Kadınlar pandemi döneminde her alanda olduğu gibi iş hayatında da pek çok sorunla karşı karşıya kaldılar. Ekonomik olarak ilk gözden çıkarılan grup olmanın yanı sıra kayıt dışı ve düşük ücretlerle çalıştırılmaya devam ediyorlar. Salgınla önemi daha net anlaşılan ve bir an önce çözülmesi gereken kreş sorunun tüm sorumluluğu kadınların üzerine bırakılmış durumda.
Salgın sürecinde okulların kapatılmasıyla ve çocukların evde daha fazla vakit geçirmesiyle beraber çocukların bakımıyla sürekli ilgilenecek bir kişinin bulunması ihtiyaç haline geldi. Bu bakımın tüm sorumluluğu kadına yüklenirken kadınlara hiçbir destek veya kolaylık sağlanmıyor. Kadınların ekonomik yaşama katılmasında ev işleri ve bakım yükümlülüğü büyük bir engel değilmiş gibi var olan çoğu devlet ve işyeri kreşleri özelleştirildi. Özel kreşlere verecek parası olmayan milyonlarca kadın aile içerisindeki tüm işlere bakmak zorunda kaldılar.
Bir yandan ‘en az üç çocuk, beş çocuk’ denirken, diğer yandan kamu kreşlerinin tek tek kapatılıyor olması, iş hayatındaki kadınlara hiçbir destek sağlanmıyor oluşu kadınların ya işi bırakmak zorunda kalmasına ya da iş hayatına hiç girememesine neden oluyor. Aslında iş yerlerinin kreş açma gibi bir yükümlülükleri var. İşverenin, çalışanların 0-6 yaşındaki çocuklarına bakımının sağlanması ve emzirilmeleri için, çalışma yerlerinde veya ayrı bir mekânda kreş açması zorunlu. Ayrıca kreş, iş yerine 250 metreden daha uzaksa işveren taşıt sağlamakla da yükümlü. İşveren bu yükümlülüğünü yerine getirmek için kreş açabileceği gibi mevcut kreşlerden de hizmet satın alabilir. Ancak bu durum, 150’den çok kadın çalışanın olduğu iş yerleri için geçerli. Özellikle kadın çalışanların sayısına vurgu yapılması ve böyle bir şartın konulması çocuk bakımında tüm sorumluluğu kadına yükleyen toplumsal cinsiyet rollerinin kabulüne uygun bir biçimde hazırlanmış durumda. Ayrıca Türkiye’de 150’den fazla kadın çalışanın olduğu iş yeri sayısı oldukça düşük. Dolayısıyla çok az iş yerine böyle bir sorumluluk yükleniyor. Kreş açma yükümlülüğünü yerine getirmeyen iş yerlerinde ise buna dair cüzi miktarda idari para cezası dışında bir yaptırım da söz konusu değil. Hal böyleyken işveren bir kreş açıp, kreş içerisindeki öğretmenlere ek ödeme yapmak yerine cezayı ödeyip işin içinden çıkmayı çok daha kolay buluyor. Böyle bir durum karşısında kadınların, kreş talebi yerine getirilmediği için iş akdini feshetme hakkı var ve işçi bu nedenle kıdem tazminatını ve diğer haklarını alarak işten ayrılabilir ancak bu durum kadınları iş hayatından koparıp eve hapsetmek dışında bir işe yaramıyor.
150’den az kadın çalışanın olduğu iş yerlerinde ise böyle bir yasal zorunluluk olmadığı için kadınlar çocuklarını sürekli özelleştirilen kreşlere göndermek zorunda kalıyor. Ancak özel kreşlerin pahalılığı, yeterli niteliklere sahip olmaması, ihtiyaçları karşılamaması gibi sebepler ya kadının iş hayatına son vermesine neden oluyor ya da bu ihtiyaç, ailedeki diğer kadınlar tarafından ücretsiz bir biçimde karşılanıyor.
Biz kadınlar, kreş açma koşulunu kadın çalışan sayısına bağlayan, çocuk bakımını yalnızca kadınların sorumluluğu olarak gören aynı zamanda kadınların aile içi emeğini görmeyen ve değersizleştiren, kadını ev içi hayata mahkûm eden cinsiyetçi yaklaşımın her daim karşısındayız. Taleplerimiz çok açık ve net. Devletin, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlaması gereken temel alanlardan biri olan iş gücüne katılım ve aile içi rollerin-sorumlulukların dağılımı noktasında gerekli politikaları oluşturması, bütçe ayırması, kadınları çalışma hayatında desteklemesi; çocuk bakımının, ev işlerinin kamusal alana taşınması ve ortaklaştırması öncelikli görevlerinden biridir. Yine bu bağlamda bütün çocuklar için parasız, nitelikli kreşler açılması bunun bizzat devlet eliyle gerçekleştirilmesi gerekir.
Zilan Akbulut