Ya kapitalizm ya gezegen, ya devrim ya çöküş

11.08.2021 - 12:53
Tuna Emren
Haberi paylaş

Ormanlarımız gözlerimizin önünde yandı. 

Korkunç bir yıkım yaşadık. Yanan sadece ağaçlar, bitki örtüsü değildi, binlerce canlıyı kaybettik, hem bölgede yaşayan insanların hem de bu canlıların bel bağladığı muazzam bir ekosistem yıkıma uğradı, orman yangınlarının yaşandığı her bir bölgedeki her bir canlının hayatı altüst oldu. 

Ve AKP iktidarı olan biteni izlemekle yetindi, yangınlara zamanında müdahale edemedi. Üstüne de evlerini alevlere terk etmek zorunda kalan insanlara TOKİ kredisiyle ev pazarlamaya giriştiler.

‘Keşke bizim de evimiz yansaydı, diyecekler’

AKP’li Güngörmüş Belediye Başkanı Mehmet Özeren’in bu sözlerini hiç unutmayacağız. 

Özeren tam manasıyla kapı kapı dolaşan bir pazarlamacı gibi, böyle bir felaketin üstüne, bölge halkına ev pazarlamaya çıkmış, TOKİ’nin satış temsilciliğini üstlenmişti.

Özeren’in ağzından dökülen bu sözler AKP’nin bu boyutlardaki bir yıkımı bile hiç umursamadığını, yangınlara müdahale etmek şöyle dursun, söndürmeyi başaramadığı (hatta denemediği) için evleri, yerleşim alanları, geçim kaynakları gözlerinin önünde kül olan insanların üzerinden ve adeta hiç vakit kaybetmeden inşaat şirketlerine yeni fırsatlar yaratmaya çalıştığını gösteriyor, her şeyin özetini sunuyordu.

Yetmedi, Avrupa’dan yardım istemek için başlatılan #HelpTurkey kampanyasına destek veren sivil girişimcileri hedef aldılar, “güçlü Türkiye” imajını zedeledikleri gerekçesiyle, gözlerine kestirdiklerini ifadeye çağırdılar ve bu arada kendi sorumluluklarını belediyelerin üstüne atmak için ellerinden geleni yaptılar. RTÜK yangın haberlerine yasak getirdi, yıkımı durdurmaya değil basiretsizliklerinin, ortaya dökülen gerçeklerin gizlenmesine adandılar.

47 ilde toplam 240 orman yangını yaşandı ve birçok noktada halen söndürülebilmiş değil. 

Karşımızda, yönetememeyi bir yönetim biçimi olarak giyinmiş, tıpkı salgında olduğu gibi hem gerçek bir kriz hem de bir toplum sağlığı sorunu olan orman yangınları karşısında da aynı tutumunu sürdüren bir iktidar var. 

Bölge halkı ve orman işçileri omuz omuza verip alevleri durdurmaya, yangını hakikaten elleriyle söndürmeye çalışırken, ülkenin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, kendisine yöneltilen eleştirilere, ne yapayım elimle mi söndüreyim, diyerek yanıt veriyor. Cumhurbaşkanı ise halkın üzerine çay paketleri fırlatıyor, yangının yaşandığı bölgeye ulaşmaya çalışan itfaiye araçlarının yolunu konvoyu ile kesiyor, müdahaleyi geciktiriyordu.

İklim felaketleri çağı

9 Ağustos’ta Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Altıncı Değerlendirme Raporu yayımlandı. Rapora göre, Akdeniz bölgesi günden güne daha da yakıcı olacağı söylenen sıcak hava dalgalarına teslim olacak. 

Akdeniz Havzası’nda yaşanması beklenen çölleşmenin hızlanacağı, orman yangınlarının hem sayısı hem de şiddetinin artacağı ve dahası, Akdeniz bölgesinin iklim felaketleri merkezine dönüşebileceği söyleniyor.

İklim modellerince Akdeniz Havzası için öngörülmüş sıcaklık artışı, bu raporun ortaya serdiği üzere, artık çok daha şiddetli olacak. Kavurucu sıcak hava dalgalarının yaşanma sıklığı artarsa bu durum su krizinin ve gıda krizinin de beklenenden daha ciddi sonuçlar doğuracak kadar büyümesiyle sonuçlanır. Örneğin, tarımsal üretimde mahsullerin yarısından fazlasını kaybedeceğimiz söyleniyor, orman yangınlarının yaşanma ihtimalinin yüzde 87 oranında artış gösterebileceği üzerinde duruluyor. 

Sıcaklık rekorları kırıldıkça kuraklık riski de raporlarda öngörülene kıyasla daha vahim hale geliyor, bilimsel tahminlerin sunduğu tablolar yaşananların yanında hafif kalmaya başlıyor.

Yakıcı sıcaklar Akdeniz bölgesinde, Ortadoğu ve Afrika’da ısı stresi nedeniyle yaşanması beklenen ölümlerde de artışa sebep olacak, diyor IPCC raporu. 

Artık iklim felaketleri çağındayız. 

Uzun yıllardır endişeyle beklenmekte olduğumuz ne varsa bu yıl tecrübe etmeye başladık. Dünya’nın bir tarafında seller kentleri ele geçirir, tarım toprağını silip süpürür, sular metro istasyonlarını basarken; diğer başka bölgeler kavurucu sıcaklara teslim oluyor, tarım toprağı bu kez de kuraklık yüzünden yitiriliyor, söndürülemeyen yangınların yaşandığı her bölgede bir ekosistem yıkımı gerçekleşiyor.

Tüm bunlara hazırlıklı olmak ama aynı zamanda fosil yakıtlara hemen, daha fazla vakit kaybetmeden veda edip küresel bir enerji dönüşümü başlatmalıyız. 

Ağır bilanço

Yangınların neden yaşandığını biliyoruz. Uydu haritaları dünya geneline yayıldıklarını ama bilhassa Akdeniz Havzası’nda yoğunlaştıklarını gösterdi. 

Orman yangınları, sıcak hava dalgaları yüzünden bu boyutlara ulaştı. Geçtiğimiz günlerde Kanada ve ABD’nin üstüne çöken ‘ısı kubbesi’ sonucunda başlayan ve bir türlü söndürülemeyen yangınlar karşısında ABD Olay Komuta Merkezi yetkilileri, “Böyle bir yangını ilk kez görüyoruz” diyordu. Alevler, her gün iki katı şiddete erişerek yayılmaya devam etti. Yanan her yerden aynı tepki yükseliyor; bu yaz şahit olduğumuz yangınlar benzersizdi. Bunların büyük çoğunluğu, yüksek yoğunluklu diye tabir edilen kategoride. 

Bilançoları da çok ağır bu yangınların. Örneğin, Yunanistan’da, bizdeki gibi birçok noktada başlayıp kısa sürede her yere yayılan orman yangınlarında 10 günde en az 500 bin dönüm orman arazisi ve tarım alanı kaybedildi. Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin sunduğu afet raporuna göre, sadece Muğla’da 24 bin hektarlık ormanlık alan yitirildi. Ülke genelinde iki binden fazla insanın evleri yandı ya da ağır hasar aldı, sekiz kişi yaşamını yitirdi, 36 bin kişi tahliye edildi, 550 kişi yangından etkilenerek hastaneye kaldırıldı, binlerce orman canlısı öldü, bir termik santral gözümüzün önünde yanmaya bırakıldı, toplam 60 bin hektar orman arazisi kül oldu. Üstelik hasar tespit çalışmaları henüz sonlanmış değil. 

Kaybedilen canları kilo üzerinden hesaplayan, kümes hayvanlarına “beyaz et” diyerek ekosistem varlıklarını yalnızca ekonomik değeri bakımından görebildiğini açığa seren Erdoğan’ın umurunda olmayabilir belki, ama bizim canımız çok yandı. 

Alevler yükseldikçe göçmen düşmanları ve ırkçılar da yükseldi

Yangınlara verilen ilk tepki, her zaman olduğu gibi, ırkçı söylem ve suçlamalara başvurulmasıydı. 

Orman yangınları başlamadan hemen önce CHP ve İYİP’in söylemleriyle tırmandırılan göçmen düşmanlığı, Afganları ve Suriyelileri hedef tahtasına oturttu. “Ülkesinde göçmen istemeyenlerin” iyice yükselttiği ırkçılık, yangınların başlamasıyla birlikte yönünü Kürtlere çevirdi. Arzu Sabancı’nın söylemi, ırkçılığın yalnızca egemen sınıfın işine yarayan bir kart olduğunun çok açık bir kanıtı niteliğindeydi.

Alevler yükseldikçe ırkçılar da iyice yükseldi. Dillerine pelesenk olan “bu bir tesadüf olamaz, Kürtler yakıyor” suçlamaları ve yalnızca sabotaj ihtimaline odaklı, irrasyonel, gerçeklerden kopuk, cahilce söylemleriyle taçlandırdıkları sanrıları kısa zamanda kendine birçok taraftar buldu.

Evet, tesadüf değildi elbette. Yıllardır başımıza bunların geleceğini haykırıyor, iklim krizinin Akdeniz Havzası’nda çölleşme yaratacağını, sıcak dalgalarıyla vuracağını ve bunun da orman yangınlarıyla sonuçlanacağını söyleyip duruyorduk. Yaşananların hiçbiri sürpriz değildi. 

Bizler bu gerçekleri dile getirirken “iklim krizi de ne yahu, küresel ısınma diye bir şey yok, dünya ısınır ve soğur kendi kendine” minvalinde, neresinden tutsak elimizde kalan saçmalıkları argüman diye karşımıza çıkaranlar bu defa “kim yakıyor?” sorusuna odaklı dar bir görüşle feryat figan Kürtlere yönelttiler oklarını. Ve siviller GBT yapmaya girişti, Kürt avına çıktı, örgütlü saldırılar düzenlendi.

Dünya Meteoroloji Örgütü, 2019’da yaklaşık 22 milyon insanın iklim felaketleri yüzünden yer değiştirmek zorunda kaldığını söylüyor. Yakın gelecekte hepimiz iklim mültecilerine katılabiliriz. İklim felaketleri arttıkça, iklim göçmenlerinin de sayısı artıyor. Hatta Türkiye’de ilk örneğini bu yangınlar sonucunda yaşadık. Birçok insan yerleşim yerlerini terk etmek zorunda bırakıldı ve muhtemelen bu insanların önemli bir kısmı sadece evlerini değil aynı zamanda geçim kaynaklarını da kaybetti. Artık başka yerlere göç etmek dışında bir seçenekleri kaldığı söylenemez.

El ele yürüyen iklim inkarcıları ve göçmen karşıtları, kendilerinin de yakın gelecekte iklim mültecisine dönüşebileceklerini göremeyecek kadar bağnazlar.

Yangınların ağır bilançosunun sorumlusu AKP iktidarıdır!

Yaşamı değil fosil yakıt şirketlerini, bizleri değil inşaatçıları koruyup kollayan siyasi iktidarlar yakıyor ormanlarımızı. Yalnızca ormanları da değil, tüm gezegeni yakıyorlar.

Son 30 yılda gerçekleştirilen onca iklim zirvesinde yalandan vaatlerini, sera gazı azaltım taahhütlerini sunup, o kifayetsiz taahhütleri bile yerine getirmeyen liderler ile onların işbirlikçileri olan şirketler yakıyor yerküreyi. 

Bu krizi durdurmak için hemen harekete geçmemiz gerektiğini bildikleri halde Paris Sözleşmesi’nden bu yana 1,9 trilyon dolarlık fosil yakıt yatırımı yapanlar kimse, işte onlar sorumlu. 

Enerjide büyüme hedefini kömür üzerine kuran, yatırımları yerli kömürle besleneceğini “umut ettikleri” termik santral projelerine yoğunlaştıran, İklim Değişikliği Beşinci Ulusal Bildirim Raporu’nda bu felaketlerin beklendiğini bildiğini bizatihi kendi cümleleriyle ortaya koyduğu ve sürdürülebilir orman yönetimi çalışmaları yapacağını duyurduğu halde hiçbir şey yapmadan bizleri iklim çöküşüne sürükleyen AKP iktidarı sorumlu. 

Hamasetten, hedefi şaşırtan tutum ve söylemlerden beslenen AKP ne Van’da yaşanan sel felaketini ne müsilajı ne de orman yangınlarını ciddiye alıyor. Tek önemsediği, inşaat şirketleri ve sermaye. Bir yönetim krizi yaşıyor olmasının yanı sıra tıpkı salgında, müsilajda yaptığı gibi bir kez daha neyi seçtiğini gösteriyor açık açık. 

Musilaj sorunundan da haberdarlardı ama buna rağmen muazzam ölçekli bir çevresel yıkıma dönüşene kadar hiç müdahale etmediler. Denizin üstü müsilajla kaplanınca da bu yıkımı hızlandıracak Kanal İstanbul projesini başlatmak dışında bir şey yaptıkları söylenemez.

Orman yangınlarını söndürme işini ihaleyle özel şirketlere veren, hatta dokuz uçaklı THK da o ihaleye girmiş olmasına rağmen, bir tane bile yangın söndürme uçağı bulunmayan Kanadalı şirkete vermeyi tercih eden de AKP iktidarıydı. İHA’lara, S-400’lere yatırım yaparken orman yangınlarına hazırlanmayan, ülkedeki milyonlarca işsizi görmezden gelip Orman Genel Müdürlüğü’ne bağlı çalışan sayısını artırmayan, OGM’nin 4,2 milyar liralık bütçesinin 193 milyon lirası orman yangınlarına ayrıldığı halde bunun sadece yüzde 1,75’ini kullanan AKP yine sınıfsal bir tercih yaptı, her şeyi gözden çıkarıp sermayeyi seçti.

Bu salt beceriksizlik değil, apaçık bir tercihtir.

Mücadeleyi büyütme zamanı

Neoliberal kapitalizmde yaşamı tehdit eden her türlü felaket hoş görülüyor, hatta sistem, kendi gücü ve devamlılığını da müsebbibi olduğu bu felaketlerden beslenerek kazanmaya çalışıyor. 

Geçtiğimiz günlerde, küresel ısınmayı hızlandıracak başat faktörlerden biri olduğu için bilim insanlarının yıllardır kaygıyla izlediği Atlantik akıntı sistemindeki (AMOC) değişimin kritik bir noktaya ulaştığı anlaşıldı. İklim bilimciler, etkisi küresel boyutlu olan bu sistemin çökmeye başladığını söylüyor. 

Bir başka araştırma gurubu, Türkiye ve Yunanistan’ın da üzerine tıpkı Kanada ve ABD’de yaşanana benzer ama ondan biraz daha farklı bir fenomenin, ‘ısı duvarının’ indiğini söylüyor. Isı duvarı, sıcaklık artışını 45’lere, 50’lere kadar zorlayabilir. Ayrıca tarihsel açıdan en uzun süreli sıcak hava dalgasını yaşadığımızı da belirtiyorlar. 

Bunların hiçbiri normal değil. 

İklim krizi bir sistem krizidir. Bu felaketler, yaşamın kapitalist üretim biçimiyle sürdürülemeyeceğinin kanıtlarıdır. 

Felaketleri yaratan ve onlardan kazanç sağlayan herkesten hesap sorma zamanı geldi de geçiyor bile. Karşımızda böylesi örgütlü bir kötülük varken, bizim de onlardan hesap soracak ama daha da önemlisi yarattıkları tüm bu krizleri durduracak güce erişmemiz, yani var olan tüm mücadelelerimizin gücünü büyütmemiz gerekir.

Hepimizin bir araya gelerek yükselteceği ses için, birleşik bir mücadele için kolları sıvamanın zamanıdır artık. Sesimizi ve gücümüzü büyütmenin tek yolu bu.

Başka bir dünyanın mümkün olduğunu biliyor, o dünyada yaşamak istiyoruz.

Tuna Emren

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol