Akademide cinsiyetçilik

02.10.2021 - 20:47
Zilan Akbulut
Haberi paylaş

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve buna bağlı olarak ortaya çıkan şiddet türleri, hayatımızın her alanına yayılmış durumda. Türkiye’de kadın olmakla, Türkiye’de akademisyen bir kadın olmak arasında hiçbir fark yok.

Maruz kalınan şiddet biçimlerinde, yaşanılan eşitsizliklerde özne daima aynıyken, uygulayıcılar eğitim seviyeleri yüksek(!) akademisyenler/erkekler oluyor. 

Akademideki en büyük problemlerden biri olan cinsiyetçiliği irdelemek, eşitsizliği yeniden üreten mekanizmaları gözlemlememizi ve çözüm üretebilmemizi sağlar. Dolayısıyla pek çok meseleden azade olmuş gibi görünen akademide, işlerin sanıldığı gibi yürümediğini bilmek ve fark edebilmek son derece önemli

Akademide şiddet ya da cinsiyetçilikle ilgili yaşanan en büyük yanılgı ise eğitim seviyesi yüksek insanların cinsiyetçi tutumda bulunamayacağı, şiddet ya da tacizin olamayacağıdır. Bu yanılgı, tıpkı taciz ve şiddet faillerinin yalnızca “hasta, cani” olabileceği ya da tanınmış ve “saygın” kişilerin şiddet faili olamayacağı yanılgısına benzer. Şiddet uygulayan erkeklerin psikolojisinin bozulduğunu, eğitim seviyelerinin düşük olduğunu söylemek, kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini münferitleştirmeye ve normalleştirmeye hizmet eder. Dolayısıyla bireysel hayatında cinsiyetçi bir tutum benimseyen her erkek bu tutumu akademide de devam ettirir.

Kadınların yönetim kadrolarında yer alamaması, doğum izinlerinin sorun yapılması, giyim tarzlarına karışılması, özellikle genç kadınların meslektaşları tarafından ciddiye alınmaması, “Mansplaning” gibi yani bir erkeğin, genellikle bir kadına, küçümseyici bir tavırla, çoğu zaman kadının talebi olmaksızın bir şeyler açıklaması, kadın akademisyenlerin ve kadın öğrencilerin sıkça karşılaştığı cinsiyetçi tutumlardan yalnızca birkaçı. Bu durumun farkında olan, bunu engellemek isteyen kadınlar ise her şeyi yanlış anladığı, fazla hassas olduğu gerekçesiyle suçlanır. Ayrıca Türkiye’de akademisyen bir kadına biçilen rol, öğretmen rolü hatta gelecek nesilleri yetiştirme rolü üzerinden inşa edilir. Eğer akademisyen bir kadın evli ve çocuğu yoksa ya da hiç evlenmemişse hırslı olmakla, eğer çocuğu varsa yegâne görevi olan annelik görevini yerine getirmemekle suçlanır.

Türkiye’de akademisyenlerin cinsiyet dağılımına baktığımızda, kadın akademisyenlerin yaklaşık yüzde 45 oranında olduğunu görüyoruz. Her ne kadar kadın akademisyenlerin sayısal oranı erkek akademisyenlerle eşit olsa da unvan hiyerarşisi artıkça bu oranlar arasındaki uçurum da giderek artıyor. Örneğin araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi kadrolarında, kadınlar yer bulabiliyorken bu oran profesörlerde oldukça düşük. YÖK’ün 2020 yılındaki verilerine göre Türkiye’deki üniversitelerin 13’ünde kadın profesör yok. Çoğu üniversitede ise 1 veya 2 kadın profesör bulunuyor. Kadın profesörlerin çoğunlukta olduğu üniversitelerin sayısı ise sadece 5.

Yukarıdaki veriler devletin kadınlara yönelik cinsiyetçi, ayrıştırıcı, saldırgan söylemlerinin ve var olan eşitsizliği derinleştiren politikaların üniversitelerdeki bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Kadın akademisyenlerin, yaşa ve unvana bağlı maruz bırakıldıkları cinsiyetçi tavırlar ne kadar farklılık gösterse de, hepsinin temelinde benzer ilişkiler yer almakta ve neredeyse bulunduğumuz her alanda verdiğimiz mücadeleler akademi içerisinde varlığını sürdürmektedir.

Sonuç olarak tahsilli şiddetin, zoraki alıcısına nasıl takdim edildiğini her seviyedeki akademik kurumda görebiliriz. Bunun yanında biyolojik ve doğal bir durum olan hamilelik ve son derece kişisel bir durum olan giyim tarzı gibi konuların alakasız şekilde meslek yaşamına yansıtılması, engel görülmesi kadının varlığının kendisine karşı nasıl silah olarak kullanıldığını gözler önüne sermektedir. Kadının sadece kadın olduğu için, sahip olduğu her türlü sıfatta indirgeyici rol oynadığını, büyüteç tuttuğumuz her alanda görüyoruz. Akademik alanda kadının varlığını rahatsız edici bir unsur olarak görenler ne yazık ki yenilgiye uğrayacaklardır. Genç akademisyen, anne akademisyen, süslü akademisyen olarak çeşitlenerek, güçlenerek ve artarak var olmaya her zaman devam edeceğiz.

Zilan Akbulut

Bültene kayıt ol