15 Temmuz: Püskürtülen darbe

16.07.2021 - 12:07
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Darbe girişiminin her yıl dönümü siyasal alandaki kutuplaşmanın yeniden üretildiği bir alana dönüşüyor. Kutuplaşmanın bu kadar derinleştiği bir alanda gerçeklerin duyulması zor oluyor. 2010’lu yılların ikinci yarısı, kutuplaşmanın, iktidar ve bizzat Erdoğan tarafından derinleştirildiği bir dönem oldu. 

15 Temmuz darbe girişimi etrafındaki tartışmalarda açığa çıkan derin yarılmada ise asli sorumlunun iktidar ittifakının sözcüleri olduğu çok açık.

Tiyatro değil darbe

15 Temmuz bu yarılma nedeniyle bir tiyatro olarak değerlendiriliyor. O gece yaşananlar bir tiyatro değildi. Bu iddianın sahipleri o sırada başka bir ülkede olsalar gerek. Başkentin ve İstanbul’un üzerinde sonik patlamalara sebep olan savaş uçakları, halkın üzerine ateş açan askerler, tanklarla arabaların üzerinden geçenler, komuta merkezinden yapılan konuşmalar, gazetelerin, TRT’nin, belediye binasının basılması, Erdoğan’ı tutuklamak ya da öldürmek üzere hareket eden timlerin saatlerce çatışması, İstanbul emniyet binası, büyükşehir belediyesi etrafında yaşanan çatışmalar, ölenler, ağır yaralananlar gösteriyor ki tam çaplı bir darbe girişimi yaşandı 15 Temmuz gecesi.

Bu darbe girişimi, TSK içinde güçlü bir damara sahip olan darbeci gelenekten güç kazanan Fethullahçı darbecilerin merkezinde olduğu ama 15 Temmuz yargılamalarından da görüleceği gibi onlardan ibaret olmayan bir koalisyonun siyasal alana net bir müdahalesiydi.

Sonuca bakıp tutum mu belirleyeceğiz?

Darbe girişiminin ardından kurulan rejime bakanlar, “bir olayın kimin işine yaradığına bakmak lazım” diyerek hem 15 Temmuz’un sadece bir tiyatro değil iktidarın bizzat sahneye koyduğu bir tiyatro oyunu olduğunu söylüyorlar hem de darbe karşıtı mücadelenin iktidar klikleri arasında emekçilerin ve sosyalistlerin bulaşmaması gereken bir çatışma olduğunu iddia ediyorlar.

Gelişmeleri, sonrasında aldığı biçimlerle değerlendirmek, hemen hemen tüm olayları iktidar ya da daha sonra iktidar koltuğuna oturanların komplosu olarak damgalamak demektir. Bu, ortada, nesnel bir şekilde ele alabileceğimiz ya da politik olarak sahiplenebileceğimiz ne bir işçi direnişinin ne de tarihsel bir hadisenin kalması anlamına gelir.

15 Temmuz’dan sonra Erdoğan’ın iktidarını güçlendiren adımların arka arkaya atılması bu darbe girişimini tiyatro yapmaz. Sadece, sağcı iktidarın darbeyi lütuf olarak ele alma hızına ve hazırlığına karşı sosyalistlerin içi bomboş tartışmalar yürüttüklerini gösterir. 

15 Temmuz darbe girişimi mizansen olduğu için değil, erkene çekilmek zorunda kalınan bir darbe olmasından dolayı ve darbecilerin hiç beklemedikleri bir şekilde halk kitlelerinin sokaklara çıkıp tankların karşısına dikilmesi nedeniyle yenildi.

Halk kitleleri sokağa çıktığı anda örgütlü güçler devreye girdi. Darbe karşıtı harekete idamsever, sağcı ve milliyetçiler aralıksız müdahale ettiler. Darbe karşıtı harekete, idama, linçe, hukuksuzluğa karşı olan; bu hareketin yeniden barış, yeniden çözüm için bir harekete dönüşmesi gerektiğini düşünenler ise ya müdahale etmedi ya da bu kitlelerle arasında aşılmaz duvarlar olduğu için hareketi “düşmanı” olarak kodladı. Arap halklarının diktatörlükleri devirme girişimini en iyi ihtimalle ABD’nin oyununa gelmekle suçlayan siyasi yaklaşım sahipleri, 15 Temmuz’da darbeye göğüs geren, öldürülen insanları da bir mizansenin ürünü olarak değerlendirdi.

OHAL rejimine hayır

İktidar darbe girişimini, çubuğu aşırı sağcı-otoriter bir rejim kurma yönüne bükerek değerlendirdi ve OHAL’i toplumsal dokunun ve siyasal alanın üzerinde bir şiddet aygıtına dönüştürdü. Hukuk kelimenin tam anlamıyla askıya alındı. OHAL hukuku hâkim oldu. OHAL baskı rejimi özgürlüklerin üzerinden buldozer gibi geçti. OHAL, faşistlerin iktidar ortağı olması ve küçücük siyasal güçlerine rağmen devlet içinde hızla kadrolaşmalarına neden oldu. OHAL işçi mücadelesini askıya aldı.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte keyfe keder bir siyasal rejim kuruldu.

Bugün bu rejim çözülme, çürüme ve çatırdama emareleri gösterse de insanları 15 Temmuz’un bir mizansen olduğuna inandıran asli olgu olarak karşımıza dikilmiş vaziyette. 

İktidarın, yeni bir kurucu lider/Erdoğan miti yaratmak için 15 Temmuz’u kullanması, darbeyi engelleyenin daha hiçbir siyasinin sesi soluğu çıkmazken sokağa çıkan kitleler olduğu gerçeğinin silikleştirilmesine yarıyor ve bu da 15 Temmuz’u bir mit yaratma mizanseni haline sokuyor.

Şunu biliyoruz: “İlerici” 27 Mayıs darbesi olmasaydı “gerici” 15 Temmuz darbe girişimi de olmazdı. 15 Temmuz darbesini şüpheli hale sokan, iktidarın bu girişimin üzerinde neredeyse tepinmesidir. 

Sosyalistler ise dört önemli tartışmayı yapmaya devam etmek zorundalar: Gezi direnişinin yanında olmaya, Gezi’de sokaklara çıkan öfkeyi savunmaya, 15 Temmuz’da sokaklarda tanklara karşı direnenlerin öfkesiyle buluşmaya, darbe girişiminin ardından ilan edilen ve kurumsallaştırılmaya çalışılan OHAL rejimine ve Türk usulü başkanlık rejimine karşı çıkmaya, nihayetinde Kürt sorununda yeniden barışçıl çözüm dinamiklerinin devreye girmesi için tartışmaya devam edeceğiz.

Şenol Karakaş

[email protected]

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol