Devlet mi Mafya mı

13.06.2021 - 10:04
Roni Margulies
Haberi paylaş

Hamit Bozarslan ile bir söyleşi yayınlandı Gazete Duvar’da geçen hafta. Söyleşinin her satırı ilginç ve düşündürücü. Bozarslan, “Sedat Peker’in bu büyük tablo içinde sadece bir kenar notu olduğunu unutmayalım. Çok önemli ama sadece bir kenar notu” diyor; Peker ile Kolombiyalı narkotik karteli lideri Pablo Escobar arasında paralellikler buluyor (“Escobar hem bir isyancı, hem bir lider, hem bir feylezof iddiası taşıyordu ki, Peker’de de tüm bu iddiaları görüyoruz”); Peker’in milyonlar tarafından adeta sempatiyle izlenmesini şöyle izah ediyor: “‘İhanet etmiş babaya’, -ki bu, başkalarını da döven bir baba- eril bir söylemle isyan eden oğulun kahraman olarak görülmesi geleneği Osmanlı’da zaten vardı. Efeler, Çukurova isyancıları, Kozanoğulları gibi pek çok örnek sıralayabiliriz. Bunların çok büyük bir kısmı halkla teması olan, halk direnişini temsil eden kişiler değildi. Sultanla, tiranla, diktatörle paktın bozulması nedeniyle, ama halk direnişiyle alakasız biçimde karşı çıkan birine yönelik sempati hem tehlikelidir, hem de bir muhalefetin oluşmadığının, egemen karşısındaki güçsüzlüğün göstergesidir.”

Bunlar ve Bozarslan’ın değindiği bir dizi başka konu, dediğim gibi, ilginç ve düşündürücü. Ama beni en çok devlet hakkında söyledikleri ilgilendirdi.

Söyleşinin en başlarında Bozarslan şöyle diyor. “Türkiye’de en azından legal, rasyonel boyutta bir devlet yok. Hatta bildik anlamda bir rejimden söz etmek zor. Var olan şey daha ziyade bir fesat kumkuması.”

Hemen sonraki soruyu cevaplarken aynı temayı sürdürüyor: “Susurluk döneminde ‘üniformalı çete’ diye bilinen ama aslında 7-8 ayrı çete vardı. Yani tek bir Susurluk çetesi yoktu. Paramilitarizasyonun son derece hızlandırılmış olması ve para-ekonominin gelişmesinden dolayı büyük ihtimalle şu anda da devletin içinde sadece bir-iki değil, çok daha fazla çete yapılanması var. Organik bir şekilde birbirlerine bağlı oldukları halde bir yandan da büyük bir fesat kumkuması olarak birbirlerinin kuyusunu kazan çeteler bunlar.”

Cumhurbaşkanı’nın rahat olup olmadığıyla ilgili bir soruya verdiği cevapta şöyle diyor: “PÖH ve JÖH’lerde Soylu son derece önemli bir aktör ve bu güçler hiyerarşik olarak kendisine bağlı. Diğer yandan işin Suriye’deki bazı cihatçı grupların bağlı olması muhtemel MİT boyutu, SADAT boyutu var. Birbiriyle ayrışan ve birleşen çok boyutlu bir kumkuma var ortada. O yüzden herkes tedirgin.”

Nihayet, “Bugünkü vaziyeti tarihsel bağlama oturttuğumuzda nasıl bir tablo çıkıyor ortaya?” sorusunu cevaplarken Abdülhamit döneminden günümüze kadar gelen bir devamlılık tablosu çiziyor Bozarslan:

“İttihat ve Terakki gün ışığında faaliyet gösteren ama tamamen gizli bir çete, paramiliter bir örgüttü. O devirden 1960 ve 70’lerdeki komando kamplarına ve bugüne kadar çok uzun süreli bir devamlılık var. Bu süreç boyunca devletin legal, rasyonel bir yapı olarak ortaya çıkışı son derece istisnaidir... Abdülhamit’ten beri legal-rasyonel bir devlet olgusu yok. Maddi imkânlar arttıkça, rasyonel devletin oluşma imkânları da azalıyor. Susurluk aynı zamanda buydu. O dönemde Türkiye’deki uyuşturucu ticaretinin cirosu 40 milyar dolardı. Buna bir de savaşın getirdiği güvenlik rantını ekleyince ortaya çok ciddi bir meblağ çıkıyor. Devlet içindeki fragmantasyon, çeteleşme bu pastanın büyümesiyle daha da hızlanıyor ve kanlı bir boyut kazanabiliyor. Son on yıldaki paramiliterleşme de özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra daha da derinleşti ve pasta çok büyüdü. Bu pasta sadece uyuşturucuyla değil ihalelerle, güvenlik rantıyla, Suriye ve Libya savaşlarıyla muazzam bir boyuta vardı. Hem maddi hem de sembolik kaynakların artması, kesifleşmesi, bu kaynaklara talip olan aktörlerin artması anlamına geliyor. Bu aktörler aynı zamanda paramiliter veya para-ekonomik bir yapıya sahip oldukları için devletin rasyonelleştirilmesi neredeyse imkânsız hale geliyor.”

Bozarslan söyleşisiyle aynı gün yine Gazete Duvar’da Ali Duran Topuz’un “Mafya’nın Konuştuğu Gün” başlıklı yazısını okudum. Yine ilginç ve düşündürücü bir yazı.

“Yok,” diyor Topuz yazının ilk cümlesinde “Yok, Sedat Peker’in video ve paylaşımlarını kast etmiyorum başlıkla.” Üç başka kişiyi/konuyu kast ediyor. Birincisi, “Kürtçe eğitim pedagojiye uygun değil” diyen Muharrem İnce; ikincisi, Hasan Saltık’ın cenazesiyle ilgili olarak “Kadın-erkek aynı safta namaz kılmak İslam'ın neresinde?” diye soran gazeteci Taha Hüseyin Karagöz; üçüncüsü, Varlık Vergisi’ni öven Rüşdü Saracoğlu. Topuz’a göre, “Üçü de ‘Hani yaptık ya, yine yaparız’ diyor özetle. O dili [Kürtçe] yok edeceğiz, unutturacağız. O inanışı [Alevilik] yok edeceğiz, unutturacağız. O azınlıkları [gayrımüslimler] yok edeceğiz, unutturacağız.”

Ve şöyle bitiriyor: “Üçü de hukuku çiğniyor. Üçü de göstere göstere yapıyor. Sonra da kalkmış sadece Sedat Peker filan mafyaymış sanmamız isteniyor.” Yani, demiş oluyor Topuz, mafya Sedat Peker’den ibaret değil, her tarafımız mafya. Üstelik, demiş oluyor, Kürt, Alevi ve gayrımüslim sorunlarını mafyatik yöntemlerle çözen devletimizin bizzat kendisi mafya.

Çok boyutlu kumkuma

Bozarslan söyleşisiyle Topuz’un yazısı aynı gün yayınlandı. Bunları arka arkaya okuyan kişi ne düşünecektir? Türkiye’de legal ve rasyonel bir devlet yoktur, hatta “rejim” bile yoktur; devlet sadece halkla ve birbirleriyle savaşan çeşitli haydutlardan/çetelerden/mafya babalarından oluşan çok boyutlu bir kumkumadır, paramiliter aktörlerin illegal alanlardan edilen kârları paylaşma mekanizmasıdır.

Doğrusu, Bozarslan’la Topuz’un dile getirdiği yaklaşıma sempati duymamak zor! Türkiye’nin bir eşkiya sürüsü tarafından yönetildiğini düşünmek çok da zor değil çünkü: Çevremizde olan biten her şey bunu gösteriyor gibi. Bazılarımız bunun 1923’ten beri böyle olduğunu düşünecek, bazılarımızsa AKP hükümetiyle bu hâle geldiğimizi iddia edecektir, ama bu “mafya devlet” görüşü sanırım hiçbir Türk’e çok yabancı veya çok yanlış gelmeyecektir.

Sokaktaki vatandaşın “mafya devlet”, “fesat kumkuması” gibi kavramları makul ve anlaşılır bulması güzel bir şey. Bunların siyasî ajitasyon malzemesi olarak kullanılmasına da hiç itirazım olmaz. Ama bunun ötesinde bu yaklaşım ve kavramların yanlış ve yanıltıcı olduğunu düşünüyorum. Mafya, çete, fesat ve kumkuma kelimelerini bu kadar vurgulamak, kapitalist devletin aslında iyi, düzgün, dürüst, makul ve rasyonel bir şey olduğunu, fakat maalesef Türkiye’de böyle olmadığını ima ediyor. (“İma ediyor” diyorum, çünkü Bozarslan’la Topuz böyle bir şey iddia etmek isterler mi, bilemiyorum.)

Kapitalist devletin iyi, düzgün, dürüst, makul ve rasyonel bir şey olmasını beklemek için teorik bir neden olmadığı gibi, güncel ve somut devletler de böylesi bir beklentinin anlamsızlığını kanıtlıyor.

Devleti toplumun bütününe hizmet sunan bir hayır kurumu olarak düşünmüyorsak (Bozarslan’la Topuz’a böyle düşündüklerini varsayarak hakaret etmek istemem), Lenin’de biraz kaba ama son derece özlü ifadesini bulan Marksist devlet teorisine dayanmamız gerekir.

Engels devletin tarihsel olarak ortaya çıkışını anlatırken, toplumun bütününün gerektiğinde silahlanarak kendini koruduğu klan toplumlarından sınıflı topluma geçilmesiyle devletin gerekli hâle geldiğini anlatır: Sınıflar arasında denge ve barış sağlamak için değil, bir baskı aracı olarak. 

“İkinci ayırt edici özellik, bizzat silahlı bir güç hâlinde örgütlenen halkla artık doğrudan doğruya aynı şey olmayan bir kamu gücünün kuruluşudur. Bu özel kamu gücü zorunludur; çünkü sınıflara bölündükten sonra, halkın özerk bir silahlı örgütlenmesi olanaksız hâle gelmiştir... Bu kamu gücü her devlette vardır; yalnızca silahlı adamlardan değil, maddî eklentilerinden, klan toplumunun bilmediği hapishaneler ve her türlü ceza kurumlarından da oluşur...”

Ve Engels’in yukarıdaki sözlerini alıntıladıktan sonra Lenin şöyle devam eder:

“Engels, toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve gitgide ona yabancılaşan ve devlet denilen bu ‘güç’ kavramını geliştirir. Bu güç aslen neden oluşur? Elleri altında hapishaneler vb. bulunan özel silahlı adam müfrezelerinden.”

İyi kalpli devlet

Devlet, özetle, bir sınıfın çıkarlarını diğer sınıflara dayatmak için kullanılan silahlı bir güçtür; egemen sınıfın egemenliğini dayatmak için kullandığı bir araçtır. Bizzat ortaya çıkışı, toplumun küçük bir kesiminin artık çalışmadan, üretime katkıda bulunmadan, başkalarının ürettiği üründen bir pay alarak yaşamını sürdürebilir hâle geldiği gün gerekli olmuştur. Ve ortaya çıktığı tarihsel ândan itibaren devlet mevcut üretim ilişkilerinin sürmesini sağlamak için şiddet kullanma tekelini elinde tutmaya çalışmış, gerektiğinde gerektiği kadar ve gerekli tüm yöntemlerle şiddet kullanmıştır.

Bunu yaparken devlet bazılarına “fesat kumkuması” ve “mafya devlet” olarak görünür, bazılarına “düzenin, rasyonalitenin ve legalitenin koruyucusu” olarak. Sınıflı toplumda ortaya çıkan sınıfsal bir aracın farklı sınıflar tarafından farklı görülmesi doğaldır.

Uzun lafın kısası, şiddet kullanmayan, mafyalık yapmayan, hep legal ve rasyonel davranan bir devlet beklentisini garip buluyorum. Bir zamanlar “çarpık kapitalizm” diye bir kavram vardı. “Çarpık olmasa iyiydi de, bizdeki çok çarpık, o yüzden kötü” gibi garip bir anlayışı yansıtırdı. “Mafya devlet” kavramı da biraz öyle geliyor bana: “Ah be, şöyle iyi kalpli, efendi bir kapitalist devletimiz olsaydı, ne güzel olurdu!”

Olmuyor arkadaşlar, kapitalist devlet iyi bir şey olamaz, doğası icabı olamaz.

Deviririz, yerine başka bir şey yaratırız. O zaman olur.

Roni Margulies

[email protected]

Bültene kayıt ol