Geçen yıl 27 Şubat'ta Reuters haber ajansının geçtiği haberde, ismi açıklanmayan üst düzey bir Türkiyeli yetkili, Türkiye'deki Suriyeli mültecilerin artık karadan ve denizden Avrupa'ya ulaşmalarının durdurulmaması kararını aldıklarını söylemişti. Yetkili aynı zamanda sahil güvenliğe ve sınır polisine mültecileri engellememe emri verildiğini de sözlerine eklemişti.
Bu haberin ardından Türkiye'deki mülteciler Türkiye-Yunanistan sınır kapısı Pazarkule'ye doğru gitmeye başladılar. Ertesi gün açıklama yapan Erdoğan, “Biz bu kapıları bundan sonraki süreçte de kapatmayacağız ve bu devam edecek. Neden? AB’nin sözünde durması lazım. Biz bu kadar mülteciye bakmak, onları beslemek durumunda değiliz” ifadelerini kullanmıştı.
Zor şartlarda sınır kapısında bekleyen mülteciler için Edirne halkı ve Hepimiz Göçmeniz başta olmak üzere çeşitli sivil toplum kuruluşları mültecilerin yiyecek, su, battaniye gibi temel ihtiyaçlarını sağlamak ve konuyu haberleştirmek için seferber oldu, sınır kapısında bekleyen mültecilerin yanına gitti. Kendileriyle konuşulan mülteciler Yunanistan’a geçme kararlılıklarını vurguluyorlardı.
Bu süreç içerisinde Yunanistan, pek çok kez Ege denizi üzerinden geçmeye çalışan mültecilerin botlarını batırdığı iddiasıyla gündeme geldi. Hatta Report Mainz, Lighthouse Reports ve Alman Der Spiegel'in ortak araştırmalarına dayandırdıkları bir haberde, geçtiğimiz yılın Mayıs ayında, Yunan sahil güvenlik gemisinin bir grup mülteciyi şişme bir cankurtaran salıyla Türk karasularına doğru çektiği ve sığınmacıları açık denizde kaderlerine terk ettiği anlatılıyordu.
Bir tarafta Türkiye’nin mülteciler için yeteri kadar para ödemediğini söylediği Avrupa Birliği’ne, sınırları açınca neler olabileceğini gösterme girişimi, diğer tarafta Avrupa Birliği’nin kendi yasalarına uymayarak mültecileri Türkiye’de ‘bekleme odasında’ bekletmesi, geçen yıl Yunanistan-Türkiye sınır kapısında yaşanılan trajediye neden oldu. Bu arada bir kısım insan Yunanistan’a geçebildi.
İşte şimdi Yunanistan’a ailesiyle birlikte geçenlerden Suriyeli bir kişi (adı verilmiyor), Yunan mahkemesi tarafından ‘yasadışı’ olarak ülkeye girmekten 52 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Yunanistan, Avrupa Birliği üyesi bir ülke olarak topraklarına giren ve mültecilik başvurusu yapanları kabul etmek ve durumunu değerlendirmek durumundadır. Böyle diyoruz ama Yunanistan’ın böyle bir cezayı neye göre verebildiğini bilmiyoruz. Bu yazının amacı da kanunlara uyulup uyulmadığını ortaya çıkarmak değil. Çünkü Avrupa Birliği zaten Suriye savaşından itibaren kendi yasalarına uymuyor. Dolayısıyla yasalar ‘askıda’.
Mülteciler pandemi öncesi de bir krizin cisimleşmiş haliydi. Avrupa’nın ‘mülteci’ krizi (Türkiye’yi de dâhil edebiliriz) sınıra dayanan mülteci sayısından doğmuş gibi gözüküyor. Ama aslında mesele gelenlerin gitgide artması değil; mülteciler daha önce kriz olmayan yere kriz taşımadılar. Daha ziyade gittikleri ülkede kurucu mahiyette ama gizli, bastırılmış, görünmeyen bazı sorunları şiddetlendirip görünür hale getirdiler. Yani hiçbir yerde olmayan ırkçılığın ‘binlerce insanın akın etmesiyle’ baş göstermesi söz konusu değil. Türkiye için de böyle bir durum söz konusu.
Hükümet mülteci meselesinde Türk kültürünün yardımsever, misafirsever olduğuna dair söylemlerine yaslanıyor. Ancak, geçen seneki olayda insanları bir deneme tahtası gibi sınıra sürmeleri ve pazarlık konusu yapmalarında görüldü ki, Suriyeli ve diğer sığınmacıların Türkiye’de zorunlu olarak kalmasıyla ortaya çıkan bu sözde misafirperverliğin altı boş.
Aslında zaten hiçbir zaman misafirperverlik söz konusu olmadı. 1941 yılı Aralık ayında Hitler’den kaçıp gelen bir gemi dolusu Yahudi’yi kabul etmeyip denizin ortasında açlık ve susuzluktan ölmeye bırakmalarını düşünün.
Muhalefet partilerine gelince, şimdiye kadar bir şekilde genel bir milliyetçiliği elden bırakmadılar (Türkiyelilerin bir de ırkçı olmadığı söylenir hep). Suriyeliler ile birlikte ırkçı söylemleri gayet açık ve net bir şekilde söylemekte bir beis görmediler ve görmüyorlar. Türk milliyetçiliğinin ırkçı olmaması diye bir şey hiçbir zaman söz konusu değildi zaten. Türkiye’de yaşayan ‘Türk’ olmayanlar, ama Türk vatandaşlığına sahip olanlar, her zaman hedef tahtası oldular ve katledildiler. Dolayısıyla mültecilerin doğurduğu bir kriz olmaksızın bir ‘mülteci krizi’ yaşanıyor, gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de.
Aslında mülteciliğe ve içinde bulunduğumuz pandemi koşullarında yaşadığımız sorunlara herhangi bir siyasi çözümün yokluğu, gerçek anlamda siyasetin yokluğu anlamına geliyor, bizler buna tanık oluyoruz. Mültecilerle cisimleşen sorunun hukuki bir çözümü yoktur (konu başlığında da görüldüğü gibi). Bu insanların korunmaya ihtiyacı olduğunu pekâlâ herkes biliyor ama bilmiyormuş gibi davranıyor. Sorun siyasidir.
Sibel Erduman