Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan eylemler ve sağcıların bu eylemlere gösterdiği tepkiler kötülüğün artık sistemli bir şekilde aleladeleştirildiğini gösteriyor. Haklarını arayan, kayyum rektör atanmasını antidemokratik bulan insanları elitist olmakla eleştirenler oldu.
Bu eleştiriye Bülent Somay’ın verdiği yanıt en önemli noktaya işaret ediyordu: “Bir nüfusu sınıflara göre, toplumsal cinsiyete, milliyete, cinsel yönelimlere göre değil de ‘halk/elit (seçkinler)’ diye bölerseniz, altta yatan en temel ayrımları gizlemiş, ezilenlerin haklı öfkelerini ‘elit’ diye ne olduğu belirsiz, ama muhtemelen hâkim sınıflarla pek az ilişkisi olan aydınlara, okumuşlara yönlendirmiş olursunuz. Bu yolla iktidarınızı perçinlemiş olursunuz, hem de cehaleti ve bilgisizliği göklere çıkararak, iktidarınızı sorgulayabilecek tüm unsurları daha baştan düşman ilan ederek kendinizi korumaya alırsınız.”
Elitizm tartışması bir yandan da Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte “yeni bir Türkiye”nin kurulduğunu ilan edenlerin, yeni dönemin elitlerini, eski bir tartışmayı yaparak, geçmiş dönemlerin vesayet tartışmalarına atıfta bulunarak gözlerden gizleme çabasıdır. Eski günlerin elitlerine eklenen yeni dönemin elitlerini gizlemek, Boğaziçi Üniversitesi’ne antidemokratik bir şekilde rektör atanması gerçeğinin üzerini örtme tartışmasından başka bir şey değildir.
Devlet Bahçeli ise öğrencilerin eylemlerini “Kanuna uygun bir atamaya terör yöntemleriyle karşı çıkmak, bu vesileyle Boğaziçi Üniversitesi’nden bir Gezi Parkı kalkışması çıkarmaya niyetlenmek başı ezilmesi gereken bir komplodur.” diyerek suçladı.
Ne komplosu?
Bu son dönemin en yaygın suçlama modeli. Bugünün olaylarını sürekli geçmişteki olaylarla, geçmişteki olayları da en geçmişteki, toplumun geniş kesimlerinin “kötü” olduğu konusunda üzerinde anlaştığı tarihi gelişmelerle benzeştirerek ele almak, bugünün eylemlerini karalamak açısından çok elverişli görülüyor iktidar ittifakı sözcülerine. Boğaziçi eylemlerini Gezi eylemlerine, Gezi’yi de 27 Mayıs gibi bir darbeye zemin hazırlamayla suçladığınızda kayyum rektör istemeyen öğrencileri birdenbire darbe çağrısı yapan komploculara benzetme şansınız oluyor!
Ama gerçek pek böyle değil. Ve gerçeğin ne olduğunu milyonlarca insan hemen fark ediyor.
İktidar çevrelerini korkutan da bu
İçinden geçtiğimiz dönemde, özellikle son iki yıldır, milyonlarca insanın öfkesi birikiyor. Ekonomik krizle salgın krizinin üst üste binmesi ve iktidarın bu başlıklardaki tercihlerinin zenginlerden yana olması yoksulların kızgınlığını artırıyor.
Böyle dönemlerde her bir eylem başka eylemlere, her küçük direniş büyük kitlesel hareketlere ilham verebilir. Mevcut iktidar ise bütünüyle haklı, bütünüyle demokratik bu türden yığınsal eylemlerle baş etme yeteneğine sahip değil. Her eylemin daha mayalanırken boğulmak istenmesinin, grevlerin yasaklanmasının temel nedeni bu. Egemen sınıfın bazı sözcüleri, aşağılarda mayalanan öfkeyi görebiliyorlar.
Kötülük aleladeleştirilmeye çalışılsa da dayanışma, yardımlaşma ve birleşik mücadele de kaçınılmaz bir şekilde günlük davranış kalıbı haline gelmeye başlıyor. Çeşitli suçlamaların bu eğilimin önüne geçmesi mümkün değil.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)