Son yazıda, “dava”nın yerini basit muhasebenin almasını, AKP’yi giderek kaynakları dağıtma işini organize eden bir partiye dönüştürmesini vurgulamaya çalışmıştım. Bu, kaynakların daraldığı, siyasal nedenlerle derinleşen bir kaynak krizinin ekonominin başat sorunu haline geldiği koşullarda, kaynak paylaşımında çelişkilerin derinleşmesine neden olacaktır.
Mafyanın özgün karakteri
Bu koşullar, aynı zamanda mafyaya özgün bir işleyiş alanı açıyor. Bürokrasi, her sürecin, güvenlikten yargıya, dış politikadan askeri yapıya, ekonomik kararlardan asayiş işlerine, sanat dünyasından belediye hizmetlerine, hatta halk ekmek büfelerinin kaderine karar vermek gibi işlere varıncaya kadar tek merkezden yönetilmeye çalışılmasının sonucu, yönetilemez hâle gelmiş vaziyette. Liderlik merkezi bu konuda açıklama yapana kadar güneşin her gün doğduğu konusunda haber yapma gücünü bile kaybetmiş bir basın olgusu ne demek istediğimi çok iyi anlatıyor. Bu memlekette bir bakan istifa etti ama basın, bu bakanın istifa edip etmediğini tam bir gün boyunca, Cumhurbaşkanlığı merkezi açıklama yapana kadar haber yapamadı. Bu, bürokrasinin her kademesinde benzer bir kilitlenmeyi yaratıyor. Anlık kararlar genel stratejinin yerine, bir partinin seçim propagandasının ihtiyaçları devletin genel işleyişinin yerine geçirilebiliyor. Bu sonuncusunun en iyi örneği, 128 milyar dolar tartışmasıdır. Seçim sürecinde iktidarın dolar kurunu baskılamak için piyasaya Merkez Bankası’nın dolarlarını sattığı artık gizlenemez bir gerçek.
İşte bu alan, bürokrasideki paralize olma durumu iki tür yasadışılığın “olağan rüşvet mekanizmalarından” bağımsız olarak devreye girmesine neden oluyor.
Birisi, liderliğe yakın olduğu iddiasıyla, hatta bilgisi dahilinde olduğu iddiasıyla bürokratik kademelerde iş yaptırılıyor. Diğeri ise bütün bu işleyiş, bağımsız bir denetim yapısını ortadan kaldırdığı ve siyasetin odağındaki bir ya da birkaç figür karar verene kadar cezalandırmanın dışında kaldığı için mahalle çapında minik mafyatik yapılardan, daha genişine, eski dönemlerin mafya örgütlenmelerine kadar yapılanmalar sahada cirit atmaya başlıyor.
Son olarak, içinden 28 Şubat darbesinin fışkırdığı 1990’lı yılların vesayetçi karanlık döneminin Susurluk’ta karakterize olan tüm figürleri bir yerli-milli sürecin destekçisi, hemen hemen kopmaz parçası durumundalar. Alaattin Çakıcı -gazeteciler, siyasiler, belediye başkanları cezaevindeyken - çıkartılan bir aftan faydalanarak serbest kaldı. Osman Kavala gibi isimler hapisteyken Çakıcı gibi insanların serbest kalması, bu isimlerin işlevini de gösteriyor. Çakıcı, ağzını bozarak istediği muhalefet liderine küfürlerle dolu mektuplar yazabiliyor.
Bu, dönemin özgün mafya-siyaset-rüşvet ilişkilerinin hangi zeminde geliştiğini gösteriyor.
Kriz üstüne kriz
Çürümüş ilişkiler devletin işleyişinde etken oldukça, iktidar yönetimin her alanında derin krizler yaşıyor. Pandeminin idaresinde, ekonominin idaresinde, yargı alanında, siyasal hayatta sürekli kriz üreten bir sistem var. Özellikle bir işçi sınıfı ve yoksul hastalığı halini alan Covid-19 salgını ve yoksulların hayatının çekilmez hale gelmesi, açlığın ve gelir adaletsizliğinin şiddetlenerek artması krizin işçi sınıfının vurma şiddetini gösteriyor.
İktidar, Merkez Bankası'nın 128 milyar dolarını ve ihtiyat akçelerini buharlaştırdıktan sonra yeni kaynak arayışı derdine düştü. Kaynak arayışlarını sürdüren AKP Hükümeti, halkın cebine göz dikti. İki gün önce esnafa açıklanan mini paket sonrası, daha açıklamanın mürekkebi kurumadan çok daha büyük bir parayı esnafın ve halkın cebinden geri almaya karar verdi. Bir gece yarısı kararnamesi ile akaryakıttan alınan ÖTV oranları artırıldı. Benzin, motorin ve LPG ile bazı akaryakıt ürünlerinden alınan özel tüketim vergisi yüzde 54, yüzde 78 ve yüzde 189 oranlarında yükseltildi. Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre benzinden alınan ÖTV yüzde 54 zamlanarak litre başına 1.33 TL’ye yükseltilirken motorin ve LPG’deki ÖTV zammı sırasıyla yüzde 78 ve yüzde 188 oldu. Düzenleme sonrası benzinde 55, motorinde 67, LPG de 35 kuruş pompa fiyatlarına yansıyacak şekilde zam yapıldı. Hükümet 2021 yılında akaryakıttan 75 milyar lira ÖTV geliri elde etmeyi planlıyordu, yapılan bu zamlarla bu miktarın 20 milyar lira daha artırılması sağlanmış olacak.
Eliyle verirken kamyonla geri almasına rağmen o minicik destek paketini, esnafların, işçilerin, yoksulların hayatında hemen hiçbir anlamı olmayan yardımı, insanların yardıma muhtaç olmasını belirginleştirerek, şaşalı bir şekilde duyurmak, başlı başına bir kriz kaynağıdır. 4.5 milyar verip, 14.5 milyar almakla nasıl övünülebilir?
Bu sistem bununla övülmek için kurulmuş bir sistem çünkü. Bu sistemde yöneticilerin övüneceği başka hiçbir gelişmenin yaşanması, ezilenler lehine kararlar alınması mümkün değil. Üstelik unutmamak gerekir ki bu yapı bir koalisyon. Her bir bileşeninin bir diğerine ölümüne bağlı olduğu bir koalisyon hem de, gerçek bir “mecburlar koalisyonu.” Bu koalisyonun içinde, faşist hareket bütünüyle etkin ve bir dizi gelişme de kurumsal yapının çökertilmesinde bu partinin rolü çok açık. Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını isteyen, doktor örgütlenmelerinin kapatılmasını isteyen, HDP’nin hem de bir daha açılmamak üzere kapatılmasını isteyen ve aynı zamanda Çakıcı’nın tahliyesi için aylarca kulis yapan bu parti.
Son yazıda, Erdoğan’ın Süleyman Soylu’ya sahip çıktığı son konuşmaya da değinmeye çalışacağım.
Şenol Karakaş