Bu memlekette bir konuyu bir yazı dizisinde ele almaya çalışmak çok zor. 104 amiralin bildirisi etrafında bir tartışma yaparken, ani gelişen konulara da değinmek zorunluluk. Benim açımdan değinmek zorunda olduğumuz en önemli konu Ahmet Altan’ın serbest kalmasıdır. Serbest kalmasından sonra Altan etrafında yapılan tartışmalardaki iki yüzlülük çok açık ki okuduğunuz yazıyla birlikte üç yazıdır yapmaya çalıştığım tartışmalarla doğrudan bir bağa sahip.
İntikam davası
Bir intikam davası nedeniyle bütünüyle siyasi gerekçelerle, hukuki hiçbir veri, belge ve kanıt olmaksızın hapiste tutulan Ahmet Altan nihayet serbest kaldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Ahmet Altan'ın geçici tutukluluk sürecinde meydana geldiği ileri sürülen hak ihlali iddialarına ilişkin davadaki kararını açıklamıştı. Mahkeme, Altan'ın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile güvence altında olan "özgürlük ve güvenlik" ve "ifade özgürlüğü" haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştı ve “darbe girişimi ve yasa dışı örgüt bağlantısına dair makul şüphe olmaksızın suçlandığına ve yargılama öncesinde yasa dışı bir şekilde gözaltına alındığına” hükmetmişti.
Serbest kalmasının ardından Altan’a yönelik nefret sözleri, bazılarının intikam duygularının közlenmediğini gösteriyor. Demediklerini bırakmadılar Ahmet Altan hakkında. Dile getirdikleri iddialar külliyen yalan. Yalanlar söyleyip, bir süre bu yalanları kendilerinin uydurduğunu unutup yalanları gerçek gibi savunanlarla tartışmak çok zordur. Çünkü bile bile yalan söyleyen ve yalan söylemeyi bir alışkanlık haline getirenin derdi tartışmak değildir. Bir sosyal medya trolünün derdi neyse, bu kişilerin de derdi odur. Topluca Nazi türü propaganda yapıp, 'ne kadar çok ve büyük yalan söylersen o kadar inandırıcı olur' diye tartışıyorlar.
Darbe karşıtlığı
Ahmet Altan hayatını darbeyle, o dönemin yaygın, görünen ve güçlü darbeci ağının başrol oyuncuları olan ulusalcı darbecilerle mücadeleye adadı. Ahmet Altan’ın geriletilmeleri için mücadele ettiği bu darbeciler, mahkeme süreçlerini Fetullahçı darbecilerin sulandırmasının da katkısıyla yargılandıkları davalardan beraat etti. Bu davalar, siyasi bir kararla sonlandırıldı. Devlet tepelerinde oluşan yeni ittifakların kurulmasının şartlarından birisi buydu çünkü. Hakkında en çok “kumpas” olduğu iddiası dile getirilen Balyoz davasının sonucunda, 2016 yılının Ekim ayında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Orgeneral Çetin Doğan’ın da aralarında bulunduğu 7 sanığın beraat kararının bozulması yönünde görüş bildirdi.
Sadece Balyoz davasında yargılananların bir kısmı değil, Ergenekon davasında yargılananların bir kısmı da darbecilikten aklanmış değiller. Dava süreçlerinin sulandırılması ve 15 Temmuz darbe girişiminin liderliğini yapan Fetullahçı darbecilerin kökünün kazınması için gerekli olan yeni bir hikâyenin yazılması için bu davalar bozuldu. İktidar için acil tehlike olmaktan çıkmış olan ulusalcıların geri plana itilmesi sorun değildi.
O dönemin ulusalcıları, askerlerden siyasi partilere kadar, bugün iktidar yandaşlığı/karşıtlığı politikalarına göre ayrışmış durumdalar.
Liberal düşmanlığı eşittir amiral sevgisi
Özellikle solculuğu, Ergenekon davalarının kumpas olduğunu konu edinen davaların karar metninde yazılanlar seviyesinde olanlar, hayatlarının tek ve biricik amacı liberalizmle ve onun çeşitli görünümleriyle mücadele olanlar, liberallerle uğraşmaktan ırkçılara, milliyetçilere laf söyleyecek zaman bulamayanlar, hatta yer yer bu siyasi çevrelerle uyduruk bir antiemperyalizm analizine bağlı olarak ittifak kuranlar, Ahmet Altan gibi hayatını askerin darbelerle mücadeleye adamış birisini "kullanışlı aparat" olarak kodlayabilmişlerdi. Altan cezaevinden çıkınca, ömrünün sorununa kadar orada kalması gerektiğini vazedenler bu sürecin en açık sözlüleri. Bir de 'Tamam bari, cezasını çekti' diyerek çıkmasına yüce gönüllü bir şekilde cevaz verenler var. Bu, Altan’ın hapisten asla çıkmaması gerektiğini savunanlarla, “fikirlerine katılmıyorum ama” diyerek lafa başlayanlar arasında zerre kadar bir farklılık yok. Ve her iki siyasal çevrenin “kanaat önderleri” de dikkatli bakılınca görüleceği gibi, 104 amiralin bildirisini bir ve aynı şekilde değerlendiriyorlar. Ahmet Altan’ın özgürlüğünü çok görenler, amirallerin düşünce ve ifade özgürlüğü için yanıp tutuşuyorlar.
Darbelere karşı bir yaşam
Bu da Ahmet Altan’a duyulan öfkenin kökenini gösteriyor. Altan, “ama’sız, fakat’sız tüm darbelere karşı” olduğu için, “ama’sız, fakat’sız bütünüyle demokrasiden yana yana” olduğu için nefret ediyorlar.
İlker Başbuğ’un hemen 15 Temmuz darbesinin ardından yaptığı açıklama belki bu tartışmaya ışık tutabilir. Şöyle demişti Başbuğ: “15 Temmuz kalkışmasının arkasında planlayan, yöneten, kurgulayan ana isim Cemaat’tir. İkincisi büyük bir ihtimalle anında yapması gereken hareketi yapmayanlar, gecikenler, tereddüde düşenler… Bunlar cemaatçi mi hayır. Böyle bir grup da var bunların içinde. Üçüncü grup ise cemaatçi olmamasına rağmen buradan istifade etmek isteyen bazı insanlar olabilir.”
Benzer bir vurguyu, 128 milyar meselesine değindiği konuşmasında Erdoğan da yaptı: “Kasım 2002'den beri neler görmedik, neler yaşamadık ki? Arkası karanlık cinayetlerden Cumhuriyet mitinglerine kadar sayısız siyaset ve toplum mühendisliği taktikleriyle karşılaştık. Partimize yönelik kapatma davasından gece yarısı bildirilerine kadar pek çok haksız, hukuksuz, çirkin tezgaha maruz kaldık.” Erdoğan’ın tartışmayı yaptığı bağlam bütünüyle farklı. Fakat Ahmet Altan, darbecilerin askeri vesayet koşullarının ürünü olarak iktidarmış gibi caka sattıkları darbeler-post modern darbeler ve e-muhtıralar döneminin cunta şeflerine karşı mücadele edenlerden birisi olduğu için hedef tahtasına oturtuldu.
Bu askerler 15 Temmuz darbesi sırasında askeri yapı içindeki iktidarlarını Fetullahçı darbecilere kaptırmış olabilirler ama önce 28 Şubat’ta, sonra da AKP iktidarının ilk gününden itibaren, Erdoğan ağzıyla kuş tutsa bile meşru kabul edilmeyecek ve "Kartaca mutlaka yıkılacaktır" diyerek iktidar mücadelesi sürdürüyorlardı.
Askeri vesayet güzellemeleri yapanların, siyasal alana askeri müdahale örgütlenmesi içinde olanların, bir darbecilik geleneğini hayırla yad edenlerin, ulusalcıların, AKP’nin iktidardan gitmesi için her yolu mubah görenlerin, siyasal İslamcıların siyaset yapma hakkının gasp edilmesi gerektiğini savunanların, Ahmet Altan’ı "kullanışlı aparat" ya da bir darbenin destekçisi olarak aralıksız suçlamaları, 15 Temmuz darbesinin kendisini ve öncesindeki askeri vesayet dönemini bir resmi tarih powerpoint sunumunun kullanışlı fotoğrafına çevirme arzularının ürünüdür. Ama her 27 Mayıs günü, 1960 yılının aynı gecesi saat 04.36’da Türkeş tarafından okunan darbe bildirisi hatırlandığında bu powerpoint sunum çakılıp kalıyor, ekran donuyor.
Şenol Karakaş