Bu son yazıda yangınlar ve ondan önce, seller sırasında devlet erkanının bazı davranış şekillerinin önümüzdeki dönemi nasıl etkileyeceğine değinmeye çalışacağım. İlk yazıda, azınlık olan ama çoğunlukmuş gibi davranan iktidarın sellerle ve yangın felaketiyle uğraşma kapasitesinin olmadığının altını çizmeye ve rejimin karakterinin bürokrasiyi felç ettiğine değinmeye çalışmıştım.
İkinci yazıda, kapasite sorununun ötesinde, yaşananların arkasında iktidar açısından bir sınıf tercihi ve sınıfsal alışkanlıklar silsilesi yattığını anlatmaya çalıştım:
“Bir başka sorun ise iktidarın beceriksiz olduğu iddiası. Kuşkusuz bir beceriksizlik söz konusu ama sorun beceriksizlikte yatmıyor, beceriksizliğin arkasında, onu da tetikleyen bir başka, daha temelli bir sorun var. Bu sorunun bir adı var: Bu bir ‘sınıfsal tercih sorunu.’ İktidar, sınıfsal bir tercih yapıyor ve bu açıdan yıllara dayanan, yıllar içinde kök salan, Türk usulü başkanlık rejimine geçişle birlikte gizlenemez olan bir davranış kalıbı.
Bu davranış kalıbı, her türden felaketi, önlenemez bir katliama çeviriyor.”
Her düzeyde felaket üzerine felaket yaşıyormuş gibiyiz. Orman yangınları, ekonomik verilerin gizlenmesi, ihale kanunlarında sürekli yapılan değişiklikler, garip otoyol garanti ücretlendirmeleri, sürekli yapılan zamlar, hukuk alanında işlerin çığırından çıkması, yüzde beş, yüzde altılık bir partinin Anayasa Mahkemesi’ni sürekli tehdit ederek anayasayı ısrarla çiğnemesi, hiçbir suçu olmayan insanların “adeta” gibi kavramların kullanıldığı delil içermeyen iddianamelerle uydurulmuş suçlarla yıllarca hapiste tutulması... Yine, ikinci yazıda değinmeye çalıştığım öfke birikimi hızını tahmin edemeyeceğimiz bir şekilde yaşanıyor.
Öfkenin derinliğini şöyle özetlemeye çalışmıştım:
“Bu konuda, her bir gelişme, iktidarın her bir adımı, en az yangın kadar hızlı bir şekilde öfkeyi de kabartıyor. Bu sıradan bir öfke değil, yangında kaybedilenlerle birlikte kaybolmayı göze alacak kadar derin bir öfke. Kaybolmayı biz sıradan insanlar için sıradan bir iş haline getiren bir bir öfke kabarması yaşanan. AKP’liler, iktidar çevresi, iktidarın çıkarları dışında hiçbir şey düşünemeyenler, her bir açıklamalarıyla, her bir tutumlarıyla, zaman zaman gündemi değiştirmek zaman zaman da gündemi, dünyadan yardım isteyenleri kökü dışarıda olmakla itham eden açıklamalarda olduğu gibi çarpıtmak için kamuoyu önüne her çıktıklarında öfkenin düzeyini artırıyorlar.”
Rejimin yönetememe sanatı
İktidardaki partinin, antidemokratik parlamenter rejimi hallaç pamuğu gibi atıp, tüm anayasal yapıyı, yönetim mekanizmalarını birkaç kişinin fantezilerinin yansıması olan bir sığlık içine, yine antidemokratik bir tek kişilik otoriter yönetim biçimine sıkıştırmaya çalışmaları, bir partinin, AKP’nin devletle giderek daha doğrudan örtüşmeye başladığı bir yapıya işaret ediyor aynı zamanda. Ama bu örtüşme işi, devletin 50 yıldır içinde olan, devletin sahibi denilince akla ilk gelenlerle bir ittifak kurulmadan mümkün olamayacağı için, MHP ve Perinçek gibi güçlerle ittifak kurdu ve bu güçlerin aldıkları oydan bağımsız bir etkiye sahip olmalarına da yol açtı. Böylece, seçim kazanmak için birbirine muhtaç olan, geçmişte birbirinden pek de hazzetmeyen güçler, devletle örtüşme konusunda da hem birbirlerine muhtaç durumda, hem de itişme halindeler.
Erdoğan defalarca, AKP’nin bekasının devletin bekasıyla bir ve aynı şey olduğunu ilan etti. Bahçeli ve Perinçek de kendi partileri hakkında aynı şeyi düşünüyorlar. Her nedense, bir partinin seçim kaybedip kazanması memleket açısından bir beka sorunu olarak kodlanıyor. Bu, seçimlerde bu partiye ya da mevcut iktidar koalisyonuna karşı yarışan tüm partilerin ve adayların, beka açısından tehlikeli ve düşman ilan edilmesini kolaylaştırıyor. HDP, muhalefetin de ciddi bir desteğiyle beka düşmanları kategorisindeki ilk yerini aldı. Ama Kılıçdaroğlu, Davutoğlu, Babacan, Akşener, Saadet Partisi yöneticileri de bu suçlamadan paylarını düşeni zaman zaman alıyorlar. HDP’li vekillerin dokunulmazlığını kaldırırken coşkuyla destek verenler zaman zaman en az HDP kadar beka açısından tehdit olarak ilan ediliyorlar.
Bize akıl dışı gibi görünen
Bize sık sık bir tımarhane siyaseti gibi görünen olaylar, bir partiler ittifakının ve devlet kadrolarının çok küçük bir azınlığının kendi bekalarını, tüm toplumun, “ortak geleceğimizin” bekasına indirgemeleri ve bunu yutturmaya çalışmaları yüzünden yaşanıyor. Bir “külliye” ya da saray işleyişi var. Burada binlerce insanın yer aldığı bir hiyerarşik yapı var. Kapalı, ne olduğunu, ne yaşandığını, nasıl bir işleyişin devrede olduğunu kimsenin bilmediği ama dev bir ekonomiyi yutan ve binlerce kadronun istihdamı anlamına gelen bir yapı var.
Bu, bir tür rejim. Denetim dışı, Türk usulü bir başkanlık bu ve her kurumun başkanlığını bizzat cumhurbaşkanın yürüttüğü bir rejim. Varlık Fonu başkanı Erdoğan. Türk Hava Kurumu onursal başkanı Erdoğan. Merkez Bankası’nın fiili başkanı da Erdoğan. 80 milyonluk nüfusun yaşadığı - askeri darbelerle kesintiye uğrasa ve askeri vesayet tarafından tahrip edilmiş olsa da - bir tür demokrasi, çok partili sistem, sendikalar, grevler, direnişler geleneği olan bir ülke, bu türden bir fantastik yönetim tarzıyla idare edilemez. Yönetilemez. Kısa sürede, Türk usulü başkanlık rejiminin, iddia edildiğinin tersine, karar alma süreçlerini hızlandırmadığını ama felç ettiğini gördük. Orman yangınları, bunun en son kanıtı oldu. 4-5 milyon dolara bakımı yapılabilecek uçaklar, sadece kayyum heyeti başkanı olduğunu fakat yangın söndürme uçaklarının onarımını yapmayı aklına dahi getiremediği bir sorumsuzluk mevkiinde olduğunu itiraf etmiş olan yöneticilere teslim edilmiş. Çünkü bürokrasinin yukarıdan aşağıya işleyişi, bizzat Erdoğan emir ya da onay vermeden hiçbir kararın alınamadığı paralize olmuş bürokratlar ordusunu yaratmış vaziyette.
Rejimin işleyişindeki aşırı merkezileşmeyi en iyi açıklayan örnek Milli Eğitim Bakanı’nın istifası. Bir haftadır bir kulis bilgisi olarak herkesin bildiği bir sır olan bu istifa, bir türlü gerçekleşemedi. Çünkü, bırakalım hızlı karar almayı, bu yönetim modeli, bir istifa sürecini bile doğru düzgün işletemiyor. Kuşkusuz, istifa lafını kullansak da istifa etmenin yasaklandığını biliyoruz. Dönem, Cumhurbaşkanı'ndan ve görevden affını isteme dönemi. Cumhurbaşkanı uygun görürse, affınızı istemeye karar veriyor bunu duyuruyor. Size de Cumhurbaşkanı'na şükranlar sunarak arkanıza bakmadan küskün siyasiler-bürokratlar-patronlar kulübüne katılmak kalıyor! Aynısı bakan damat Albayrak’ın “affının istenmesi” sürecinde de yaşanmıştı.
Rejim, yukarıdan aşağıya bir yapboz oyununun sahasına çevrilmişken, bakanlıkların birleştirilip yeniden dağıtılması gündemdeyken, tıpkı afet bölgelerinde insanların kafalarına çay paketi atılması gibi “ama bu kadarı da olmaz ki” dedirten hadiselerin arkasında siyasetin tepesinde çıkışı olmayan bu buhran yaşanıyor. Siyasal alanın aşağılarında yaşanan ise iktidar ittifakının oylarındaki erime.
Gerçeklerden kopukluk mu?
Burada, zaman zaman hepimizin kullandığı, 'İktidar halkın yoksulluğunun farkında değil mi, nasıl olur da yangın olan yerlere dev araç konvoylarıyla girer', 'Haydi girdiniz selden ya da yangından bezmiş felaketzedelerin kafasına çay paketleri atabilir' soruları, iktidarı bir ölçüde küçümsemekten kaynaklanıyor. Karşımızda halkın yoksulluğunun derecesini bilmeyen değil bilen bir iktidar var. İnsanların kafasına çay paketi atmanın birilerinin canını sıkacağını bilmeyen değil, bilen bir iktidar var.
Ama iktidar iki şeyi daha biliyor: Birisi, seçim saati çalışıyor, AKP liderliği bir kabus gibi tik-tak sesini her saniye duyuyor. Diğeri ise tabanında erime. Bu erimeyi de önleyemediklerinin farkındalar. En büyük korkuları, bu erimenin, AKP'nin çekirdeğine sirayet etmesi.
Bu çekirdeğin içinde sağcı, maço, dünyayla bağları zayıf, kadın haklarına düşman, tarihi gerçekler hakkında illüzyonlara sahip olan, otoriter eğilimlerle bir sorunu olmayan bir kesim var. İktidar için bu kesimin sağlamlaşmasını, sarsılmamasını, yeniden bir toparlanma dönemine girdiğinde çekim gücüne sahip olmasını çok önemli. Toplumun geniş kesimleri açısından gerçeklikle ilgisi olmayan bir dizi iktidar açıklaması, bu kitle açısından tartışmasız gerçek olarak görülüyor. Örneğin, Erdoğan “Covid-19 aşısız bizde bedava İngiltere’de paralı” dediğinde zaten böyle düşünen bir kitleyi biraz daha birleştiriyor. Bu kitlenin bir ölçüde ayrıcalıklı olduğu fikrinin pekişmesi için, bir dizi kural ve yasa bu yüzden yokmuş gibi davranılıyor. Sosyal medyada güçlü bir kampanya olmadığı takdirde, kadın katilleri elleri kollarını sallayarak dışarı çıkıyor.
Ayrıca bu kitle, hem MHP’nin kitlesinin basıncı altında, onlar tarafından daha da sağa çekiliyor hem de devletin iktidar koalisyonunun parçası olan diğer milliyetçi kesimlerin basıncı altında.
Bu açıdan birçoğumuza akıl dışı görünen hadiseler, akıl dışı taleplerle konsolide olan bir kitlenin sağlam bir şekilde bir arada durması için ve bir seçim sürecinin kampanya zemini olarak hareket edebilmesi için çok akla uygun bir stratejinin görüntüleri.
Yönetemiyorlar, farkındalar.
Bürokrasi felç olmuş durumda, farkındalar.
Pandemiyle çocuk oyuncağıyla oynar gibi oynadılar, farkındalar.
Ve tabanları eriyor. Bunun da farkındalar. Gezi direnişinde nüfusun yarısını gözden çıkartmışlardı, şimdi İstanbul Sözleşmesi’nde çekilme kararı gibi kararlar gösteriyor ki, seçim kazanmak için tabanlarının bir kısmını da (daha sonra yeniden kazanma hedefiyle kuşkusuz) gözden çıkartmış vaziyetteler.
AKP’nin açmazı burada: Seçim kazanmak için konsolide etmek istediği tabana seslenen politikalar, bu geçmişte AKP’ye oy veren kitlelerin bir kısmı da dahil toplumun çoğunluğunun sinirini bozmaya başladı.
Önümüzdeki dönemi AKP’nin azınlıkken çoğunlukmuş gibi davranmayı ne ölçüde ve hangi aparatlarla sürdürmeye çalışacağı ve işçi sınıfının bu politikalara yanıt üretip üretemeyeceği belirleyecek.
Bu yazı da uzadığı için, bu siyasi iklimde muhalefetin niteliği hakkındaki tartışmaları başka yazılarda yapmaya çalışacağım.
Ama Akdeniz’de yangınlar bütün bölgeye yayılırken, Yunanistan Türkiye’nin hemen ardından cayır cayır yanarken, Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Paneli’nin (IPCC) raporu yayınlandı. 4 bin sayfalık raporun ilk özetleri, raporun iklim krizinin korkunç boyutlarını tek tek ele aldığını gösteriyor. Sorunun, küresel, acil ne AKP ne başka otoriter rejimlerle sınırlanamayacak boyutları açığa çıkmışken, gezegeni kurtarmak için acil ve kitlesel bir devrimci seferberliği çok daha etkili bir şekilde inşa etmemiz gerektiği çok açık.
Şenol Karakaş