Utanmıyor musun silgimi çalmaya?

23.02.2021 - 10:51
Şafak Ayhan
Haberi paylaş

Modern insanın mustarip olduğu hastalık yabancılaşma hastalığıdır. 

Erich Fromm

Öğretmen ve öğrenci arasındaki tartışmalar her zaman ufuk açıcı olmuştur. Öğretmenin sistemin kendisine atfettiği iktidar pozisyonundan sıyrılarak öğrencileriyle olan tartışmalarını geleneksel yapının dışında, üstenci bakış hatasına saplanmadan yürüttüğü tartışmalar yüzlerce makaleden ve kitaptan beklenilen etkiyi yaratabilir. 

Bu konuda bahsedeceğim kayyumlar özelindeki iki örneğin özneleri farklı ancak “seçilmeden, makamları işgal etme’’ pratikleri aynı.

Bu örneklerden birisi Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektörü istemeyen öğrencilerinin günlerdir süren mücadele anlarının birinde ortaya çıktı. Kayyum rektörün yardımcısı olmak istemeyen, sırtlarını dönerek her gün protesto metinleri okuyan akademisyenler çoğunluktayken ancak dört hafta sonra kendisine iki tane yardımcı buldu. İlk yardımcısı olarak Prof. Dr. Gürkan Kumbaroğlu, ikincisiyse Prof. Dr. Naci İnci. İnci, rektörlük binasının önünde protestolarına devam eden öğrencileriyle karşılaştı ve aralarında geçen konuşmada öğrencilerinin sorularına cevaplar verememesinin yanında insanlık onurunun ne kadar değerli bir kavram olduğunu da ortaya koyan bir durumla karşılaştık. Öğrencilerden biri, "Bölümünüzün iki öğrencisi tutuklu durumdayken hiç mi durup düşünmüyorsunuz?" diye soruyor, ardından gelen sorular şöyle: “Eski öğrencileriniz olarak sizi haktan ve doğruluktan yana birisi olarak tanırız. Bölümde ve üniversitede itibarlı birisiniz. Biz sizi hala bu şekilde hatırlamak, yıllar boyunca böyle anmak istiyoruz. Eski bir hocamız olarak sizi, rektör yardımcılığı görevinden istifaya davet ediyoruz.” 

Bir başka öğrenci ise "Fizik bölümünden iki öğrenci tutukluyken utanmıyor musunuz rektör yardımcılığını kabul etmeye" diyor. 

‘‘Utanmıyor musunuz?’’

Bu soru birden fazla önemli noktaya göndermede bulunuyor. Türkiye’nin en değerli eğitim kurumlarının birinde yıllardır öğretmenlik/akademisyenlik yapıyorsunuz. Bir öğrenciniz o kadar haklı ve yerinde bir şekilde gözlerinizin içine baka baka ‘’utanmıyor musunuz’’ diyor ve siz cevap veremiyorsunuz. Çünkü o an sadece et, kemik ve yağdan meydana gelen bir yığın olarak oradasınız. Ruhunuzu ve maneviyatınızı Marx’ın bahsettiği gibi nesneleştirmiş bir hale getirmişsiniz. Marx, insanların bilinçlerini maddi koşulların belirlediğinden bahseder. Kapitalizm Marx’a göre çalışmayı bir zorunluluk ve baskı unsuru haline getirmiş böylelikle insanı kendi doğasına yabancılaştırmış ve adeta bir meta haline dönüştürmüştür. Buradaki “çalışma” kavramını yukarıdaki öğrenci öğretmen arasındaki tartışma özelinde düşünecek olursak öğretmenin egemenler ve sistem tarafından “utanmıyor musunuz” sorusuna cevap veremeyecek kadar elinin, kolunun ve aklının bağlanmış olmasının sebebi nedir? Ya da egemenlerden beklentisi nedir? Yaşadığı bu tartışmada insani değerlere kendisini bu kadar yabancılaştıran nedir? İsterseniz Allame-i cihan olun suratınıza tokat gibi vurulan bu sorulara cevap veremedikten sonra size söylenebilecek tek şey: Yazık.

“Sen ilkokulda bana arkadaşının kalemini silgisini çalmamayı öğrettin değil mi?”

Öğretmen öğrenci tartışmalarında ikinci örneğimiz ise 31 Mart 2019 yerel seçimleri sonrası Van’da yaşandı. Tuşba ilçesinde yerel seçimlere Halkların Demokratik Partisi (HDP) eş başkan adayı olarak giren ve seçimleri kazanmasına rağmen KHK'lı olduğu gerekçesiyle mazbatasını alamayan Ayşe Minaz, Yüksek Seçim Kurulu’nun kendisinden sonra en yüksek oyu alan kişiye mazbatanın verildiğine tanık oldu. Bu kişiyse kendisi gibi öğretmen olan ve ayrıca ilkokulda da öğretmeni olan AKP’nin adayı Salih Akman. 

Ayşe Minaz kendisine oy veren insanların iradelerine el konulmasına dayanamayarak ilkokul öğretmenine kameralar önünde şunları söylüyor:

“Bana arkadaşının kalemini, silgisini çalmamayı sen öğrettin. Ama sistem içinde büyük bir hırsız olmuşsunuz. Siz bu halkın iradesini gasp ederek orada başkan olarak oturmuş olabilirsiniz. Ama size başkan demeyeceğiz…”

Bir öğretmen yıllar önce öğrencilerine hırsızlık gibi evrensel bir ahlaki problemin ne kadar kötü bir şey olduğunu öğretiyor. Yıllar sonra öğrencisinin seçimlerde rakibi oluyor, öğrencisi seçimi kazanmasına rağmen egemenleri de arkasına alarak öğrencisine verilen oyları hiçe sayarak bunun hırsızlık olduğunu bilmesine rağmen seçimin galibi gibi mazbatasını alıyor. Öğrencisinin oylarını çalıyor. Belki de yaşamı boyunca bir “insan”ın içine düşebileceği en kötü durumlardan biri. Peki, bu duruma düşmeye ‘’değen’’ ne var ortada? İnsanlığı bir kenara itip de acınacak duruma gelmeye değer ne?

Birisi üniversitede diğeri ise belediye seçimlerinde karşımıza çıkan bu durumda iki kayyum pratiği var. İkisinde de öğrencilerine zamanında doğruluktan, adaletten yana tavır sergileyen diyen iki kişinin düştüğü durumlar bunlar. İnsan, neden teoride her şeyden olması gerektiği gibi bahseder de pratiğe dökünce sanki onlardan bahseden, ahlaki dersler veren kendisi değilmiş gibi davranır? Bunun cevabını yine Marx kapitalist sistemin analizinde net bir şekilde ortaya koyuyor. İnsan, kapitalist ilişkiler bütünü içinde kendi doğasına yabancılaştığı için kendi bireyselliğini ortaya koyan bir varlık değil, meta haline ve kapitalist sistemde bir pazarın bir aracı konumuna sürüklenmiştir. Maddi koşullar değiştirilmedikçe insan ve insanlık onuru ayaklar altına alınmaya, böyle acınası tablolar kendini göstermeye devam edecektir.

Şafak Ayhan

Bültene kayıt ol