Türkiye’de aşırı sağ bir iktidarla karşı karşıyayız. Daha önce de yazdığım gibi, sadece Demirtaş gibi siyasilerin rehin olarak tutuklanması değil söz konusu olan, tecavüzcülerin, kadın katillerinin, hayvan katillerinin serbest bırakılması, mafyavari tiplere af çıkarken düşüncelerinden dolayı hapis yatanların af kapsamından çıkartılması, mahkemeler tarafından hakkında beraat verilen insanların cezaevinin kapısından çıkmadan bu sefer başka bir suçtan tutuklanması gibi uygulamalar birikiyor.
Mafyavari tipler sadece aftan faydalanıp çıkmakla kalmıyor, ana muhalefet partisi liderini işkence etmekle tehdit ediyor. Bu, sadece Kılıçdaroğlu’na değil, MHP dışındaki tüm partilere bir gözdağı olarak yapılıyor üstelik. Demokratik haklar teker teker ayaklar alına alınıyor.
Son on günde, demokrasinin alanının görülmemiş ölçüde daraltılması ve hukuksal saçmalıklar konusunda hükümet yetkilileri de, önce Adalet Bakanı ve ardından Cumhurbaşkanı hukuk vurgusu yapmaya başladılar. Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın istifa ettirilmesinin ardından, özellikle hukuki alanda yaşanan anti demokratik, hukuk dışı gelişmelere, Adalet Bakanı’nın sanki bakan başkasıymış gibi yaklaşması, muhalefet sözcüsü gibi tepki göstermesi, iktidarın demokrasi aşkından değil, ekonomik krizin siyasal sonuçlarından sakınma isteğinden kaynaklanıyor.
Yine daha önce altınız çizmeye çalıştığım gibi, en AKP yanlısı gazeteciler bile, seçimlerde AKP-MHP ittifakının oylarını yüzde 50’nin biraz üzerinde gösteriyor. Üstelik bu, AKP’ye tepki gösterdiği, baskıcı politikalardan ve ekonomik krizin yükünü taşımaktan bezdiği için iktidar partisinden kopan kitlelerin ve kararsızların oylarını dengeli bir şekilde iktidara yeniden dağıtarak yapmalarına rağmen böyle. İktidar ittifakının seçimlerden başarıyla çıkması çok zor. Zorluklara her geçen gün yeni zorluklar ekleniyor.
Fakat artık Erdoğan’ın Türk usulü başkanlık rejimini savunurken dile getirdiği sözler şimdi ayak bağı olmaya başladı. Erdoğan rejim değişikliği referandumu kampanyası kapsamında Adana’da yaptığı konuşmada, "24'ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz" demişti. Referandumu kazandıktan sonra ise kurmaylarına, dikkatli olmaları gerektiğini, artık tüm sorunların hesabının kendilerinden sorulacağını söylemişti.
Gazeteci İbrahim Kiras, ekonomik verilerin iktidar tarafından ele alınışını şöyle tartışıyor:
Cumhurbaşkanı, Merkez Bankasında 90 milyar dolar rezervimiz olduğunu söylüyor(du). Ekonomistler ise söz konusu rezervin kur artışını baskılamak amacıyla tüketilmiş olduğunu, şu anda aynı harcamaların borçlanarak sürdürüldüğü için rezervlerin “ekside” olduğunu söylüyorlar. Türk ekonomisini yakından takip eden Timothy Ash kendi hesaplamasına göre bu miktarın “eksi elli milyar dolar” olduğunu açıkladı.
Peki, bu nasıl olabiliyor? Ülkenin Cumhurbaşkanının açıkladığı rakamla uzmanların dile getirdikleri miktar niye bu kadar farklı? Tamam, olur da bu kadar fark olur mu? Aradaki fark [(-50)-(+90)] 140 milyar dolar. Gözden kaçacak, fark edilmeyecek, varlığı-yokluğu anlaşılmayacak bir tutar mı bu Allah aşkına?
Cumhurbaşkanı’nın bu kadar büyük bir farkı bilmezden gelmesinin nedeni, ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte, olumsuzlukların faturasının kendisine kesileceğini iki yıl önce kendisinin itiraf etmiş olması. Üstelik ekonomik olumsuzluklar daha yeni başlıyor. Türkiye’nin dolarla yapması gereken acil ödemeleri var. Merkez Bankası kasasında ise “eksi elli milyar dolar” bulunuyor!
Buna, ABD’de Trump’ın seçim kaybedip Türkiye’ye yönelik yaptırımları geciktirmeden uygulayacağı iddia edilen Biden’ın başkanlık seçimini kazanması ve Avrupa Birliği’nin, Türkiye’nin birliğe alınması bir yana Gümrük Birliği’nden çıkartılmasını tartışmaya başlaması eklenince, “hukuk” çığlıklarının bakan ve cumhurbaşkanlığı merkezlerinden yükselmesi daha iyi anlaşılıyor.
Berat Albayrak’ın istifasından daha önemli olan, istifanın tarzıydı. Bakan sosyal medya üzerinden istifa etti ve 27 saat boyunca bu istifanın gerçekleşip gerçekleşmediği öğrenilemedi.
Erdoğan, 2016 yılında Can Dündar-MİT Tırları davasıyla ilgili gelişmeler üzerine, alt mahkemelerin Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına direnebilmesi gerektiğini savunurken, “Anayasa Mahkemesi bu kararı vermiştir, ben AYM’nin verdiği karara sessiz kalırım ama bu kararı kabul etmek zorunda değilim. Bu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum. Bu bir beraat kararı değildir, tahliye kararıdır” demişti.
İktidarın yaptığı, şimşeklerin Erdoğan’a odaklanmasını engellemek. “Üst akıl”, “dış güçler”, “muhalefet”ten sonra sıra iktidarın bakanları ve iktidarın dileğini yerine getirdiğini düşünen mahkeme heyetlerine geldi. Bu adımlar, 23 Haziran seçimlerinden beri her geçen gün daha hızlı çözülen AKP’nin, düşüşü yavaşlatmak, küresel politik adımlardan ve ekonomideki buhranın derecesinin artmasıyla oluşacak daha sert bir krizi savuşturmak için yaptığı hamleler. Hamlenin özünü, yaşananların sorumluluğunu Erdoğan’dan uzak tutmak oluşturuyor. Bu yüzden hiç kimse, iktidar sözcülerinin sanki yıllardır muhalefetteymiş gibi dillendirdikleri “reform ve hukuk” çağrılarını önemsemiyor.
MHP’yle koalisyon halindeki ve 15 Temmuz darbesinin ardından keyfi-tek kişilik yönetim tarzının yarattığı alışkanlıklarla AKP liderliğinin pragmatist bir iki manevra dışında reformcu hamlelere girişmesi mümkün değildir. Yaşananlar, siyasi olarak Erdoğan’ı korumak ve ekonomik olarak da doların girmesi için yeterli bir ‘güven zemini oluşturma” girişimi olarak görülmelidir. Keyfi bir iktidar tarzı, demokrasinin kırıntısına bile tahammülsüzlüğü politika yapmanın temeli, bir siyasal davranış kalıbı haline getirdi.
Bu davranış kalıbının toplumda biriktirdiği öfke, göstermelik “hukuk” çağrılarıyla dindirilemez.
Şenol Karakaş