1917 yılında Rusya’da gerçekleşen işçi devriminin liderlerinden Lenin, devrimci bir durumun üç temel özelliği olduğunu söylüyordu. “Bir devrimin olabilmesi için ‘alttaki sınıfların’ eski biçimde yaşamak ‘istememeleri’ yetmez, ‘üstteki sınıfların’ da eski biçimde ‘yaşayamaz duruma’ gelmeleri gerekir. Bir devrim “ezilen sınıfların çektikleri ve gereksinmeleri her zamankinden daha şiddetle büyüdüğü zaman” gündeme gelir. Üçüncü özellik ise ‘barış döneminde’ soyulmalarına sessizce katlanan ama ortalık karıştığında hem krizin yarattığı koşullar hem de bizzat ‘üstteki sınıflarca’ bağımsız tarihsel bir eyleme sürüklenmeleri ile, yığınların faaliyetinde önemli bir yükseliş olduğu zaman.
Bu sadece Ekim Devrimi’yle değil, on yıl önce patlayan Arap ayaklanmalarıyla da doğrulanan bir gelişmeydi. On sene önce Tunus’ta başlayan ve Mısır’da zirvesine çıkan, Arap Baharı olarak adlandırdığımız dönem, devasa bir devrimci patlamaydı.
18 günde devrim
Özellikle Mısır’daki isyan dalgası diktatör Mübarek’i 18 günde devirdi.
Mübarek’in devrilmesi iddia ettiği gibi ordunun, politikacıların, yabancı askerlerin ve güçlerin eseri değildi. Mübarek’i sıradan, yoksul milyonlarca Mısırlının kendi eylemi devirdi.
Arap Baharı, sol içinde garip, solun bazı kesimlerinin diktatörlere karşı isyan eden emekçi yığınlara şüpheyle bakmasından türeyen bir tartışma yarattı. Oysa Ocak 2011 Mısır devrimi Mısır’da Filistin halkıyla dayanışma hareketinin, ABD’nin Irak işgaline karşı örgütlenen savaş karşıtı hareketin ve Mısır’lı kadınların, işçilerin verdiği mücadelelerin birikiminin bir sonucuydu. 2006 yılının Aralık ayında Ortadoğu’nun en büyük tekstil bölgesi olan Nil deltası bölgesinde çalışan binlerce kadın tekstil işçisinin başlattığı mücadele gibi mücadeleler Tahrir Meydanı’nda bir araya gelen milyonlar için yol haritası sundu.
Mısır devrimini arka planında Mübarek, oğlu ve ortaklarının uyguladığı neoliberal politikaların tüm yükünü işçilerin ve yoksul halkın çekmesi ve rejimin bir terör makinesi gibi işkence ve ölüm üzerine kurulu olması bulunuyordu.
Meydan ve grev
2011 yılında Tahrir Meydanı ilham verici bir direnişe tanık oldu. Meydana ilk çıkanların tutuklanacağı ve ağır bir polis terörünün başlayacağı düşünülüyordu ama kısa sürede hareketin milyonları içine çektiği görüldü. Polis terörünün püskürtebileceği “küçüklükte” bir hareketle karşılaşmadıklarını görmek Mısır egemen sınıfı ve ordusu açısından şaşırtıcıydı ve meydanda direnen yığınlara saldırmak doğru bir tercih değildi. Üstelik direniş, sadece Tahrir Meydanı’yla sınırlı değildi, bütün sektörlerde grev başladı ve grevler dalga dalga yayıldı.
Mübarek iktidarı bırakmak zorunda kaldı.
Mısır devrimi, yoksul kitlelerin ve işçi sınıfının azımsanmayacak bir kesimi ölümü göze alacak kadar büyük bir öfkeyle mücadeleye atıldığında, bir devrimin ilk perdesinin açılmasının mümkün olduğunu gösterdi. Devrimlerin planlamayla yapılmadığını, “olduğunu” gösterdi. Tahrir Meydanı’nda ve grevlere katılan milyonlarca işçinin işyerlerinde sosyal adalet sloganları hâkim hale geldi.
“Sıradan insanlar” 18 günlük bir hareketle Mısır egemen sınıfında, Mısır ordusunda, diktatör Mübarek’te ve tüm dünyada bir şok dalgası yarattılar.
Kendiliğinden hareket ve kitlesel işçi partileri
Mübarek’in devrilmesiyle sosyal patlamaların ve devrimlerin nemli bir başka sorunu gündeme geldi. Kendiliğinden hareket içinde mücadelenin liderliğini, hareketin çıkarlarını bir işçi iktidarıyla karşılamak isteyen devrimci eğilimin de parti iktidarıyla, kısmi reformlarla karşılanacağını ilan eden sağcı ya da reformist liderliklere kaptırılması, devrimin sonu anlamına geliyordu. Mısır’da ezilenlerin mücadelesiyle iktidara gelen Mursi, aşağıdan yükselen taleplere arkasını döndü, Mısır egemen sınıfı ve ordusuyla anlaşma yollarını aradı, General Sisi’yle ittifak kurdu, işçilerin taleplerine ve özgürlük mücadelesine arkasını döndü. 2013 yılında, Mursi’nin hareketinde “dinci faşizmi” gördüğünü iddia eden Sisi’nin liderliğindeki askeri darbe hem Mursi iktidarına hem de Mısır devriminin tüm kazanımlarına karşı ağır bir saldırı başlattı.
O gün, Arap halklarının aşağıdan mücadelesine burun kıvıran, AKP karşıtlığıyla din karşıtlığını ve giderek Arap halklarına karşıtlığı birbirine karıştıranlar, kitle eylemlerinin batı tarafından yönlendirilmiş olabileceğini ima edenler, ne kadar sevinseler azdır! Zira görüşleri, Türkiye’de son yıllarda bazı davaların iddianamelerinde Arap Baharı’nın halkın kışkırtılması ve sokak karışıklıklarının çıkartılması olarak yer buluyor. Devrimler, milyonların eseridir ve milyonlarca yoksulun dış güçler, üst akıllar ya da bir parti tarafından kışkırtılabileceğini düşünenler yanılır. 10 sene önce Arap halkları bunu kanıtladı. Kaderinin belirlendiği masaya yumruğuyla vurdu. Devrimin mümkün olduğunu, hayalci bir talep olmadığını gösterdi. Ocak 2011’de Mısır işçileri tüm dünyaya ilham verdiler. “Halk rejimi istemiyor!” diyerek rejimi devirdiler, politik bir devrim gerçekleştirdiler. Korku duvarlarını yıktılar. Mısırlı sosyalistler devrimden önce işkenceden ve ölümden korkunun çok yaygın olduğunu ama artık kimsenin hiçbir şeyden korkmadığını söylüyor.
Tek sorun, korku duvarı yıkılırken, devrimin sürekliliğini savunan, işçi sınıfın ve yoksulların uzlaşmaz sınıf çıkarları için mücadele eden bir devrimci işçi partisi yoktu.
Böyle kitlesel işçi partileri tüm dünyada acil ihtiyaç olarak görülmeli.
Korku duvarı nasıl, ne zaman aşılacak bilmiyoruz ama hazırlıklarımızı o ana göre yapmalıyız. Tahrir Meydanı’ndan çıkartacağımız en önemli ders bu.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)