2016’da Polonya’da hükümetin kürtajı tamamen yasaklama girişimine karşı kadınlar grev çağrısı yapmıştı ve 60 farklı noktada milyonlarca kadının katılımıyla sokak eylemleri gerçekleşmişti. İki hafta sonra Arjantin’de kadın cinayetlerine karşı grev çağrısı yapılmış ve bir saatlik iş bırakmaya ek olarak “bir kişi daha eksilmeyeceğiz” sloganını dünyaya duyuran büyük bir eylem düzenlenmişti.
2016 yılındaki bu iki kadın grevi çağrısı ve kitlesel gösteri sonraki yıl Uluslararası Kadın Grevi çağrısının itici gücü oldu. ABD’de Trump’ın göreve başladığı gün yapılan kitlesel kadın eylemlerinin de etkisiyle ABD başta olmak üzere birçok ülkeden kadın özgürlüğü aktivistlerinin, feminist ve sosyalist örgütlerin çağrısıyla 8 Mart’ta uluslararası bir grev örgütlenmesi hedeflendi. 2020’ye dek üç yıl boyunca “kadınsız bir gün”, “kadınlar durursa dünya durur” gibi ana sloganlar etrafında ABD, İspanya, İtalya, Arjantin gibi ülkeler başta olmak üzere ortalama 60 ülkede grev ve sokak gösterileri düzenlendi. Eylemlerin bir kısmının kitleselliği küresel kadın hareketi için yeni bir momentin içinde olduğumuzun en önemli işaretlerinden biriydi. 2018’de İspanya’da sadece Madrid’de bir milyon, diğer şehirlerde ise yüz binlerle ifade edilen sayılarda katılımın gerçekleştiği eylemler oldu.
Farklı deneyimler
Bu yıllarda farklı ülkelerde yapılan grev ve gösterilerin hepsi birbirinden farklı deneyimlerdi. Öne çıkan politik vurguların yanı sıra grevlerin niteliği ve gösterilerin kitleselliği de her yıl ülkeden ülkeye farklılık göstermişti. İspanya’da 2017’de daha sembolik düzeyde yapılan iş bırakma sonraki sene daha yaygın bir greve dönüşmüştü. Genel olarak grev çağrısı yapılan ülkelerde birkaç saatlik iş bırakmaya eşlik eden kitlesel sokak gösterileri düzenlendi. Yani esas itibariyle farklı ülkelerde o yılların 8 Mart’ına etkisini veren şey sokak eylemlerindeki kitlesellikti.
Grev çağrılarının kapsamına yeniden üretim sürecinde kadınların ücretsiz emeğinin yani ev işleri, çocuk, yaşlı, hasta bakımı, seks gibi başlıkların ve tüketim boykotunun dahil edilmesi özellikle sosyalist çevrelerde tartışma konusu oldu. Türkiye’de de yeniden üretimin ve ancak birer protesto mahiyetinde olan pratiklerin grev kapsamına sokulmasının, işçi sınıfının burjuvazi karşısında üretimden gelen gücünün ifadesi olan grevin anlamını boşalttığını düşünenler ve bu nedenle bir kadın grevi örgütlenmesine esastan itiraz edenler var. İtirazların bir kısmı işçi sınıfı mücadelesini salt bir ücret mücadelesine indirgeyerek ekonomizm yaparken bir kısmı da yaşadığımız güncel koşulların bağlamını görmezden geliyor ve uluslararası deneyimleri mutlaklaştırıyor.
Son yıllarda küresel çapta kadın ve iklim hareketlerinin, işçi sınıfının tarihsel mücadele aracı olan grevi hem sembolik hem de somut olarak benimsemiş olması bu hareketlerdeki radikalleşmenin ve antikapitalist çizginin etkisinin bir göstergesi. Bu hareketlerin içindeki birçok farklı fikirle hem birlikte mücadele etmek hem de sosyalist bir perspektiften tartışmak mümkün. Emeğin, grevin niteliği, üretim-yeniden üretim ilişkisi, kadınların ezilmesinin kapitalizmle bağı ve başka birçok başlıkta hareketin içinde tartışmamız gerekli. Ancak bu tartışmaların hiçbiri bir grev örgütlemenin önünde engel değil. İş yerlerinde bir kadın grevinin gerçekleşmesi için çabalamak, sendikalara basınç yapmak, hareketi iş yeri temelli bir grev fikrine kazanmak yerine, yeniden üretimi de grev kapsamında görenler var diye grevin örgütlenmesine set çekmek mücadeleyi daraltan bir yaklaşımdır.
Meltem Oral