Bugünün siyasal atmosferinde karalar bağlamak yerine, mücadeleyi ve örgütlenmemizi hızlandırmak zorundayız. Yazının başlığındaki sözler bir başka karanlık dönemi yırtıp atan işçi mücadelesi için söylenen bir şarkıdan.
12 Eylül 1980 darbesiyle grevler yasaklandı, ikramiyeler sınırlandırıldı, kıdem tazminatına tavan getirildi. 1983 yılında çıkarılan sendikal yasalar işçilerin hak kayıplarını daha da yaygınlaştırdı. Ağır baskı koşulları sendika çevrelerinde eylem yapmanın imkansız olduğu fikrini doğurdu. 12 Eylül her alanda bir karabasan gibi çöktü toplumun üzerine: fakirlik, demokrasinin askıya alınması, idamlar, işkenceler, tutuklamalar, düşünce, gösteri ve örgütlenme özgürlüğünün askıya alınması gibi hamlelerle Türkiye’de sermaye sınıfının bir dediğini iki etmeyen bir rejim inşa edildi. Darbeden sonraki altı yıl işçilerin alım gücü 1980 öncesine göre gerilemiş olmasına rağmen grev yapmak, eylem örgütlemek işçi sınıfının gündeminde değilmiş gibi görünüyordu.
Grev hakkı için grev!
İşte 1986 Netaş grevi, böyle bir ortamda cesaretin, kararlılığın ve sınıfa güvenin eylemi olarak gündeme geldi. İşçi sınıfı daha önce Kavel’de grev yasağını grev yaparak aşmıştı. Bu kez de grev silahını etkinleştiren metal işçileri harekete geçmişti. Bağımsız Otomobil-İş çatısı altında toplanan Maden-İş üyesi Netaş işçileri, İstanbul Ümraniye’de kurulu ve 2650 işçinin çalıştığı fabrikada 18 Kasım 1986’da greve başladı. işçiler greve çıkmış, yasanın ancak 4 işçinin grev gözcüsü olarak fabrika önünde kalacağını belirtmesine karşın yüzlerce işçi fiilen grev gözcüsü olarak görev yapmış, bine yakın işçi grevde aktif olarak faaliyet yürütmüştü. Bu grev sadece grev silahını yeniden kullanılabilir hale getirmekle kalmadı, aynı zamanda 12 Eylül rejiminin baskı ortamını darmadağın eden 1989 Bahar Eylemleri’nin fitilini de ateşledi.
Bahar Eylemleri’nin kazanımları
Bugünkü iktidar mı daha ateşli savunuyordu bilemeyiz ama askeri darbenin neoliberal ekonomi politikalarını ateşli bir şekilde uygulayan ANAP iktidarına öfke büyüyor, 12 Eylül’ün gelenekleri, polisiye alışkanlıkları işçi sınıfı ve muhalefet üzerinde terör estirilmesini kolaylaştırıyordu. 1989 yılında 600 bin kamu işçisinin toplu iş sözleşmelerinin yenilenmesinin gündeme gelmesi üzerine, Türk-İş sözleşme görüşmelerini ortaklaşa yürütmek ve ortak tutum almak için kamu kesiminde örgütlü olan 26 üye sendikanın içinde olduğu bir Koordinasyon Kurulu oluşturdu. Patron sendikaları, Netaş grevinin ardından başlayan değişimi, yoksulların hayatının derinlerinde biriken öfkeyi ve değişim isteğini kavrayamadığı için görüşmelerde sendikalara teklif dahi vermediler. Darbe günlerinin ilk yıllarının keyfini sürmeye niyetliydiler. Öfkesi burnunda yüzbinlerce işçi 1989 yılının Mart ayında gösterilere başladı. Dipten gelen dalga açığa çıktı ve hem sağcı hükümeti hem de sağcı ya da bürokratik sendika liderliklerini silip süpürdü.
Eylem alışkanlığını eylem içinde kazanmak üzere işçiler bir dizi ilginç eylem yaptılar: İşi durdurma, işi yavaşlatma, toplu yürüyüşler, trafiği kapatma, işyeri işgali, işbaşında oturma, işe gitmeme, fazla mesaiye kalmama, servis araçlarına binmeme, yemek ve sakal boykotu, çocuklarını evlatlık verme, toplu boşanma davası açma, çıplak ayakla yürüyüş, açlık grevi, vezne önünde bekleme, vizite eylemi, siyah çelenk bırakma, basın bildirisi, ücret almama, alkışlı protesto, fabrika önünde soğan ekmek yeme, bordroları postalama, bordroları balona bağlayıp uçurma, tüm ailenin katıldığı yürüyüş, başlıca eylem türleriydi. Ama 1989 1 Mayıs’ını Mecidiyeköy’de bütün polis şiddetine karşı kutlamak ya da grev gibi hareketlerle işçi sınıfı bir dizi kazanım elde etti. Birisi, ANAP’ın 1989 Mart yerel seçimlerinde yüzde 35’ten yüzde 22’ye oy kaybıydı. 1991 yılındaki genel seçimlerde ANAP yenilecekti.
Bir başka kazanım ise işçilerin bütçeden aldığı payın artmış olmasıdır. 1989 Bahar eylemleri döneminde işçi ve memurlara bütçeden ayrılan pay yüzde 37.5’a çıktı. Bu pay, 1980 öncesinden bile fazlaydı. 1975-1980 döneminde bu pay yüzde 35.4’tü. 12 Eylül askeri darbesini takip eden 1981-1983 döneminde ise çalışanlara bütçeden ayrılan pay yüzde 26.5’e gerilemişti. Bahar Eylemleri Türk burjuvazisinin canına ot tıkayan bir süreci başlattı.
Özgürlük işçilerle gelecek!
1989’un başka kazanımları da oldu. Türk-İş sendikalarının içinde solcu aktivistlerin işyeri temsilcisi seçilmesi, sola daha yakın isimlerin sendika yönetimlerinde çoğunluğu sağlamasının yanı sıra özellikle kamu çalışanlarının Türkiye’yi hop oturtup hop kaldıran eylem silsilesi de 1989 mücadelelerinden ilham almıştı. 1991 yılında büyük madenci yürüyüşü, 1995 yılında Türk-İş’in Tansu Çiller hükümetini düşüren büyük eylemleri 12 Eylül rejimine ve bu rejimin üzerinde yükselen neoliberal hükümetlere meydan okumalardı.
Bahar eylemleri aynı zamanda demokrasi mücadelesi, özgürlükler mücadelesi, Kürt halkının mücadelesinin tanınması, darbecilikle yüzleşme gibi bir dizi mücadele alanının daha kapısının aralanmasına yardımcı oldu.
Bahar Eylemleri, özgürlüğün işçi sınıfının kendi eyleminde gizli olduğunu gösteriyor. Bugün de işçi sınıfının eylem kapasitesinin düşük olduğu düşünülebilir. İşçilerin grev hakkı arka arkaya yasaklanıyor. Demokrasi üzerinde ağır bir baskı politikası var ve özgürlükler alanlarında ağır kayıplar yaşanıyor. Bu ortamda görülmeyen şu: Yerli-milli iktidar ittifakının, aslında bir büyük işçi dalgasını, bir büyük mücadele dalgasını engelleme şansı yok. Böyle bir mücadelenin taleplerini yok sayma yeteneği de yok.
Bize yeni döneme uygun, “aşk olsun da Netaş (işçileri) sana aşk olsun, iki kaşın arasına taş koydun” şarkısında Netaş yerine yazılacak işyeri, işyerleri ya da bütün bir sektör adı lazım. Örneğin sağlık çalışanları, örneğin metal işçileri, örneğin öğretmenler, örneğin tüm bir kamu çalışanları ya da belki temizlik işçileri. Aslolan işçi sınıfının birleşik mücadelesinin örgütlenmesidir kuşkusuz. 2021 yılında bu şarkının yeniden yazılmasına odaklanmalıyız, tüm muhalefetin tek işi bu olmalı.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)