Çözüm sürecinin posası çıkartılırken

27.02.2021 - 10:11
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

HDP, devletin tüm gücüyle üzerine geldiği ve doğduğuna pişman etmek istediği bir parti. Binlerce üyesi cezaevinde. HDP’ye karşı izlenen taktik çok basit. “Yerli-milli” koalisyon, HDP’yi PKK’yle, böylece terörle kelimenin tam anlamıyla özdeşleştiriyor. Böylece, Kürt aktivistler açısından faaliyetlerine katılmanın zor olduğu bir parti olarak kodlanırken, batıda, 2014-2016 yılları arasında Selahattin Demirtaş’la zirvesine çıkan Kürt olmayanların da sempatisini toplayan parti olma durumuna sert bir darbe indiriliyor. 

Kayyum politikalarıyla, özellikle Kürt seçmenlerde, oy versek de hiçbir şey değişmiyor duygusunun gelişmesi için manevra yapmış oluyor iktidar ittifakı.

“Flu görmekten yok ilan etmeye”

İktidarın küçük ortağı, bu planların dışında bir dizi amaca sahip ayrıca.

MHP, HDP’nin kapatılmasını bütün kalbiyle, Kürt sorununa bakış tarzı nedeniyle, daha doğrusu bir Kürt sorunu olgusunu tanımaması nedeniyle, Kürt halkının özgürlüklerini savunan HDP’nin hemen kapatılmasını istiyor. Ama başka gerekçeleri de var.

Daha önce altını çizmeye çalışmıştım, AKP-MHP koalisyonu, Kürt sorununda çözüm sürecinin askıya alınmasına paralel olarak şekillendi. Bu, iktidar blokunun birleştirici harcı. 2015 yılında dış politikada yaşanan sert dönüş, iç politikada çözüm sürecinden sert bir şekilde kopulması anlamına geldi. Kuşkusuz bunun tersi de doğru, HDP’nin 2015 seçim başarısı, Suriye’nin Kuzey’inde gelişen özerklik hamleleriyle birlikte ele alındı ve devlet bir beka kaygısı vurgusu yapmaya başladı. Bu vurgunun ideolojik harcı, “yerli-milli” konseptiyle tamamlandı. Pratik olarak ise Erdoğan’ın 1 Kasım 2015 seçimlerinden önce dile getirdiği "Sizden 550 yerli ve milli milletvekili istiyorum" görüşüyle ifade buldu. MHP ve devletin geleneksel kanadıyla yakınlaşma adımları arka arkaya geldi.

“Kapatılacak mı kapatılmayacak mı?”

Aynı dönemde Devlet Bahçeli, HDP hakkındaki görüşlerinin değişmediğini söyleyerek, “Biz HDP’ye bakınca flu görüyoruz, görmeye de devam edeceğiz” dedi.

Sorun, artık HDP’nin flu görülmesi aşamasını aştı. MHP, tabanına, programıyla tutarlı tek partinin kendisi olduğu mesajını vermek, iktidar koalisyonu ise bir bütün olarak eriyen tabanını, beka kaygısı etrafında şekillenen milliyetçi telaşla harekete geçirmek için HDP’ye yönelik baskıyı kullanışlı bir aparat olarak ele alıyor.

Üstelik terörle ilişkilendirme mantığı sadece HDP’ye fiziki zarar vermekle, üyelerinin tutuklanmasıyla kalmıyor, yeri geldiğinde ve icabında hükümetten daha yerli ve milli olduğunu kanıtlamak için çırpınan “Millet ittifakı” denilen beş benzemezler ittifakını paralize etmek açısından da çok işlevsel. 

Şimdi, HDP’li milletvekillerinin dokuzunun daha, terörle ilişkilendirilerek hazırlanan fezlekeleri meclise geldi ve dokunulmazlık oylaması tartışmasında İYİP’lilerden farklı sesler çıkmaya başladı. Bazı İYİP sözcüleri fezlekelerin içeriğine bakacağız derken başka bazıları dokunulmazlık oylamasında “Evet diyeceğiz” açıklaması yaptılar. 

Zincirleme bir suçlama gibi bu ve zincirin de sonu gözükmüyor. HDP terörle, CHP HDP’yle, İYİP CHP ve HDP’yle iltisaklı gösterilmiş oluyor bu sayede.

Çok açık ki iktidar bloku seçimleri kazanabilmek için her yolu deniyor ve deneyecek. HDP, şimdi bir boks ringinde beş altı boksör tarafından ringin iplerine sıkıştırılmış sürekli yumruk yiyen bir parti halinde. İstese diğer boksörler nakavt edebilir ama nakavt ederlerse maç bitmiş olacak. Ne seyircilerin bir kısmını ne boksörleri meşgul edecek bir şey kalmayacak. İktidar ittifakı, HDP’yi seçime giremez hale getirmek istiyor, asıl yumruğu o zaman vurmayı düşünüyor. Seçim kanununda yapılacak değişiklikler, tutuklamalar, dokunulmazlıkların kaldırılması seçim takvimine göre temposu belirlenen hamleler olacak.

Çözüm sürecinin hatıraları

Öte yandan tüm gelişmeler, “Çözüm süreci” adı verilen dinamik dönemin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Yıldıray Oğur o dönemin gelişmelerini, bugün neden bir suçlama, yargılama malzemesi olarak ele alınmaması gerektiğini gösteren toparlayıcı bir yazı yazdı. 

Şu çok açık ki “Çözüm süreci” hele içinden geçtiğimiz politik ortamın karanlığından bakınca çarpıcı derecede önemli, ufuk açıcı, moral verici, barışçıl bir dönemdi. Kürt sorunun her düzeyiyle, şaşırtıcı ölçüde özgürlükçü bir ortamda ele alınabildiği dönemin değeri kavranmadı. O dönemlerde “Çözüme evet Platformu” gibi adımlarla, sürecin desteklenmesi için milyonların hareketine ihtiyacımız olduğunu anlatmaya çalıştık.

Herkes çözüm sürecini her yana çekiştiriyordu ama Cumhuriyet tarihinin kadim bir sorunu, beklenmedik bir hızla, beklenmedik iddialarla, beklenmedik bir cesaretle masaya yatırılıyordu. O günlerde, bazılarımız, bu süreçten geriye dönüşün çok acılı olacağını da alttan alta anlatıyorduk. Bu yüzden sürecin başarılı olması, en azından bazı dinamiklerinin kalıcı hale getirilmesi çok önemliydi. 

Yıldız Önen, iki sene önce yazdığı bir yazıda böyle süreçlerden geri dönülmesinin barındırdığı tehlikeleri şöyle anlatmıştı:

Bu gelişmelerin, demokratik alanın daraltılmasının başlangıcıyla çözüm sürecinin sonlanması arasında doğrudan bir ilişki var. Çok değil daha birkaç yıl öncesine kadar Kürt sorunu tüm düzeylerde tartışılabiliyor ve konu tüm kapsamı ve derinliğiyle televizyon kanallarında ele alınabiliyordu. Gerçekten de cin şişeden çıkmıştı ve böylesine kadim bir sorun bu düzeyde bir derinlikte tartışılmaya başlanmışsa, sadece tartışmayla da yetinilmeyip, çözüm sürecinin ilerlemesi açısından pratik siyasal ve yasal adımlar atılmaya başlanmışsa bu sürecin geri dönüşü olmaz diye düşünülüyordu. O günlerin moral veren siyasal ikliminde, çözüm sürecinin ya tamamlanmak ya da tamamlanmak zorunda olduğunun altını çizen çok az güç vardı. Üstelik başka ülkelerde “çatışma çözümleri” başlığı altında incelenen deneyimler, ulusal sorunların çözüm süreçlerinin tamamlanmasının o kadar kolay olmadığını ve sürecin bozulmasını isteyenlerin her zaman tetikte olduğunu gösteriyordu. Çözüm süreçleri akamete uğradığında siyasal koşulların, o güne kadar elde edilen kazanımların o anki seviyesinde sabit kalacağını düşünmek insanları, aktivistleri, partileri, her saftan çözüm süreci destekçilerini ataletle sonuçlanan bir konformizme sürüklüyor.

Türkiye’de de böyle oldu. Çözüm süreci bittiğinde, hem süreçle elde edilen demokratik kazanımlar hem de genel olarak demokrasi yönünde gerçekleşen birçok düzenleme ilga edildi. Ölümler, tutuklamalar, anti demokratik gelişmeler, tahammülsüzlük, ırkçılık çözüm sürecine tepkinin sürecin sonlanmasıyla yaylarından boşalmasının sonuçları.

Şimdi, yeniden, yeni türden, diyalog, çözüm ve tartışmanın devreye girdiği bir süreci başlatmak için çabalamanın zamanıdır. Zira olayı, ringde sıkıştırılan boksörler meselesinin ötesinde seçmenler ve halk desteği açısından ele alırsak, gelişmeler hadiselerin matematik hesaplamalarına, seçim kanununda yapılacak oynamalara indirgenemeyeceğini gösteriyor. Seçim kanunlarının dışında bir de ‘seçmen kanunları’ var ve 6 milyondan fazla insan devletin kapatmak için çabaladığı partiye, kim ne derse desin gönül vermiş durumda. Halkın oy verme hakkının kapatılamayacağını düşünürsek, parti kapatmak hem Kürt sorununu daha da derinleştirecek hem de iktidar ittifakının oy kaybının ilacı olmayacaktır. Demokratik alana yönelik ayıplı bir müdahalenin yaratacağı etkilerin hiç de iktidarın lehine olmayacağının altını çizmenin ise artık gereği yok.

Şenol Karakaş

[email protected]

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol