Altındağ’da geçtiğimiz hafta bir gece boyunca Suriyelilere ve göçmenlere yönelik linç yaşandı. İnsanlar dövüldü, işyerleri yakıldı, yıkıldı, arabalar kundaklandı, göçmen düşmanı faşist çeteler her zamanki gibi evleri yağmaladılar, televizyonları ve değerli eşyaları çaldılar. Her ırkçı hırsız olmayabilir ama Türkiye’de ırkçı her linçci aynı zamanda hırsızdır. Şişirilmiş ırkçı öfkesinin altında bir insanın evine zorla girip, mallarını, değerli eşyalarını arayıp, bulup çalma soğukkanlılığını gizler. Bölgede göçmenlere yardım ettiği için devletin iyilik ödüllerini alan Cavit Baba altüst edilen evini gösteriyor ve az miktardaki değerli eşyalarının çalındığını anlatıyordu kendisini ziyaret eden göçmen dayanışması aktivistlerine.
Türk usulü ırkçılık ve linçe katılan faşistler, tıpkı 6-7 Eylül pogromunda olduğu gibi, gösterişçi saldırganlıklarının altında başkalarının malına ve hayatına çökme alışkanlığını Altındağ’da da sergiledi. Ertesi gün polis onlarca linçciyi gözaltına aldı. Emniyet gözaltına alınanlardan 38’inin yağma, kasten yaralama, hırsızlık, uyuşturucu madde ticareti gibi suçlardan kaydı bulunduğunu açıkladı. Sözüm ona bir göçmenin işlediği bir suç nedeniyle tetiklenen linçe katılanların 38’i yağmacılıktan, kasten yaralamadan hırsızlıktan ve uyuşturucu ticaretinden sabıkalıymış. Bu buzdağının görünen kısmı çok açık ki.
Sorun şurada, bu güruh, nasıl bir araya geldi? Telefon kayıtlarına bakıldı mı? Uyuşturucu satar, aynı evlerde soygunlara girerken mi karşılaşıp linç örgütlemeye karar verdiler. Görüşlerine çok önem verdiğimiz bir hukukçunun gözaltına alınan linçcilerle ilgili söylediği gibi, “Bu profilde o kadar adamın, birbirlerini bulup, aynı saatte, topluca bir semt baskınına gitmesi de, sürdürülen adli soruşturmada önemli bir ‘soru’ olarak sorgulanacaktır herhalde.”
Her linçin bir bahanesi var
6-7 Eylül’de de soru budur. 6-7 Eylül 1955'te gerçekleşen pogromda, o profilde o kadar kişinin bir araya getirilmesidir asıl sorun. 1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu'na verdiği röportajda “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” Yirmibeşoğlu daha sonra bu röportajı yalanlasa da 6-7 Eylül’ün öğütlenmesinin arka planına bakıldığında bir kontrgerilla çalışması olduğu ve insanları en hassas yerinden yakalamaya, etkilemeye ve harekete geçirmeye çalıştıkları açıktır. Mustafa Kemal’in Selanik’te doğduğu evin bombalandığı yalan haberiyle başlamıştı saldırılar. Bindirilmiş linçci kıtaların İstanbul’un yerlilerine saldırmasıyla günümüzde Ankara’ya ülkelerindeki iç savaşlardan, yıkım ve yoksulluktan kaçarak gelenlere yönelik linç arasında elbette farklılık var. Dikkat çekmek istediğim benzerlik, kullanılan tarzda.
Bu, çok tanıdık olduğumuz bir tarz. Bunun nasıl bir kendine güvenle, sırtını devletin derinlerine dayamaktan kaynaklanan bir tafrayla hayat bulduğunu, dedikleri çok önemsenen bir muhalif mertebesine çıkartılan Sedat Peker’in sosyal medya mesajlarının birisinde görülüyordu. Peker 8 Temmuz tarihli twitter mesajında, “10-Kuzu grubu hatırlarsınız, daha önceki paylaşımlarımda sadık soylu üzerinden süslü sülümanın gizli kasası olduğunu anlatmıştım. Kıymetli dostlarım, ülkemiz tehlike altında olduğunda milli mücadele verebilmek için sivil halkı örgütlemek gerektiğinde, halka silah dağıtarak …11-…sivil direniş oluşturma görevi Özel Harp Dairesi’ne aittir (daha önceki adı Seferberlik Tetkik Kuruludur). Öncelikle bu tip yapıların var olması gerektiğine inanan, Teşkilat-ı Mahsusa ruhunu savunan bir kişiyim. Şu ana kadar anlattıklarımın içinde en önemli bölüme geldik” yazdı.
Bu sabıkalılar nasıl bir araya geldi?
İktidarın 15 Temmuz’dan sonra kaydı olmayan silahları özel kuvvetler oluşturmak için kendi kadrolarına dağıttığı yönündeki iddiaya dahil olan Peker, derin devlet yapılanmasının asli unsuruna da dikkat çekiyor. Peker’in her anlattığından ayrı ayrı heyecanlanan insanların, Seferberlik Tetkik Kurulu ya da Özel Harp gibi isimlerin üzerinde durmaması ilginç.
Altındağ’da Suriyeli göçmenlere saldırı böyle bir derin devlet işi olmayabilir ama lincin örgütlenme tarzı, o güruhun yan yana gelme hızı ve özellikle linç gecesinden önce, son bir ayda göçmenlere yönelik saldırganlığın, yalan fırtınasının, uydurma haberlerin arka arkaya binlerce insan tarafından paylaşılması, bazı ırkçı “kanaat önderlerinin” ve dahi “bazı ırkçı ve faşist profesörlerin” insanların gözünün içine baka baka yalan söyleyerek göçmenlere karşı bir sosyal medya nefreti örgütlemesi, koşulları, bardağı taşıracak damlaya hazır hale getirmişti. Bu memlekette, linç girişimi için koşullar bardağı taşıracak damlaya kaldığında, bu damla hiç gecikmez, damlar.
Önümüzdeki yazılarda linç girişimi için koşulları oluşturanları, iktidarından, tırnak içinde sosyal demokrasisine, bazı solculara, muhalefette iktidara karşı zorunlu işbirliği yapılması gerektiği iddia edilen ana muhalefet ve ikinci ana muhalefet partisine, ulusalcı bir imza kampanyasıyla (daha sonra Macit Koper imzasını çekmişti bu metinden) göçmen düşmanı atmosfere çapı oranında katkı yapanları ve ırkçılığa karşı mücadelenin önemini tartışmaya çalışacağım.