Yeni anayasa değil! Acil demokrasi! I

12.02.2021 - 20:41
Şenol Karakaş
Haberi paylaş

Erdoğan, kimsenin beklemediği yerden vurdu. Yeni bir anayasa tartışması, siyasal gündemin merkezine oturmuş oldu. Hürriyet’te yazan “AKP uzmanı” Selvi, tartışmanın nasıl gündeme geldiğini şöyle özetliyor: 

AK Parti MYK’da yeni yargı reformuyla ilgili kapsamlı müzakerelerin yapıldığı bir sırada Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “Bu reformların ötesinde bizim yeni ve sivil bir anayasa vaadimiz vardı. O da konuşulabilir” diyor. Ama MYK’da yeni anayasa konusunun üzerinde ağırlıklı olarak durulmuyor. Ancak yargı reformunun kabinedeki müzakereleri sırasında Gül, yeni anayasa önerisini gündeme getirince Cumhurbaşkanı Erdoğan, önemli bir gündem maddesi yapıyor. Ardından da bir öneriye dönüştürüyor. Çünkü Erdoğan, yeni ve sivil bir anayasayı “reformların anası” olarak görüyor.

Anayasa tartışmasının gündeme getirilişinde kullanılan kavramlar ilginç. Adalet Bakanı, yeni anayasa için “reformların anası” tabirini kullandı, bunu hazırlanmakta olan “reform paketi”ni anlatırken söyledi. Kısacası, bir reform paketi hazırlandığını ama tüm sürecin zirvesinin yeni anayasa olduğunu söylemiş oldu. Bakan Gül, ‘yeni bir toplumsal sözleşme'nin "1921 Anayasası ruhuyla" taçlanacağını da söyledi.

Erdoğan ise “Cumhuriyetimizin 100. yılını darbe anayasasıyla değil, bu ülkeye ve millete yakışan yeni sivil bir Anayasa ile karşılayalım” diye başladığı 11 Şubat tarihli AKP grup toplantısında, “Türkiye, tarihinde ilk defa sivil bir anayasa hazırlama ve gerçek özgürlük ortamında milletin takdirine sunma şansına sahip olmuştur” diyerek devam etti.

AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan ise “Bu anayasanın ismi ‘Yeniden Kuruluş Anayasası’ olacak.” diyerek anayasa tartışmalarına bir de yeniden kuruluş tartışmasını eklemledi. 

2010: Kemalistlerin korkulu rüyası olarak “Yetmez ama evet”

Yeni anayasa önerisini ele almadan önce, bir önceki büyük anayasa değişikliği üzerine bir iki söz söylemek zorundayım. Anayasa tartışmaları başlar da “yetmez ama evet” kampanyası üzerine söz söylenmez mi? Olağan zamanlarda bile aklını peynir ekmekle yemiş ulusalcılar, Türkiye’nin temel sorununun liberalizm olduğunu düşünüp sol içinde zehirli tartışmalar yapan ve ırkçılık, milliyetçilik ve devlet gibi sorunların tartışılmasını gizleyen solcu görünümlü sağcılar haftada bir bu tartışmayı yapıyorlar. Buna üç örnek vermem gerekirse, birisi Aydemir Güler adındaki bir adam, bu konuda şimdiye kadar kimsenin yazmaya cüret edemediği bir yalanı, herkesin kabul ettiği sıradan bir gerçek gibi yazmış. Hrant Dink cinayeti, bu yazara göre şöyle bir anlama sahipmiş:

"Birikimcilerin teorisine göre demokratik devrimi tamamlamak imamlara kalmıştı. İmamların üfürmesi yetmez, liberal demokratların kampanyaları gerekirdi bu iş için. Rastlantı değildir, Ufuk Uras’ın Meclise giriş yılıdır 2007. Uras önemsiz, ama solun AKP’nin kuyruğunda resmedilmesi çok önemlidir. Yetmez Ama Evet pankartının AKP’nin demokrasiyi ilerlettiği fikri doğrultusunda solcuların eline tutuşturulması için bir şok gerekiyordu. Hrant’ın bedenine uygulanan bu şoktur."

Çok şeyler yazıldı ama Hrant Dink’in solcuların bir kısmını AKP’nin kuyruğuna bağlamak için öldürüldüğü hiç yazılmamıştı. Kimsenin bu kadar utanma duygusundan yoksun olacağını düşünemezdik. Güler’in Hrant Dink’in mirasını ele alma tarzını da göstermek, az sonra yazacaklarımı anlaşılır kılacak:

Hrant Dink’in konuşmalarını AKP demokrasisine bağlamak için eğip bükmekten çok daha fazlası gerekir. Dink’in birçok yerde işaretini verdiği, örneklediği bir Tez’i vardı. Türk milliyetçiliğinin, Ermeni milliyetçiliğinin, emperyalizmin tuzaklarının, diaspora müdahaleciliğinin mamulü bir dizi mayının arasından ilerleyerek, sade suya tirit bir insancıllığın ötesine geçerek halkların kardeşliğini inşa etmeyi denedi Dink.

Sol milliyetçiliğin Ermeni meselesi duyarlılığı!

Bir Türk milliyetçisi bu ister Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun olsun isterse Güler, Hrant Dink’i Türk milliyetçiliğinin sınırları içine çektikten sonra sonuna kadar sahiplenebilirler. Bunda bir zorluk yaşamaları gerekmez. Her ikisi de bugün bir resmi tarih yazımı çabası içerisinde. Altun, Hrant Dink cinayetini bütünüyle Fethullahçı darbecilere yıkarken, Güler, Hrant Dink’in ‘Ermeni milliyetçiliği’ne de eleştiri yöneltmesini onun temel tezi olarak, “sade suya tirit bir insancıllığın” dışında bir yaklaşım olarak ele alıyor. 

Aydemir Güler apaçık bir şekilde gerçeği çarpıtıyor.

Hrant Dink’in neden öldürüldüğünü gizliyor.

Milliyetçilerin, haydi, Güler şahsında sol milliyetçilerin Hrant Dink’e sempati duyması için kabaca söylemek gerekirse, analiz uyduruyor.

Çünkü, Hrant Dink, Ermeni olduğu için öldürüldü. Sosyalist bir Ermeni olduğu için öldürüldü. Soykırımla yüzleşmenin sağlanması için yaratıcı bir mücadele sürdürdüğü için öldürüldü. Soykırım gerçeklerini, “Su çatlağını bulur” hikâyesinde olduğu gibi dinleyen herkesi etkileyen, düşünmeye sevk eden tarzı nedeniyle öldürüldü. Hrant Dink Ermeni halkının evladıydı ve Ermeni milliyetçiliğiyle cebelleşmesi, Türkiye’de ezen ulus sosyalistlerinin analiz konusu olamaz, olursa o sosyalist hem ezen ulus sosyalisti hem de milliyetçi olur.

Hrant Dink’e karşı ırkçı-milliyetçi kampanya

Bu türden sosyalistlerin ise Hrant Dink’in Türkiye’de Ermeniler dahil Kürdün, Süryani’nin, Yahudi'nin, herkesin eşit ve eşdeğer vatandaşlık hakkını savunduğu için (…) Türkiye’ye “tarihinizle yüzleşin, Ermenilerin acılarını anlayın” dediği için öldürüldü”ğünü kavraması mümkün değildir. Bir ulusalcı sosyalistin bu gerçeği kavramaması bir şey ama göstere göstere işlenen, bir kampanyayla işlenen cinayete dair bir duyarlılık geliştirmek için lafın arasında Hrant Dink’in Ermeni milliyetçiliğiyle uğraştığını da eklemesi ayrı bir şey.

Hrant Dink’in nasıl bir kampanyanın sonucunda öldürüldüğünü kavramak isteyenler, Hrant Dink Cinayeti Davası'nda Dink Ailesi avukatlarının mahkeme heyetine esasa ilişkin görüşlerini beyan ettikleri konuşmalara yakından bakmalılar. Bakacak zamanları yoksa ve Dink’in Ermeni milliyetçilerine ağızlarının payını vermesini coşkuyla takip etmekten zaman bulamıyorlarsa, en azından şu bölüme bakabilirler:

15.09.2020 tarihli dilekçe ile Genelkurmay Başkanlığına yazı yazılması, yazılacak yazıda, Genelkurmay Başkanlığı tarafından Hrant Dink'e yönelik ağır ifadelerin kullanıldığı 22.02.2004 tarihli basın açıklaması yapılmasının neden ve nasıl karara bağlandığı, basın açıklaması ile ne amaçlandığı, MİT Müsteşarının Genelkurmay Başkanlığından kim tarafından arandığı, Hrant Dink ile görüşülmesinin neden istendiği ve bu görüşme ile ne amaçlandığının sorulması katılan taraf olarak tarafımızdan talep edilmiş fakat bu talebimiz de Mahkeme  tarafından reddedilmiştir. 

Avukatların bu sorularını mahkeme gibi geçiştiren Güler gibilere, bu mantık dışı tezi, ‘cinayet solun AKP’yi desteklemesi için gerçekleşti’ tezi, ırkçı, milliyetçi odakların köklü tarihini ve bu tarihin kendisini solcu sananlar tarafından nasıl sahiplenildiğini gizlemek için öne sürülüyor. Bu içi boş tenekeden daha tuhaf sesler çıkartan makalenin yazarının “Yetmez ama evet” düşmanlığı o kadar derin ki insan bunun kökeninde yatan esas olguyu merak ediyor? Ordunun ilerici birikimleri olabileceğini düşünen, cumhuriyet değerlerini savunmanın solculuğu, Kemalizm’i savunmanın komünizmi savunmak anlamına geldiğini düşünenler açısından, asker darbeler geleneğiyle hesaplaşmak için sürdürülen kampanyaların bir devamı olan “Yetmez ama evet” kampanyası asap bozucu olabilir. 

2007’de Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından yüzbinlerce insanın “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz!” sloganını atması, bu sloganın bir ruh hali haline gelmesi de birçok odak açısından asap bozucu bir durum yaratmıştı. O dönem bu anksiyeteyi yaşayanlar “Hepimiz Mehmet’iz!” sloganlarıyla Hrant’ın cenazesinin arkasından yürüyenlerin halkların kardeşliği açısından yaratmış olduğu psikolojik ortamı zedelemeye çalışmışlardı.

Bu yazar, pek bir önemi yok ama özünde Kemalist, cumhuriyete aşık. Varı yoğu, tüm sermayesi cumhuriyet! Onu özlüyor. Analizinin merkezinde bu özlem var. Şöyle diyor:

Gericiler çoktan birbirine düştü, Fethullahçılar darbeci, liberaller muhalif oldu. Bize düşen görev ise yalnızca gerçekleri hatırlatmak değil. Hrant Dink’in ve Cumhuriyetimizin katlinden sorumlu bu alçaklar sürüsünden hesap sormak.   

İşte kafası çorba gibi olmak budur. Hrant Dink ve cumhuriyeti aynı alçaklar öldürmüş! Bu yazara sakin sakin, öyle kronolojik sıralamalar yapıp düz bir tarih yazacağına, Ermenilerin ve Türk ve Müslüman olmayanların neden bu memlekette minik bir azınlık haline geldiğini araştırması tavsiye edilebilir. Bu tavsiyeye, Rakel Dink’in son 19 Ocak anmasında yaptığı konuşmaya da yakından bakması tavsiyesi eklenebilir. Rakel Dink, “Basitçe söyleyelim, Hrant’ı FETÖ öldürdü demek, “ben yapmadım elim yaptı” demektir. Hrant’ı Ergenekon öldürmüş demek, “ben yapmadım ayağım yaptı” demektir. Yıllarca dilinle bağıra bağıra, ayağınla yürüyerek buraya geldin. Ve silahı iki elinle tutup tetiği çektin. Çutağımı öldürdün.” dedi, Agos’un önünde. Güler’in aynı alçakların öldürdüğünü sandığı Hrant Dink ve cumhuriyetten, cumhuriyet, tüm tarihinin gösterdiği gibi, Hrant Dink’i öldüren katili, devletin derinliklerinde birbiriyle kapışan ama söz konusu olan bir Ermeni’nin öldürülmesi olduğunda hızla uzlaşan cinayet şebekelerini yaratmasıyla meşhurdur. İkisini aynı alçak değil, Hrant Dink’i birincisinin doğurduğu, büyüttüğü, eğittiği katiller öldürdü.

Kısacası, cumhuriyetini kaybettiği için tuttuğu yas öylesine derin ki, cumhuriyetini öylesine özlüyor ki, tam şimdi, bugün ve bu yerde, cumhuriyetinin tüm asli özelliklerinin kıpır kıpır, her zamankinden canlı ve keyifli olduğunu göremiyor!

“Su çatlağını bulur”

“Su çatlağını bulur” hikâyesi sadece anlatma yeteneğini değil, Hrant Dink’in tarih bilincini ve bu tarihsel büyük hadiseyi günlük dile ve böylece büyük kalabalıklara aktarabilme yeteneğini de gösteriyor. Şöyle anlatıyor Hrant Dink: “Sivas’ın bir kazasından yaşlı bir bey telefonla aradı. Dedi ki "Oğul aradık seni bulduk, burada bir yaşlı kadın var, herhalde sizden. Kadın Allah’ın rahmetine kavuştu. Yakınını falan bulursan gönder, gelip alsınlar ya da biz burada namazımızı kılıp gömelim. ‘Peki amca ararım’ dedim. Verdi adını soyadını; Beatris Hanım diye biriydi, 70 yaşında. Fransa’dan oraya tatile gitmiş. Aradım, 10 dakika içinde buldum yakınlarını, sonuçta biz birbirimizi biliriz, çok azız çünkü.”

Hikâyenin bütünü ve özellikle şu cümlenin sonu çok vurucu: “Aradım, 10 dakika içinde buldum yakınlarını, sonuçta biz birbirimizi biliriz, çok azız çünkü.” cümlesi özellikle. Bu cümle her şeyi öylesine sade bir şekilde özetliyor ki, bu kısa açıklama, 1915’i, bir halkın maruz kaldığı topyekûn kırımı, bugün Türkiye Ermenilerinin hayatını, azlığını bir çırpıda anlatıyor.

Bir kez daha söylemek gerekirse Hrant Dink ahmakça bir teori olan solcuları AKP’lileştirmek için değil bir gazeteci, bir sosyalist, ama Ermeni bir gazeteci, Ermeni bir sosyalist olduğu ve sır olduğu düşünülen bir tarihi net, etkileyici, kapsayıcı ve tavizsiz bir şekilde anlattığı için öldürüldü. Bu yüzden Hrant Dink cinayetinin aydınlatılması mücadelesi 1915’le yüzleşme mücadelesidir ve bu yüzleşme olmadan tam bir demokratikleşme yaşanabileceğini düşünmek büyük bir yanılgı olur. Bu yüzleşmenin kapısından bile geçmeyen ulusalcıların yüksek perdeden konuşmaları bu nedenle komik kaçıyor.

Anayasa tartışması, özellikle “Yetmez ama evet” tartışması, bir dizi çılgınlığı, saçmalığı, kulaktan kulağa yayılan yalanları tartışmak demek. Bu yalanlar şu kanaati yaymayı sağlıyor: “Yetmez ama evet” diyenler, AKP’ci bir grup solcudur!

Bir kısmımızın, her defasında, anayasa tartışmalarına giriş maddesi gibi bu konuda “ben dedim, oldu”culara yanıt yetiştirmek zorunda oluşumuzun nedeni budur. Bu yanıtların esasını ise 2010 referandumunda gündeme gelen hiçbir anayasa değişikliği maddesinin “gerici”, “sağcı”, “otoriter rejim kurmayı kolaylaştıran”, “darbeye zemin hazırlayan” değişiklik olmadığını tartışmak oluşturuyor. 2000’li yılların ortalarından 2012 yılına kadar, sokaklarda onbinlerce insan darbelere karşı ses çıkarttı, mücadele etti. Darbelere karşı mücadelenin motor gücü olanlara yönelik 15 Temmuz imalarının tek bir nedeni var: bugünlerde, iktidar blokunda, 28 Şubatçı zihniyetin sayısal olarak değilse de manevi olarak ağırlıklı bir yer tutmaya başlaması. 15 Temmuz darbesi, sanki Türkiye darbeler tarihinin Fethullahçı darbecilerden ibaret olduğu resmi devlet anlatısına zemin yarattı. Solun, özellikle ulusalcı, 28 Şubatçı, Kemalist ordu içerisinde ilerici öğeler arayıp bulmaya çalışan ve bu arayışını 1923’lere kadar götüren kesim şimdi, sanki tarihleri darbe eğilimleri gündeme geldiğinde kafalarını başka tarafa çevirip ıslık çalmamışlar gibi, hayatları darbelerle, askeri vesayetle mücadele içinde geçenlere laf söyleme hakları olduğunu sanabiliyorlar.   

Pazartesi günü, bugünün anayasa tartışmasına değinmeden önce, Tarih dergisinin Ocak 2021 sayısında yer alan, “Yetmez ama Hitler” başlıklı yazarın amaçsız birisi olduğunu gösteren makaleye ve 2017 yılında İrfan Aktan’ın CHP’li Veli Ağababa’yla yaptığı röportaja değinerek devam edeceğim.

Şenol Karakaş

[email protected]

Fotoğraf: Hrant Dink'in cenaze töreni, 2007

Bültene kayıt ol