Ümitcan Uygun, Aleyna Çakır cinayetinin baş şüphelisi olmasına ve delil bulunmasına rağmen serbest bırakılmıştı. Ardından katil zanlısının evinde başka bir kadın, Esra Hankulu ölü bulundu ve Ümitcan Uygun, Esra Hankulu’nu kasten öldürme suçundan tutuklandı. Sedat Peker, Ümit Can Uygun'un babası, Süleyman Soylu'nun yakın arkadaşı olduğu için Uygun'un serbest bırakılması için gereken adli tıp raporunun hazırlandığını iddia etti. Soylu daha önceden de genç bir kıza cinsel saldırıda bulunarak onu intihara sürükleyen ve ‘Eğer birine söylersen seni öldürürüm’ diye tehdit ettiği ortaya çıkan uzman çavuş Musa Orhan’ın tutuklanması için başlatılan kampanyayı hedef almıştı. Olayın, ‘bazı çevreler tarafından sürekli gündeme getirilmesinin nedeninin HDP milletvekilinin ve diğer PKK’lıların yaptıklarının üstünü örtmek’ olduğunu iddia etmişti.
İktidarın, faillerin kendilerine yakın olduğu olaylarda gösterdiği tutum, terör bahanesiyle kadın cinayetlerini, kadına şiddeti ve tecavüzü önemsizleştirmek. Öyle ki kadın cinayetlerinin ‘sürekli gündeme getirilmesinden’ rahatsızlık duyabiliyorlar. Suçluların cezasız kalmasını, vakaların gündemde tutulması için yeterli bir sebep olarak görmüyorlar. Bununla birlikte kadın cinayetlerini azalttıklarını, şiddetle etkin bir mücadele verdiklerini iddia etmeleri de her gün bir kadının öldürüldüğü gerçeğinden ne kadar uzak olduklarının, daha doğrusu uzak kalmayı tercih ettiklerinin bir işareti. Fail, iktidara yakın olduğunda ne yapıyor ediyor serbest kalıyor, bir de üstüne faillerin tutuklanmasını talep edenler, kadın cinayetlerini gündeme getirenler, hükümetin kadına yönelik şiddete karşı tepkisizliğini dile getirenler ‘vatan haini’ olmakla itham ediliyor. İstanbul Sözleşmesini savunanlar aileye savaş açmakla suçlanıyor.
İktidarın kadın cinayetlerine karşı ses çıkaranları ‘aile düşmanı’ ya da ‘vatan haini’ olarak hedef göstermesi bir tesadüf değil. Kadın hakları savunucuları aile düşmanı ilan ediliyor, çünkü iktidarın koruduğu geleneksel aile ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışının hâkim olduğu, şiddetin bulunduğu ve kadının baskılandığı aile yapısı. Yine iktidarın dayattığı ‘vatanseverlik’, iktidarın çıkarları uğruna insan hayatının hiçe sayıldığı, temel insan hakların esamesinin okunmadığı bir kavrayış. Bu ‘vatanseverlik’ anlayışı sayesinde, iktidar, çıkarlarına ters hareket eden herkesi hedef gösterebiliyor, hayatlarını değersizleştirebiliyor. Kadınların hayatını önceleyenlerin bu iki kavrayışa da karşı çıkmasından daha doğal bir şey olamaz. Ne ‘vatanseverlik’ adı altında askerin, polisin, bakanların şiddetinin görmezden gelinmesi kabul edilebilir ne de ‘aileyi korumak’ adı altında şiddetin örtbas edilmesi.
Kadınlar değil failler korunuyor!
Kadınlar evde, sokakta, iş yerinde öldürülürken, şüpheli kadın ölümlerine yönelik etkin bir soruşturma yürütmeyenler, İstanbul Sözleşmesinden çekilenler, failleri serbest bırakanlar tüm bu cinayetlerin ortağıdır. Eğer İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı bugün pek çok kadın hayatta olacaktı. Ümitcan Uygun serbest bırakılmasa Esra Hankulu yaşıyor olabilirdi. Kadının beyanı esas alınsa ve kendisine tecavüz eden iki erkek tutuklansa intihar eden Eda Nur hayatta olabilirdi. Failler, serbest kalmalarını fırsat bilerek Eda Nur’a tekrar tecavüz etti ve Eda Nur, ailesine hiçbir şeyin güzel olacağına inancının kalmadığını söyleyerek intihar etti. Bu bir intihar değil, bir cinayet. Tecavüzcüler kadar onları serbest bırakanlar ve hayattayken Eda Nur’u korumayanlar da bu cinayetin failleridir.
Şiddet uyguladığı Aleyna Çakır’ın baygın halini sosyal medyada paylaşan Ümitcan Uygun’un sosyal medyada tehditler savuran ağabeyi, kendinden olanı korumayı prensip edinmiş iktidarın kadın cinayetlerine karşı kayıtsızlığından ve adalet sisteminin çürümüşlüğünden cesaret alıyor. Hükümetin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının ardından pek çok failin cesaret bulduğu, tutuklu faillerin serbest kalma umudunun ortaya çıktığı bilinen bir gerçekti. Ümitcan Uygun gibi katil zanlılarının serbest kalmasıyla faillere verilen cesaret daha da arttı.
Faillerin cezasız kalması politiktir
Ümitcan Uygun’un vakası bunu bir kez daha gösterdi ki faillerin cezasız kalması, sadece o faile cesaret vermekle kalmıyor, başka failler de bundan cesaret alıyor. Ümitcan Uygun’dan sonra arkadaşı Gökhan Özbolat da canlı yayında bir kadına şiddet uyguladı. Uygun’un ağabeyinin ise sosyal medya aracılığıyla bir kadını öldürmekle tehdit ettiği ortaya çıktı. Tüm bu vakalar, kimi zaman iddia edildiği gibi sorunun ruh hastalığından ya da başka bir münferit sebepten kaynaklanmadığını, eril şiddetten dolayı yaşandığını gösteriyor. Bu failler, birbirlerinden olduğu kadar adalet sisteminin çürümüşlüğünden de cesaret alıyor. Öyle ki canlı yayında, herkesin gözleri önünde suç işlemekten çekinmiyorlar.
Kadın cinayetleri politiktir. Hükümetin, kadınların hayat güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, kadınların taleplerini ve kazanımlarını hiçe sayması kabul edilemez. Kadınların şikayetlerinin dikkate alınmadığı; şüpheli kadın ölümleri etkin bir biçimde çıkar ilişkileri, siyasi ortaklık görmezden gelinerek araştırılmadığı sürece kadınların hayatları her gün yeniden tehlikeye atılıyor. Bu çürümüşlük sonlanmadığı sürece kadın cinayetlerine karşı etkili bir mücadele yürütülemez.
Melike Işık
(Sosyalist İşçi)