıp saldırıyorlar. Olanın özeti bu. Hedef gösterdiler, birileri de bu hedefe saldırdı. Peki, iddialarının yalan olduğu ortaya serildiğinde, özür dilediler mi? Nerede! Tersine, sanat dünyasının tam merkezindeki bir isme hem saldırıp hem de savunuyormuş gibi yapmaya, kibirle caka satmaya devam ettiler.

Ulusalcı saldırganlık zirvesini ise her zamanki gibi Yılmaz Özdil kaptı. Bir hukukçunun yazdığı gibi “Yılmaz Özdil'in Roboski katliamına ‘Sayın Kaçakçı’ yazısı ile verdiği açık destek, Sezen Aksu'nun hemen hiçbiri hakkında yorum yapmadığı ama Özdil'in ‘destek verdi’ demekten çekinmediği listede yer alan tüm sayılanları o cehennem yolunu döşeme yarışında tek başına geçer!”

Özdil, Sezen Aksu’nun cehenneme giden yolu döşediğini yazmıştı. Şunu demek istiyordu: AKP iktidarından önce düzgün, cehennemle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir yaşantımız vardı. Neredeyse cennette gibiydik. Ama o uğursuz 2002 yılı var ya o 2002 yılı, AKP iktidara geldi ve cennet cehenneme dönüşmeye başladı! O dönemde reformlar için mücadele edenler, Yılmaz Özdil açısından cehennemin taşlarını döşemiş insanlar. 

Irkçıların cenneti

Yılmaz Özdil gibiler Sezen Aksu’ya karşı bir linç örgütlerken, her şeyden önce yalan söylüyorlar. Sezen Aksu’nun söylemediklerini söylemiş gibi yapıyorlar. Ama bu adamın yaptığı, çok daha tehlikeli bir şey. Onun AKP’nin gelip bozduğu cennet diye anlattığı şey, milyonlarca insan için cehennemdi. O cumhuriyet, bir darbeler cumhuriyetiydi. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan. İdamlar, katliamlar, faili meçhuller. Asit kuyularında yok edilen Kürtler, evinden beyaz Toroslarla alınan ve bir daha hiçbir şekilde kendilerinden haber alınamayan Kürtler, sosyalistler, Gazi katliamı, Sivas katliamı, tutuklanan sendikacılar, öldürülen sendikacılar, DGM yargılamaları, başörtüsü yasakları, polis şiddeti, fakirlik, kriz üstüne krizler. Siyasi cinayetler o dönemin karakteristik bir özelliğiydi. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar bu döneme özgüymüş gibi yapan Özdil, sadece bir ırkçı değil (Roboski katliamı ile ilgili yazdığı yazıya bakabilirsiniz, inanmıyorsanız) bir yalancıdır da. Yalanlarının asıl amacı ise Sezen Aksu’nun zaman zaman gerçekleşmesi için imza attığı, katkıda bulunduğu bazı politik hamlelerin hayatı çok kötü hâle getirdiğine, konu hakkında bir sosyal medya mesajından fazlasını okuyacak zahmeti gösteremeyen ulusalcı zihinleri ikna etmek.

Yılmaz Özdil, şundan rahatsız: 2000’li yıllarda başörtüsü özgürlüğünün kazanılması için hamle yapıldı, Kürt sorununun çözümü için hamle yapıldı, Ermenilerin en temel haklarının tanınması için hamleler yapıldı, bir dizi demokratik gelişme yaşandı. Darbelerle hesaplaşıldı, darbecilerle hesaplaşıldı, Yılmaz Özdil gibi devletin resmi tarihini gerçek tarih olarak yutturmaya çalışanlar, Fethullahçı darbecilerden başka darbeci yokmuş gibi davransalar da bir sağdan bir soldan diyenlerle de hesaplaşılmaya çalışıldı. Demokrasi için, özgürlükler için mücadele edildi.

“Muhalefetin” bazı figürleri, demokrasiden ve özgürlüklerden rahatsız. Rahatsız oldukları olgu şimdiki rejimin karakteri değil, bu rejimin merkezinde Erdoğan’ın bulunması. 

Yoksa, onlar Sezen Aksu’yu linç ederlerken, Erdoğan’ın aniden bir camide Aksu’yu tehdit eden bir konuşma yapmasının bir tesadüf olduğunu düşünmemiz gerekir. Ruhları, özellikle çözüm sürecinin sonlanma sürecine paralel bir şekilde ilerleyen devlet-milliyetçiler ve Erdoğan ittifakının bir parçası. Bu ittifakın politikalarının en büyük destekçileri bu kesimler. İktidarla ruh birliği içindeler. Linççiliklerinin ana nedeni bu. Memleketin cehenneme dönmüş olmasından rahatsız değiller, bu cehennemde iktidarın su başını tutamamaktan rahatsızlar sadece.

Bu satırlar yazılırken, bir kurum daha beş on kişiyle Sezen Aksu hakkında suç duyurusunda bulundu. 

Şimdi sıra bizlerde. Sezen Aksu’nun yanında olduğumuzu gösterme zamanı. Sonraki yazıda, muhalefet denilen sağcılığın Kürt sorununda geldiği hali göstermeye çalışacağım. Ondan önce, arkadaşımız Bülent Aydın’ın bir paylaşımını koyuyorum buraya:

“Katillere türkü yazanlardan değil, Hrant Dink’in ardından ağıt yakanlardandır Sezen Aksu.”

GÜVERCİN

Bir daha açar mı karanfil korkusuz?

Bir daha uçar mı güvercin şehirde?

Yalancı güneşli bir ocak

Mübarek cuma gününde

Gitti cancağızım gitti

Bitti son İstanbul

Kaldırımlar zabıt tuttu

              şahidiz hepimiz,

Her yer tetikti

Sen de çekip gitme

Dayan be umudum

Dön gel, dön gel

Meydan okur hayat

Pabuç bırakmaz ölüme

Dön gel, dön gel

Bir daha yazar mı kalem

               kanaya kanaya

Kâğıdı da kan tutar,

               ağaç değil mi soyu

Ağla, doyasıya ağla

Aynı denizde çoğalır

                yüreğin öz suyu

Şenol Karakaş

Bültene kayıt ol