17 Haziran 2021 tarihinde HDP İzmir İl binasına yapılan ve Deniz Poyraz’ın katledildiği silahlı saldırıya ilişkin gösterilen tepkiler, sergilenen tutumlar 12 Eylül Askeri Darbesi öncesi Türkiye siyasetini hatırlatıyor. Askeri darbeye zemin hazırlayacak süreci kolaylaştıran aymaz siyaset, Türk partilerini teslim almıştı.
12 Eylül 1980 öncesinde ülkeyi yönetenler, devrimcilere, sosyalistlere, aydınlara karşı faşist saldırıları ve katliamları “sağ sol çatışması” biçiminde geçiştirdiler. Bizlerin “sağ sol çatışması yok, faşist katliam var” diye yaptığımız itirazlara kulak asmadılar.
Yapılmak istenen, siyasal gerçeklerin üstünü örtmek ve çarpıtmaktı. Halkın can güvenliğini sağlamakla görevli olanlar, görevlerini yapmadılar, gerçekleri haykıranları susturmaya çalıştılar. Komanda kamplarında eğittikleri faşistleri, gayri resmi silahlı milis gücü olarak kullandılar, değerlendirdiler. Faşist tırmanışı ciddiye almayanlar ülkeye büyük bedel ödettirdiler.
Bugün, sandık yoluyla iktidar olan yönetimin, 12 Eylül Askeri Diktatörlüğü ile kıyaslandığı bir süreçten geçiyoruz. HDP üyesi ve çalışanı Deniz Poyraz’ın katledilmesini ve katliam girişimini, Cumhur İttifakı Parti sözcüleri ve yetkilileri “kendilerine karşı kurulan bir komplo, provokasyon” olarak adlandırdılar. Bu konuda lafı uzatmaya gerek yok. Provokasyon iddiası, “ülkeyi yönetemiyoruz ”un ilanıdır. Komployu, provokasyonu açığa çıkarmak komplocuların işi olamaz. Eğer bir komplo varsa, devletin bütün olanakları elinizin altında, açığa çıkarın, 12 Eylül öncesi iktidarların küflenmiş taktik ve stratejilerini izlemeyin.
Deniz’in katili, çok kısa sürede, saldırının gerçek adresini hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde faş etti. Katilinin “HDP’de bulunanlar Kürt ve PKK’lı olacağı için Deniz’i öldürdüm, başkaları da olsa öldürecektim ” sözleri, olanı çok açık izah ediyor.
Cumhur İttifakı partilerinin, HDP’ye saldırı ve Deniz’in öldürülmesine ilişkin açıklamaları, 12 Eylül öncesi savcı Doğan Öz’ün katledilmesinden yarım saat sonra ilk kınayan MHP lideri Alpaslan Türkeş’in açıklamasından zerrece farklı değil. Samimiyetsiz, görev savmak babından ve usulen yapılmış açıklamalar.
Suriye bataklığı
Katil Onur Gencer, Suriye’de eğitim aldığını açıkladı. Beka sorunu bahanesiyle Suriye’ye askeri ve siyasi müdahalenin yarattığı çukurda yetişten böyle kaç katil var bilinmez. 12 Eylül’de kamu olanaklarıyla faşist komando yetiştirildi, bugün Kürt düşmanı ırkçı, milliyetçi katillerin Suriye’de yetiştirdiği ortada. İktidarın Suriye’de silahlı milis gücü devşirdiği, çok vahim ve dehşet verici bir olayla açığa çıktı.
Ana muhalefet partisi başta olmak üzere kimi muhalif partilerin, sivil toplum kuruluşlarının, yazar ve aydınların “ bu saldırı demokrasiye saldırıdır“ biçiminde sınırlanan ve geçiştiren değerlendirmeleri, aynı yanlışın tekrarıdır.
Her şeyden önce Türkiye’de “ bir arada yaşama iradesinden” söz edilmez. Sorunun esasını insanların zor ve sopa yoluyla bir arada yaşamaya zorlanması oluşturuyor. Özgür, demokratik şekilde bir arada yaşamın toplumsal ve siyasal zemininin yokluğu ve ülkeyi yönetenlerin bunu istememeleri; Türkiye’nin siyasal değişiminin, dönüşümünün önünde bariyer işlevi görüyor.
Bu saldırının hedefinde “olmayan demokrasi, bir arada yaşam ve milletin birliği” değil, HDP olduğu gerçeğinin görülmek istenmemesi veya ifade etmekten imtina edilmesi yanlıştır. Bunu yapmak, iktidarın Kürtlerin haklarını isteyenleri ve bunun için mücadele eden herkesi, öncelikle de HDP’lileri, PKK’li ve düşman ilan etme politikalarının toplumsal kabulünü kolaylaştırır.
HDP’ye karşı geliştirilen düşmanlık siyaseti ve Kürtlere yönelik ırkçı, milliyetçi her türden saldırı Türkiye’nin demokratikleşmesini engelliyor. Esas hedef, beş yıldır tasfiye edilemeyen, iktidarıyla, muhalefetiyle beka sorunu olarak görülen HDP’dir, Kürtlerin demokratik siyasetteki etkin varlıklarıdır. HDP’yi kapatma davası ile bu katliam bir bütün oluşturan aynı siyasetin, amaç ve hedefinin iki farklı parçalarıdır.
Kürt siyasal hareketinin güçlü varlığı Türkiye’nin demokratikleşmesinin garanti belgesidir. Bunu Türk siyasetçilerin içselleştirememesi, siyasal gelişmelere çarpık yaklaşmalarına yol açıyor.
İktidara karşı mücadele Kürtlere veya HDP’ye sahip çıkmakla sınırlı bir konu değil. Ama Kürtlerin demokrasi mücadelesindeki yerlerinin ve etkin konumlarının kıymetinin farkına varmadan bu mücadelede ilerleme sağlanamaz. Hele de Kürtlerin demokratik hakları mücadelesini yapan HDP’ye düşman muamelesi çekilmesini yutkunarak geçiştirmek kurnazlığı, tam bir kendi kendini avutmaktır.
17 Haziran saldırısı ve cinayeti Türkiye için bir eşiğe işaret eder nitelikte. Türkiye her gün, bir önceki günü “aramak acizliğini” yaşıyor.
Meselenin özünü, eşit haklar ve yurttaşlık temelinde Kürt barışının istenip, istenmemesi oluşturuyor. Barışa bilerek, isteyerek, planlı olarak sırtını dönen herkes, yaşanan cehennemin ortağı. Bunun farkında olanlar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “bunlar daha iyi günleriniz” sözlerine karşı direnme ve mücadele etme gücünü kendinde bulurlar. Deniz’in katledilmesi sonrasında bu doğrultuda verilen sözler tutulabildiği ölçüde hayat güzelleşecek.
Hakan Tahmaz