Aşı karşıtlığı ve agresif varyantlar - I

07.07.2021 - 13:45
Tuna Emren
Haberi paylaş

Tuhaftır, eş zamanlı olarak bir yanda aşı şüpheciliği ve/veya karşıtlığının, diğer yanda giderek daha agresif hale gelen yeni varyantların yükselişine tanık oluyoruz. İkincisinin varlığında ilkine yer olmamalıydı elbette, ama oluyor işte.

Aşılara şüphe ile yaklaşanların – sağlıklı bir sorgulama içinde kaldıkları sürece- bu tereddütlerini giderecek doğru bilgilerin sunulmasına ihtiyaçları var sadece. Aşı karşıtlığı ise apayrı bir husus. Bilhassa sosyal medyada sıkça karşılaştığımız bu insanların bir kısmının latent oldukları söylenebilir. Yani tüm aşılara değil yalnızca Covid aşılarına karşı çıkıyor gibi duruyor fakat bunu yaparken diğerlerinin yıllardır kullandıkları mutat, bilim dışı argümanları kullanıyorlar. İçlerinde aşılanmamayı tavsiye eden hekimler bile var. 

Aşı karşıtları bilimsel verileri sabote eden, çarpıtan, dezenformasyon yayan, bu stratejileriyle hepimizi tehdit eden insanlar. 

Küresel bir pandeminin içinden çıkmaya, 18 aydır süregiden bu eziyetten kurtulmaya çalışıyoruz. Böyle benzersiz bir krizden kurtulmanın tek yolu var; sosyal bağışıklığı oluşturmak. Covid-19 salgını için öngörülen toplumsal bağışıklık oranı asgari yüzde 70 düzeyinde. Nüfusun en azından yüzde 70’i, mümkünse yüzde 80’i bağışık olmalı. 

Virüs Wuhan’dan çıktığından bu yana sürdürülmekte olan yüzlerce araştırmanın hepsi aynı bulgularla sonuçlandı: Enfekte olanların, hastalığı atlatma yoluyla antikor ürettiklerini ama bu antikorların ömürlerinin azami 8-10 ay civarında olabildiğini biliyoruz – herkeste bu kadar uzun ömürlü olacaklarının bir garantisi de yok. Güvenilir olarak kabul edilmiş olan süre ise altı ay. Demek ki virüsü alır, semptom gösterir (yani hastalanır) ve atlatırsak 6 aylık bir korunma elde ederiz. Bu sürenin sonunda bağışıklığı kaybediyor, başa dönüyor, virüse karşı korunmasız duruma geçiyoruz. 

Özetle aşılanmadan sonlandıramayacağımız bir sağlık krizi bu. Aşı karşıtlarıysa sanki Covid-19 aşılarının bir faydası yokmuş gibi konuşuyor, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan mesnetsiz ezberleri ‘fikir’ diye savunuyorlar. Son derece örgütlüler. Taraftar toplama gayretleri, kendilerini daha ilk cümlelerinden belli ediyor. Ve şimdilerde bir de ‘aşı faşizmi’ tanımını kullanmaya başladılar. Bununla kastettikleri de ‘aşı karşıtlarına karşı çıkılması’.  

Mitler ve Gerçekler

Covid aşılarının etkili ve güvenli olduğu konusunda şüphe duyanlar, pandemiden başka türlü bir çıkış yolu bulunmadığını unutmamalı. Ayrıca aşıların güvenilir oldukları, şüpheye yer bırakmayacak kadar iyi biliniyor.

Aşıların hepimizi çiplemek için yapıldığı gibi bir takım gülünç iddialara yanıt vermeye çalışmak beyhude bir çaba tabii. Ancak tereddütleri olanların fikirlerini değiştirecek doğru bilgilere ulaşmaları adına ciddiyetle yanıtlanması gereken birkaç iddia mevcut:

Covid aşıları güvenilir değil çünkü çok hızlı geliştirildiler.

Sıkça karşılaştığımız ve mRNA aşılarını hedef alan bu söylem birçok açıdan yanlış. Aşıların hızlı geliştirildiği kısmı doğru olsa da aşı tasarımı, birbiri ardına olmak üzere birkaç aşamadan oluşan yavaş ve dikkatli bir çalışmayı gerektirir. Covid-19 aşılarında hız kazanmak adına yapılan tek farklı şey, zamana karşı yarışıldığı için bazı aşamaların paralel yürütülmüş olmasıydı. Süreci hızlandıran diğer faktörler kendiliğinden gelişti.

Her şeyden önce, yeni bir teknik olan mRNA aşıları, virüsün yayılımından epeyce önce de vardı. Küresel bir pandeminin kapıyı çalmak üzere olduğu uzun yıllardır bilinmekteydi çünkü. Son 30 yıldır, böyle bir virüsle karşılaşırsak bundan nasıl kurtulabileceğimiz üzerinde, bilhassa da salgının küresel bir pandemiye dönüşme ihtimaline hızla yanıt verebilmek adına çeşitli araştırmalar yürütülmekteydi. Karşılaşma olasılığımızın yüksek olduğu virüs familyaları için mRNA aşıları geliştirilmesine dair çabalar da aynı yıllarda başladı. Beklenen oldu ama neyse ki o çok iyi tanıdığımız familyadan; koronavirüslerden çıkıp geldi bu patojen. Pandemiden önceki araştırmaların neredeyse hepsi bu familyaya odaklıydı. 

Süreci biraz daha hızlandıran ikinci faktör, virüsün genomunun yalnızca iki hafta içinde haritalanmış olmasıydı. Bu sayede ne ile karşı karşıya olduğumuzu da anladık. 

Üçüncüsü, salgının henüz başlarında bizler çılgınca yayılan, kısa sürede tüm dünyayı ele geçiren böyle bir virüsle karşılaşmanın ilk şokunu henüz atlatamamışken, 30 yıllık geçmişi olan aşıların son aşamalarına getirilmiş olmasıydı. Bundan sonra yapılması gereken tek şey, salgını başlatan virüsün genomuna uyarlanmalarıydı ve bunun için hummalı bir çalışma başlatıldı. Virüs, araştırmacıların hazırlıklı olduğu familyadan çıkınca çalışmalar inanılmaz bir hız kazandı. 

Son olarak aşıların ne kadar etkili olacağını gösteren üç fazlı klinik süreçten geçildi. Klinik çalışmaların hepsi titizlikle yürütüldü. Aşıların her biri ilk iki fazı başarıyla geçti, nihayet üçüncü fazda güvenilir olduklarını kanıtladılar. On binlerce kişi üzerinde gerçekleştirilen üçüncü faz, ortada gerçek bir salgın yoksa yıllarca sürebiliyor. Lakin küresel bir salgının içindeyken enfekte olmuş on binlerin kısa süre içinde bir araya toplanması da gayet doğal bir gelişmeydi. 

Küresel bir pandemi, geleceğe dair endişe verici ihtimallerin ilk sırasında yer alıyordu. Böyle bir krizin, özellikle de kapitalist üretim biçimiyle aşılmasının pek kolay olmayacağı, salgının her bir evresinde türlü mini krizler yaşanacağı tahmin edilmiş, hatta simülasyonları bile hazırlanmıştı. Beklenti, bu aşıların ‘acil kullanım onayı’ almaları yönündeydi zaten. Aksi halde bizler aşılara erişim sağlayana dek yeni varyantlar çıkıp aşı etkinliklerini azaltacaktı – ki bu da ‘acil kullanım onayı’ almış olmalarına rağmen yaşandı. 

mRNA aşıları ilk kez kullanıyor. DNA’mızı değiştirmeyeceğini nereden biliyoruz?

Bu aşılar salgından önce de bazı klinik deneylerde kullanılıyordu. Böylesi bir ölçekte ilk kez kullanılsalar da yan etkileri seneler sonra değil genellikle ilk 2-3 ayda ortaya çıkar. Yedi aydır süren aşılama çalışmalarında dünya genelinde 2,5 milyar kişiye uygulandılar ve hiçbir aşı için endişe doğurabilecek ciddi bulgulara rastlanmadı. 

‘Kurye RNA’ (mRNA) aşıları hücrelere ulaştırılması gereken basit bir talimattan başka bir şey içermez. Bu talimat virüsü yenmenin yolunu öğretir bağışıklık sistemine. Alınan bilgi bağışıklık hafızasına kaydedilir, bağışıklık sistemi antikor üretmeye hazırlanır. Yani yapılan şey aslında bağışıklık sistemimizin kendi kendine geliştireceği savaş stratejisine kritik öneme sahip bir bilgi sunmaktan, diğer bir deyişle bağışıklık tepkisini güçlendirmekten ibaret. Bu sayede daha fazla sayıda, daha dayanıklı antikorlar üretiyor. 

mRNA talimatının DNA’ya sızabilme ihtimali yok tabii. Hücre çekirdeğinden içeri giremediği için genlere ulaşamaz. Kaldı ki talimat alınıp hücreler bu yeni proteini üretmeye başlayınca vücudumuz kuryeden hemen kurtulur. Aşı yoluyla girip barınmaya devam etmesi mümkün değildir sonuçta; parçalanır, atılır. 

Aşının yan etkileri, hastalığın doğuracağı riskten fazla.

Hayır, değil. Diğer aşılarda hangi oranda yan etki görüldüyse bunlarda da aynı oranda oluştu. Hatta daha az ve daha hafif yan etkiler doğurdukları bile söylenebilir. Yalnızca alerjisi olan kişiler için geçerli bir durum var; aşıya karşı alerjik reaksiyon gösterebiliyorlar. O grupta değilseniz alerjik reaksiyona yol açmıyor çünkü buna neden olabilecek bir bileşen yok içinde. 

Plasentada bulunan sinsitin-1 adlı bir proteine saldırmaya programlı olduğu iddiası da doğru değil. Aşının hedefindeki başak protein ile plasental proteinin ortak bir noktası var; kısa bir aminoasit dizisi. Ancak paylaşılan aminoasit dizisi plasenta için bir risk teşkil edecek uzunlukta olmadığından, aşının kısırlık yaptığı, hamilelerde düşüğe sebep olabileceği gibi iddiaların aslı astarı bulunmuyor.

Kan pıhtılaşmasına sebep olduğu yönündeki iddia ise Danimarka’da çürütüldü. Ülkedeki sağlık kayıtları geçmişe yönelik her türden ayrıntılı incelemeyi mümkün kılacak kadar iyi tutulduğu için, aşılanmış gruptaki pıhtılaşma oranını geçmiş yıllardaki oranlarla karşılaştırdılar ve geçmişte çok daha yüksek olduğu tarih aralıklarının bulunduğu anlaşıldı. Dolayısıyla bu da aşılanmayla ilişkisi olmayan farklı bir sağlık sorunu gibi görünüyor.

Tuna Emren

Gelecek yazı: Pandemiyi yıkıcı bir varyant üzerinden anlamak

 

Bültene kayıt ol