Yıl sonu değerlendirmesi bir âdet. Bu yıl da 2020’yi topluca değerlendirmek için plan yaparken, son 15 günün gelişmeleri böyle bir değerlendirmeyi gereksiz kıldı. Bugün, yarın ve yılbaşı günü yayınlanacak yazılarda bu gelişmeleri ve çözüm önerilerini tartışmaya çalışacağım.
Torba torba gelen yasaklar
Geçtiğimiz hafta meclisten geçen son torba yasa, içine garip otoriter tedbirler serpiştirilmiş haliyle, Türk usulü garip otoriter yönetim anlayışını güçlendiren önceki torba yasalardan farklı, çok vahim bir yana sahip.
“Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi” OECD’nin isteği üzerine meclise geldi. Meclis dedikodularına göre OECD Türkiye’ye eğer kara listeye alınmak istemiyorsa, iki önemli maddeyi yasalaştırması uyarısı yapıyor. 7. madde bu yüzden meclise geliyor, ama OECD’nin önerdiği 12. madde meclise sunulmuyor! Bu, kamu adına yetki kullanan siyasi, idari bürokratik kademelerde görev yapan kadroların takibi maddesi.
Türkiye kara listeye girmemek için 7. maddeyi Meclise getirdi, ama madem bir torba yasa çıkartılıyor denerek, artık bildiğimiz gibi 43 maddelik bir kanun teklifi hazırlandı. Bu teklifin sadece 6 maddesi başlıktaki konu ile ilgiliydi; geri kalan maddelerin tümü emperyalist devletlerin otoritesine ve önerilerine arkasını yaslayarak, içişleri bakanlığının derneklere ve sivil toplum kuruluşlarına kayyum atama yetkisini elde etmesini amaçlıyor. Son 3-4 yıldır moda olan, halkın oyu ile seçilen yöneticilerin yerine atanmış temsilcilerin geçirilmesi anlamında kayyum atama, dernek ve sivil toplum yöneticilerine ceza verme, bu kurumların malvarlıklarına el koyma gibi bir dizi yetkiyi iktidara veriyor.
Baskın Oran geçen hafta madde madde bu torba yasanın arka planını da ortaya seren bir yazı kaleme aldı. 600 sivil toplum örgütünün karşı çıkmasına rağmen geçirilen bu yasa özetle 15 Temmuz darbe girişiminden beş gün sonra, 20 Temmuz’da ilan edilen ve 3 yıl süren olağan üstü hal rejimini Baskın Oran’ın tabiriyle kalıcı hale getirdi.
Bu yasanın anlamı bu.
O yüzden de yasanın gerçek adını demokratik örgütlere kayyum yasası olarak ele almakta fayda var. Zira bu yasayla cumhurbaşkanı dernek ve vakıfların malvarlıklarına el koyma yetkisini kazanıyor. İçişleri bakanlığının müdahalesiyle kayyum atanabiliyor, bütün bu kurumlara.
600 kurum birleşik bir tepki gösterdiler bu yasaya karşı. Mecliste yaşanan arbedelerle el ele ilerleyen tartışmaların ardından soruşturma aşamasında değil, kovuşturma aşamasında bu olağanüstü yetkilerin kullanılabileceği yönünde bir geri adım (!) atılmış oldu. Ama Türkiye’de terör suçlaması kolayca yargı konusu haline getirildiği için kovuşturma ya da soruşturma aşamaları arasındaki büyük fark çoktan kapanmış vaziyette.
Bir köşe yazarı bu torba yasa ile İslami kaygılarla dernek faaliyeti yürüten kurumlar da müdahaleye maruz kalabilir duygusuyla, yaşadığı paniği gizlemeye gerek duymadan sosyal medyada tepki gösterdi. Tam bir tepki diyemeyiz elbette ama sesini yükseltiyormuş gibi yaptı. Ardından aynı yazar İçişleri Bakanı ile yarım saat görüştüğünü ve İslami derneklerin hiçbir yaptırıma maruz kalmayacağının sözünün verildiğini açıkladı. Bu köşe yazarının hızlı manevrası, hukuki süreçlerin kavranışındaki acıklı hâli gösteren bir örnek olarak kayıtlara geçti. Zira hukuki süreçler, yasalar kişisel sözlerle alakalı bir şey değil; gelip geçici bir devlet yetkilisinin “bu çıkan yasa aslında size dokunabilir ama biz iktidardayken dokunmayacak” sözü veriyor olmasının hukuksal bağımsızlığın anılarının bile gözlerden uzaklaştığının açık bir kanıtı.
Burada, daha yakından bakmamız gereken konu ise hem bakanın hem de bütünüyle en temel demokratik hakların ilga edilmesi anlamına gelen bu yasayı hazırlayan iktidar yetkililerinin iktidarın asla değişmeyeceğine duydukları güveni ima etmiş olmaları.
Özgürlük istiyoruz!
Sonuçta madde madde her yönüyle demokratik kazanımları derneklerin elinden söküp alan bir yasal müdahale ile karşı karşıyayız ve içinden geçtiğimiz siyasi iklimin mimarisi nedeniyle büyük gösterilerle bu yasaya karşı çıkılmamış olsa da şimdi önemli olan bu yasanın geri çekilmesi için dur durak bilmeden ses çıkartmaya devam etmek. Bunu sahici bir kampanya konusu haline getirmek ve sadece kampanya konusu haline getirmek değil, etrafında demokratik haklarını güvence altına almak isteyen yüzlerce, binlerce, on binlerce insanın kampanya yapacağı çok önemli bir konu olarak ele almak. Çünkü gelişmeler gösteriyor ki iktidar seçimlere kadar sistematik bir şekilde bu yasalarla, torba yasalarla, kaldığı kadarıyla demokratik alan üzerindeki baskıları artıracak.
Gergerlioğlu’ndan elinizi çekin!
Hukuksal mekanizmada gözlenen baş döndürücü gelişmelere bir başka örnek ise, Ömer Faruk Gergerlioğlu etrafında yaşanan tartışmalar. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu yıllardır tanıyoruz. Hepimizin çok iyi bildiği gibi Gergerlioğlu sadece ve sadece mazlumlarla dayanışma gösteren bir aktivisttir. Bu dayanışmasının bedeli de sürekli olarak kendisine ödetilmeye çalışılıyor. Geçmişte, gücünü tahkim eden darbeci zihniyet Gergerlioğlu’nun karşısında durduğu bir gelenekti ve bu darbeci zihniyetin mağdur ettikleri insanlar, sosyal gruplar yanlarında onu bulmuşlardı. Şimdi 15 Temmuz darbe girişiminin ardından inşa edilen rejim, bu rejimin uyguladığı baskılara karşı çıktığı için Gergerlioğlu, üstelik doğrudan bakanlık tarafından tehdit ediliyor. Suçlama, bir düşmanlaştırma aparatına dönüşmüş olan ve giderek her kapıyı açan maymuncuk haline gelen FETÖ’cülük suçlaması. Herkesin bir FETÖ’cüsü var! Kim birisini suçlamak istiyorsa, “FETÖ’cü” diyor ve aldığı yanıt, “O asıl sensin!” oluyor. İktidar muhalefeti muhalefet iktidarı Fethullahçı darbecilere bulaşmış olmakla, dolayısıyla elbet bir gün yargılanmakla tehdit ediyor. Tabi ki özellikle yargı mekanizmasını etkileme şansına sahip olan iktidar, bu suçlamayı sık sık gündeme getirerek birden çok hedefi aynı anda vuruyor ve şöyle bir dizi sonuçla karşı karşıya kalıyoruz:
Öncelikle, 15 Temmuz darbe girişimini yöneten koalisyonun lideriydi, Fethullahçı darbeciler. Bu, darbe gecesi karargâhlardaki sivillerin varlığıyla bütünüyle kesinlik kazandı. Bu sivil tiplere askerlerin saygı göstermesi ve tam da darbe gecesi Akıncı üssü civarında “tarla bakmaya gelmiştik” gibi dalgacı savunmaları gerçek yüzleri konusunda kamuoyunun kesin bir kanaate varması açısından yeterli oldu. Fakat 15 Temmuz darbesine bulaşmış, darbeyi planlamış, darbenin planlanma sürecine katılmış ve doğrudan darbe girişimi sürecinde yer almış olanların dışındakileri ve giderek her türden muhalifi tehdit altına alan suçlamaya dönüştü. Özetle giderek bir manipülasyon aparatı haline geldi. Öyle ki bu manipülasyon aparatı bütün bir siyasi-sosyal dokuyu kirletiyor, uzun bir süredir.
Yarın Gergerlioğlu’na yönelik suçlamaları tartışmaya devam edeceğim.
Şenol Karakaş