ABD ve NATO güçleri 20 yıl önce işgal ettikleri Afganistan topraklarını terk ederken, ortadan kaldırmayı taahhüt ettikleri Taliban güçleri baskıcı bir hükümet kurmak için harekete geçti. 43 yıllık işgalin yarattığı yıkım karşısında, ülkeyi cehenneme çeviren güçler yüzsüzce Afganistan’da yarattıkları kaosun faturasını Afganlı emekçilere ödetmekteler. Milyonlarca emekçinin Afganistan’ı terk etmeye çalışması da Taliban’ın ülkeyi hızla ele geçirmesi de 43 yıllık emperyalist müdahalelerin yarattığı bu savaşın sonucudur. ABD 2001 yılında Afganistan’ı işgal ettiğinde ülkede zaten 23 yıldır sürmekte olan bir savaş vardı. 1979 yılında Afganistan’ı önce Rusya işgal etti. 10 yıllık işgal sonucunda 2 milyon insan hayatını kaybetti, 6 ile 8 milyon arasında insan İran ve Pakistan’daki mülteci kamplarına sığındı. İşgal sonrasında tüm ülke iç savaşlarla sarsıldı. Ardından ABD tarafından tekrar işgal edildi.
“Afganistan, tiranların ülkesi”
ABD’li sosyalist Jonathan Neale, 1972’de Kabil’deki bir sanatoryumda arkadaşını ziyaret ettiği sırada hastalardan birinin Afganistan ile ilgili şu sözünü duyduğunu söyler: “Afganların ülkesi, tiranların ülkesi”.
Afganistan İngiltere tarafından da üç kez işgal edildi. Ülke, bağımsızlığına kavuştuğu 1919’dan 1947 yılına kadar İngiltere tarafından kontrol edildi. 1947 yılından itibaren de Rusya ve ABD arasındaki rekabetin odağı oldu.
Bugün bölgenin Ortaçağ ile bağdaştırılan geri kalmışlığının yapısal bir özellik olduğunu düşündüren görüntüler bu nedenle yanıltıcıdır. 1970’li yıllarda Afganistan’da komünist ve İslamcılardan oluşan modern iki hareket etkiliydi. Her iki hareket de yolsuzluğa batmış monarşi yönetiminden nefret etmekteydi. Ancak kadınların eşitliği, mülkiyet hakları gibi konularda birbirlerinden ayrılmaktaydılar.
Darbe üstüne darbe
1973’de Kral bir darbeyle indirildi. Muhammed Daoud Khan ülkenin ilk cumhurbaşkanı oldu. Komünist Partisi’nin bir kısmı bu darbeyi destekledi ve parti bölündü. 1978 yılında Daoud komünist liderleri tutuklamaya başladı. Genç ve eğitimli subaylar arasındaki örgütlü komünistler, bu saldırıya darbeyle yanıt verdiler.
İktidarı alan komünistler ekonomide Rusya’daki gibi yukarıdan aşağıya planlanan devlet kapitalisti bir rejim inşa etmek istiyorlardı. Kadınlar için eşitlik ve büyük toprak sahiplerinin gücünü kıracak toprak dağılımı gibi bazı reformlar gerçekleştirdiler.
Komünistler şehirlerde emekçilerin desteğini aldılar ama kırsaldaki yoksul köylülerin desteğini alamadılar. Afganistan’da askerlik zorunluydu ve askerler yoksul köylerden geliyordu. Rusya’da 1917 Ekim devriminde yoksul askerler subaylara karşı ayaklanmışlardı. Dahası Bolşevikler, yoksul köylülerin taleplerini sahiplenerek desteklerini kazanmış ve zaten bu sayede başarılı olmuşlardı. Oysa Afganistan’da komünistler askerleri subaylara karşı örgütlemek yerine, subaylar tarafından yapılan darbeye destek verdi. İktidar yoksulların yaşamlarında anlamlı bir değişim yaratmadığı gibi kalpsiz bir dünyada anlam ve sığınak sağlayan dinden de vazgeçmelerini istedi.
Halk direniyor
İktidar sıradan insanları kazanamadığı gibi, her geçen gün artan bir muhalefetle karşı karşıya kaldı. Komünistler direnişi kırmak için daha fazla baskı yaptı. Bir yıl içinde 27 bin kişi idam edildi. 165 bin kişi Pakistan’a kaçtı.
1979’da Herat şehrinde ayaklanma başladı. Ayaklanma ordu birliklerine de sıçradı. Hapishaneler basıldı, bankalar, postaneler, gazete ofisleri ve hükümet binaları yağmalandı. Herat’daki isyan hava bombardımanıyla yenildi. Ve 15.000 kişi hayatını kaybetti.
Rusya’nın kanlı işgali
Komünistlerin kaybedeceğini öngören Rusya, Afganistan’ı işgal etmeye girişti. Başbakan Hafizullah Amin öldürüldü, yerine Babrak Karmal geçirildi. O dönemde Rusya’nın hegemonyası altında bulunan bölge petrol, doğal gaz ve maden yatakları ile biliniyordu. İslamcı bir direnişin Afganistan’ın sınırında bulunan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan üzerinde yaratacağı etkiden korkuluyordu.
Rusya ve Komünist Afgan ordusu işgale karşı direnişi kırmak için büyük bir şiddet dalgası başlattı. Siviller hedef alındı. Savaşçılardan öğretmenlere, direnen herkese işkence ve tecavüzle yanıt verildi. Napalm bombaları attılar, bubi tuzakları ve mayınlar kurdular. Nüfusun yüzde 4’ü mayınlar nedeniyle sakatlandı. Tarlalar bombalandı. Sulama sistemleri yok edildi. Ancak yine de direnişi kıramadılar. İşgal 15 bin Rus askerinin ölümüne yol açtı. Ayrıca maliyeti de çok yüksekti. Ölümler ve yoksullaşma Rusya’da savaşa karşıtı muhalefetin yükselmesine yol açtı. 1989’da Rusya, Afganistan’dan tamamen çekilme kararı aldı.
Afganistan işgali Rusya’daki ekonomik ve siyasal krizi derinleştirdi. Gorbaçov'un ekonomide özel sermaye ve piyasa kapitalizmine geçiş politikalarının ardından Rusya’da başlayan işçi ayaklanması Doğu Avrupa ülkelerinde domino etkisi yarattı, Stalinist baskıcı rejimlerin sonunu getirdi.
Devlet kapitalizmi ve emperyalizm
Komünist Partisi işledikleri insanlık suçlarını ve işgali “sosyalizm” adına savundu. Sadece Afganistan’da değil, işgal tüm ülkelerdeki komünist partiler tarafından desteklenmişti. Örneğin, Türkiye’de yayınlanan “Politika” adlı gazete işgali normalleştiriyor, Karmal’ın Rus ordularını davet ettiğini ileri sürüyordu. Kuşkusuz ne darbenin ne de işgalin sosyalizmle ilgisi vardı. Komünist partisi Stalinizm etkisindeydi ve Rusya’nın çıkarlarıyla uyumlu politikalar izlemekteydi.
Rusya’da 1917 yılında, devrimci işçi devletinin iç savaş ve izolasyon nedeniyle atomize olması sonucunda bürokrasi hâkim sınıf haline geldi. 1928’de gerçekleşen karşı devrimle Rusya, işçileri ve köylüleri sömüren devlet kapitalisti bir rejim haline geldi. 5 yıllık ekonomik planlamayla üretim, üretim araçlarının birikimine tabi tutuldu. İşçi sınıfı karar ve denetleme mekanizmalarından tamamen uzaklaştırıldı (Bakınız; Tony Cliff, “Rusya’da Devlet Kapitalizmi”, çev: Roni Margulies, Tarık Kaya, Z yayınları).
Tarımda zorunlu kolektifleştirme gerçekleştirildi. Stalin, Lenin ve Troçki’nin savunduğu “Dünya devrimi” tezinin yerine “Tek ülkede sosyalizm” tezini savundu.
Stalin konuşmasında “Gelişmiş ülkelerden elli ila yüz yıl gerideyiz. Bu mesafeyi on yılda kat etmek zorundayız. Bunu ya başaracağız ya da bizi bitirecekler” diyordu (“Stalin’in Savaşı”, Sean McMeekin, Kronik Yayınevi, çev: Zeynep Demir, S. 37)
Gerçekten de Rusya’da sermaye birikim süreci çok kanlı oldu. Zorunlu kolektifleştirme nedeniyle 3-4 milyon insan yaşamını kaybetti. Milyonlarca insan çalışma kamplarına sürüldü.
Rusya’nın pek çok kamu projesi köle işçi emeğiyle gerçekleşmiştir. Ayrıca batının ileri güçleriyle mesafeyi kapatmak için emperyalist politikalar izlendi, ulusları tahakküm altına alan “Büyük Rus Despotizmi” politikaları yeniden güncellendi. Kanlı diktatörlük, 2. Dünya savaşı sonunda nüfus alanını Doğu Avrupa ülkelerine doğru genişletti. Buralarda Rusya’dakine benzer baskıcı uydu rejimler inşa edildi.
Stalin sonrasında 1956’da Macaristan, 1968’de Çekoslovakya işgal edildi. Yıllar sonra Afganistan’ı da işgal edecek olan Rusya “Sosyalist Blok” adı altında Doğu Bloku ülkelerinden Kuzey Kore’ye, Kuzey Vietnam ve Çin’e kadar geniş bir coğrafyada hegemonya kuran ikinci emperyalist güçtü.
Çağla Oflas
(Sosyalist İşçi)