Fransa’da düzenlenen ve aralarında Orhan Pamuk’un da olduğu bir grup konuşmacının katıldığı "Batı karşısında Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye" konulu panelde bir eşsiz zekâ ürünü şahıs, "2010 yılında Anayasa referandumuna 'Yetmez ama evet!' deyip oy vererek, Türkiye'nin bu günlere gelmesine katkı yaptınız. Pişman mısınız?" sorusunu yöneltti. Nedense konuşmacılar, “bu ne aptalca soru, kanıtınız ne, bugünlere gelinmesinde 2010 referandumu neden belirleyici oluyormuş, bu soruyu böyle zerre düşünmeden sorabildiğinize göre amacınız gerçek bir soruyu tartışmak değil, sosyal medyada beğeni toplamaya çalışan bir trol gibi zevzeklik etmek olsa gerek” yanıtını vermek yerine ciddiye alıp yanıt vermişler.
Orhan Pamuk böyle bir soruya yanıt vermemiş çok haklı olarak. “Bugünlere gelinmesine katkı yaptınız” lafına yanıt mı verilir. Konuşmacılardan Seyfettin Güler “yanıldık” gibi bir şeyler söylemiş. Bunu derken de topyekûn bir değişimin tek bir hamlede gerçekleşeceğini düşündüğü için olduğunu eklemiş.
Bu haber birkaç internet gazetesinde yayınlanır yayınlanmaz, olağan şüpheliler devreye girdi ve yetmez ama evet diyenlerin cezasının kesilmesi için yaygara kopartmaya çalıştılar. O kadar düzeysiz ve kendini kaptırmışlardı ki bu panelde konuşanların yeni dönemde rol çalmaya çalıştıklarını söyleyeninden, 2010’da yetmez ama evet diyenlerin politik konularda ağzını açmasının yasaklanmasını talep edenlere kadar seviyesizlik had safhadaydı.
Ama en çok ilgimi çeken Ece Temelkuran’ın zerre çekinmeden topa girmesi ve şunları söyleyebilmesiydi: “Entelektüel suçlar -faşizmi erken safhasında desteklemek gibi- hiçbir mahkemede yargılanmadığı için günah çıkarırkenki kibirleri ve tarihi yalan ve eksik anlatımlarıyla yeniden yazmaları da cezasız kalıyor. 'yetmez ama evet'in günahı çıkarılmış güya ama o günlerdeki cahil özgüvenine çok benzeyen keskinliklerinden ve kendileri gibi düşünmeyenleri nasıl ‘demokrasi karşıtı-ordu destekçisi’ diye aforoz ettiklerinden hiç söz edilmemiş.”[1]
Yeni ceza mahkemesi başkanı!
Ece Temelkuran faşizmi erken safhasında destekleme suçunu yetmez ama evetçilere atacağına, o dönemin en büyük faşist partisi MHP’nin hayır kampanyası yaptığını hatırlasa iyi olurdu. 2010 günlerinde faşist, faşiste benzeyen, darbeci, aşırı sağcı kim varsa hayır demekle meşguldü. Kendisi de Fransa’da konuşmacılara soru yerine doğrudan saldıran suçlamalar yönelten eleman gibi, yetmez ama evetçilerin kibrinden, günah çıkartmasından söz ediyor. Kibir ki en çok yakışandı size! Şu cümlelerdeki kibre, tepedenciliğe bakın. “O günlerdeki cahil özgüvenine” lafı da tam söyleyeni ifade ediyor.
Apaçık küçük burjuva kategorileri, bir küçük burjuva tepedenciliğiyle, faşizm ve İslam gibi kavramları hiç anlamadığını kanıtlayarak 2010 referandumunda yetmez ama evet diyenleri cahil özgüvenine sahip olmakla suçlamakla yetinmeyip, “tarihi yalan ve eksik anlatımlarıyla yazmaları da cezasız kalıyor” diye buyurmuş. Yok o öyle değil. Yetmez ama evet diyen, derin devletin tüm hücrelerine karşı çıkan insanların bazıları tutuklandı, bazıları uzun yıllar hapis yattı, bazıları daha kampanya sırasında tekmeli yumurtalı saldırılara maruz kaldı, bazıları yurtdışına kaçmak zorunda kaldı, bazıları KHK’lı. Bazıları HDP saflarında mücadeleye devam ediyor, hapse girip çıkıyor, milletvekili oluyor, direniyor, bazıları da sağa kaydı. Tıpkı hayır diyenlerin bazılarının bugün iktidarı sırtlarında taşımak için yapmadıklarını bırakmamaları gibi. Sanırım, iktidarın gidiciliği üzerinden gelişen hava Kemalist küçük burjuva solcularına nurlu yüzlerini yeniden göstermek için uygun bir iklim gibi geliyor.
Uyduruk entelektüel suç kavramına uygun hareket edecek olursak, faşizmi erken safhalarında desteklemek olabilir bu elemanların suçu, 2010’da darbeci askerleri koruma ve kollama işi yapmak, MHP ile birlikte ve bir dizi neo Nazi’yle birlikte aynı tutumu almak entelektüel suç kategorisine alınabilir. 2010 AKP’sinin faşist olduğunu sanıp bunun erken farkına vardığını düşünmek sadece aşırı kibirle açıklanamaz kuşkusuz, faşizm konusunda dev bir kafa karışıklığıyla açıklanabilir. 2007 yılının Cumhuriyet mitinglerini savunanlar, buradan ilericilik çıkartmaya çalışanlar, suç ne ceza ne, biraz daha zihinsel mesai harcamalı. Tabi insanın zihnine birçok soru üşüşüyor: Bu yeni dönem entelektüel suçlar tespit komisyonu başkanı cezayı kendisi mi kesecek yoksa hizmetçisine mi uygulatacak, ne de olsa hakkıdır bireysel emeklilik paralarını yatırmış?
Amaçları ne?
Bu yaygaracıların amaçlarının ne olduğu çok açık. Birincisi, sadece özür dilemeleri gerekir dedikleri insanlar üzerinde şiddet uygulayan, bağlamını bile unuttukları bir dönemin tartışmalarını bugünü açıklamak için sahtekârca kullananlar bunlar. Yoksa bir referandumda “hayır” denir, “evet” denir, “yetmez ama” denir. Dert bu değil. Dert intikam. Nesnel, bilimsel bir demokratik tartışma yapmak istemiyorlar. Amaçları aydınlar üzerinde baskı uygulamak ve milliyetçilik dışında özgürlükçü alternatiflerin şekillenmesini bugünden engellemek. Hep beraber milli bir sol olmak derdindeler.
Ohannes Kılıçdağ’ın sosyal medya mesajında yazdığı gibi, “Daha evvel de söyledim. ‘Yetmez ama evet’ 2010 referandumu bağlamı ve içeriğinden tamamen koparılarak genel bir ‘AKP destekçiliğinin’ adı yapıldı. Bu doğru değil. Her şeyi ve herkesi kendi yerine oturtmadan sağlıklı bir tartışma yapılamaz.” Elbette burada yaygaracıların bir diğer amacına geliyoruz. “Yetmez ama evet” kampanyasını, bir AKP destekçisi hareket olarak kodlayıp, o dönemde üstelik AKP’ye rağmen atılan sayısız adımı, bu adımları özgürlükçü bir sol alternatifin şekillenmesine de katkı yaptığı için değersizleştirmek.
O dönem neler olmuştu hatırlarsak: 24 Nisan Ermeni Soykırımı anmaları gerçekleştirilmeye başlanmıştı. Kürt halkının özgürlüğü için mücadele yeni bir evreye sıçramış çözüm süreci başlamıştı. 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı yeniden kazanılmıştı. Eylem alanları genişlemiş, Hrant’ın katillerinin arkasından ırkçılığa karşı dev bir dalga yükselmeye başlamıştı. Bir aşaması dev LGBTİ+ yürüyüşlerine, bir başka yönü İstanbul Sözleşmesi’ne, öte yandan HDP’nin 2015 Haziran’ında aldığı muazzam oylara kadar ulaşan farklı bir dinamikti. Bu dinamiğin bütününü, 2000’ler öncesinin vesayetçi koşullarını özlemle anarak karalamanın bir aracıdır “Yetmez ama evet” kampanyasını yapanlara saldırmak.
Yaygaracılar, yani bütün “hayır” diyen sosyalistler değil, bir yalanı, 2010’un bugünkü kötülüklerin miladı olarak pazarlayan ve “özür dileyin!” diye höykürenler, 2010’un faşistlerini sayarsak, birlikte hayır dedikleri bir kısım partiyi saymak zorundayız. Faşizmi tespit edememek değil, tespit edilmiş faşistlerle aynı oyu vermek cezasız kalacak ama demokrasi için ve yetersiz olduğu vurgulanarak yapılan bir öneri linç edilecek. Demek ki amaçlarından birisi askerleri aklayan, darbecileri aklayan kendi önerilerinin tartışılmasını engellemek.
Bir başka sosyal medya hesabı da doğru bir tespitle bir diğer amacın ne olduğunu açıkladı: “YAE düşmanlığının politik anlamı şu: Bir daha, 2010 öncesindekine benzer tepesinde MGK benzeri bir kılıcın oturduğu faşist bir anayasa yapabilirlerse (tek hayalleri bu) bu tür bir anayasa anlayışını meşrulaştırıp muhalefet edilmesinin önüne geçmek.”
Dolayısıyla, öncelikle, AKP iktidarının 2015’e kadar olan dönemlerinde, mücadeleyle kazanılmış ve kuşkusuz AKP’ye rağmen de kazanılmış hakların varlığını unutturmak istiyorlar. 24 Nisan anmalarını, çözüm sürecinin anlamını, gösteri haklarının kazanılmış olduğunu, Kürt sorununun her düzeyde ele alınan bir mesele haline geldiği gerçeğini unutturmak istiyorlar. Bu süreçte birçok insanın, aktivistin, gazetecinin, aydının oynadığı rolü AKP’cilik olarak kodlayıp yanına liboşluk suçlamasını da ekleyince sadece mücadeleyle elde edilmiş kazanımları değil, bu kazanımların elde edilmesinde rol alanları da baskı altına almaya çalışıyorlar.
Yalanlarla baş etmek
Asıl numaraları ise şu bu yaygaracıların: Referandum ile sonrasındaki tüm gelişmeleri doğrusal bir ilişki içindeymiş gibi gösteriyorlar. 2010 referandumu ve Berkin Elvan’ın öldürülmesi arasında, Gezi’ye şiddetle saldırılması arasında, partili cumhurbaşkanlığı sisteminde ısrar edilmesi arasında ve hatta 15 Temmuz darbe girişimi ve Fethullahçı darbecilerin güçlenmesi arasında doğrudan bir bağlantı kurmaya çalışıyorlar. Bu gerçeği eğip bükmek anlamına geliyor. Bu, şimdi yaşadığımız koşulların dışında bir gelişmenin mümkün olmadığına inanmaya, dolayısıyla aslında mücadele etmek ve risk almanın anlamsız olduğunu söylemeye tekabül ediyor.
Referandum gerçekleşti ve sadece referandum gerçekleştiği için Türkiye’de dananın kuyruğu koptu! Oysa arada 2011 seçimleri yaşandı, Roboski katliamı, MİT krizi, Kürt tutukluların ölüm oruçları, dershane krizi, kürtaj tartışması, Oslo sürecinden sonra baş döndürücü bir hızla çözüm sürecinin başlaması, 28 Şubat tutuklamalarının dalga dalga gelmesi, ardından çözüm sürecinin tam ortasında Gezi direnişinin başlaması.
Gezi direnişinde Türkiye çapında yaklaşık 5 milyon kişi sokaklara çıktı, AKP hem kendi içinde hem de Fethullahçılarla ilişkisinde sıkıntılar yaşadı, ardından 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları başladı, devlet yargısıyla polisiyle o günden beri hallaç pamuğu gibi atıldı, HSYK’nın 2010’da yaşadığı değişiklikler iptal edildi, yargı doğrudan hükümete bağlandı, Türkiye’de art arda bombalar patlamaya başladı, Kobane’de IŞİD saldırısı sonrası Türkiye’de yaygın gösteriler oldu ve onlarca insan yaşamını yitirdi, çözüm süreci rafa kaldırıldı, Kürt sorununda yeniden çatışmalı sürece dönüldü ve 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşti. Yüzlerce insan öldü, binlerce insan yaralandı, OHAL ilan edildi. Evet! Çok inandırıcı! Bütün bu gelişmeler “Yetmez ama evet” kampanyası nedeniyle oldu![2]
Dostlara ve hakemlere bir hatırlatma
Çeşitli zamanlarda çeşitli platformlarda 2010 referandumunda aldığı “evet” tutumuna eleştirel yaklaşan arkadaşlarımız oluyor. Kendi iç tartışmalarını sürekli yapar demokratik insanlar kuşkusuz, hatalarından ders çıkartır ve bunu dile de getirir. Kanımca 2010’da alınan “yetmez ama evet” tutumunda zerre kadar bir hata yok. Fakat, zaman zaman gemi azıya alan mahalle baskısı, sol Kemalist baskı, siyasi iklimin değişmesi ve 1980-2010 yılları arasında derin devletin, darbecilerin, faşistlerin cumhuriyetinde yaşanan şiddeti unutturmamalı.
Bugünün yaygaracılarının amacı zamanında “yetmez ama” diyen aydınlara kan kusturmak. Özür diletmek. Darbelere karşı demokrasiyi ve siyasal alanı savunanlara baskı yapmak. Köhne, ulusalcı, laik-dindar bölünmesini pekiştiren tutumlarını yeniden yeniden parlatmak ve solun asli tutumu olarak göstermek. Bu nedenle, en azından Orhan Pamuk’un tutumu örnek alınmalı, “2010’da aldığınız tutum Türkiye’yi bugünlere getirdi, pişman mısınız?” diye soran, bir soru sormuyor, bir tartışma yapmıyor, ulusalcı sahtekarlığın intikamcı şiddetini vurguluyor.
Bu yüzden ufuk Uras şunu yazarken son derece haklı: “Orhan Pamuk'un bir toplantıda ‘Yetmez ama Evet’ üstüne gelen bir soruya yanıt vermeye tenezzül bile etmemesi çok doğru bir yaklaşım. Aradan 11 yıl geçmiş ve ‘Evren anayasası değişmezse Erdoğan'la daha iyi mücadele edilir’ gibi bir deli saçması yaklaşım için ne denilebilir ki.”
Entelektüel kapasitesi boş tenekeden çıkan ses kadar olanların bu cezalandırmacı basıncına pabuç bırakmamak, sanki demokratik bir tartışma varmış gibi yapan hakem arkadaşlara da prim vermemek gerekiyor. Bu demokratik bir tartışma değil. Bir başkasının sosyal medyada yazdığı gibi “Türkiye'ye bugünkü koşulları hazırlayanlar, yetmez ama evetçiler değil, ikna odaları kurup başörtülü öğrenci avına çıkan akademisyenler, askerin sözcülüğüne soyunan gazeteciler ve siyasetçilerdir. Orhan Pamuk kafası değil, Mine Kırıkkanat zihniyetidir. Kimse kendini kandırmasın.”
Bir sanatçı AKP’nin kesin gördüğü gidişi için, “Mehter marşıyla gidecekler biz İzmir marşıyla geleceğiz” demişti. Emin olabilirsiniz bu ağzı bozuk yaygaracıların ağırlığını, İzmir marşı aşıkları oluşturuyor. Hiç asit kuyusu, faili meçhul, 1915 tartışması, başörtüsü yasağı duymamış bir neslin ulusalcısıdır bunlar!
[1] Bir kişi bu yoruma gerektiği gibi yanıt vermişti: Ece hanımın 12 Eylül darbecilerini aratmayan önerileri. Aşağıyı işaret etmek. Faşizmi erken safhasında destekleyen entelektüeller iltisak suçu işlemiş olanlarla birlikte yargılanacak. Kimin faşist entelektüel suç işlediğine Ece hanım karar verecek, iltisak işini arkadaşlarına soracak.
[2] Tartışmanın tamamı için: https://www.enternasyonalsosyalizm.org/ulusalcilar-kimlerdir-ve-yetmez-ama-evetcilere-karsi-nasil-mucadele-ederler.html