Engels ve İzmir Depremi

05.11.2020 - 11:11
Şafak Ayhan
Haberi paylaş

Konut sorununun, ya da işçilerin yazgısını etkileyen herhangi bir başka toplumsal sorunun tek başına çözümleneceğini ummak budalalıktır.

Friedrich Engels

Engels’in Konut Sorunu adlı eserini, tam da İzmir depremi sırasında bitirmiştim. Kitap günümüzden tam 148 yıl önce yazılmış olmasına rağmen, adeta günümüz işçi sınıfıyla yıllar önce özellikle kıta Avrupa’sındaki emekçi sınıfın sorunlarının bire bir aynı olduğunu, muazzam örneklemeleriyle bizlere gösteriyor. 

148 yıldır, kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu toplumsal yaşamdan bugüne yoksulların, emekçilerin sorunlarında bir nebze olsun azalma yok. İzmir depremi sonrası Türkiye’de yine "depremde yoksullar ölür" argümanı kendini doğruladı. Çünkü kapitalist sistemin rant ve para hırsı gün geçtikçe mevcut ekonomik krizi de içine alıyor ve artarak büyüyor. Kitabın tanıtım sayfalarında Friedrich Engels mealen şu soruları soruyor:

"... İşçilerin oturduğu evler neden en küçük sarsıntıda çökebiliyor?

Yoksulların sağlıksız koşullarda barınmasının yol açtığı salgın hastalıklar, sermaye sahiplerini de etkilemesine rağmen, bu sağlıksız koşullar neden düzeltilemiyor?

Büyük kentlerdeki sel felaketleri neden önlenemiyor? Herkesin oturduğu evin sahibi olması devrimci bir talep midir?... "

Friedrich Engels tarafından yazılan birkaç makalenin bir araya gelmesiyle Konut Sorunu olarak kitaplaşan eserde Engels; o dönemin küçük burjuva sosyalisti Proudhon’u ve onun fikirlerinden etkilenen Alman Sosyal Demokratlarının Fransa –Prusya savaşı sonrası daha da şiddetlenen konut ve konutların mülkiyeti tartışmalarına getirdikleri "çözümleri" eleştiriyor. 

Marx, Felsefenin Sefaleti adlı eseriyle daha önceden Proudhon’u ve taraftarlarının fikirlerini alt üst ettiği için şimdi sıra bir nevi Engels’e geliyor. Ayrıca o dönem Marx Kapital’in diğer ciltleri üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle Proudhon’la yeni bir tartışma yürütecek zamana da sahip değil ki Engels Konut Sorunu kitabında bundan da bahsediyor.

Konut Sorunu'nda Engels, özellikle Arthur Mülberger'in Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin yayın organı Volksstaat’ta yayımlanan makalelerini ve Emil Sax'ın "İşçi Sınıfının Konut Koşulları ve Reformu" isimli kitabını çürütmek ve küçük burjuva sosyalizmini etkisiz kılmak istiyor.

Sanayi kentlerinin aldığı büyük göçler ve bu göçlere bağlı olarak ortaya çıkan işçilerin barınma koşulları o dönemin en can alıcı sorunlarının başında geliyor. Günümüzde de prefabrik evlere bile sahip olamayan mevsimlik tarım işçileri çadırlarda yaşıyor. Savaştan, açlıktan, yoksulluktan kaçıp yeni bir yaşam umuduyla Türkiye’ye sığınan Suriyeli sığınmacılar, Afganlar, Iraklı göçmenler insan onuruna yakışmayan yüzlerce lira kira karşılığında iş yerlerinin bodrum katlarında, apartmanların kuytu köşelerinde yaşamaya, ayakta kalmaya çalışıyor. Yoksulluk sınırının 8 bin lira olduğu Türkiye’de, tüm çalışanlar piyasa koşullarına göre daha uygun fiyatlı olduğu için, deprem yönetmeliklerine göre yapılmamış ancak bir şekilde oturma ruhsatı alınmış konutlarda yaşamaya mahkûm edilmiş durumda. Milyonlarca konut boş dururken "piyasa koşullarına göre" satın alınmayı beklerken, milyonlarca çalışan kira ödüyor, insanın en temel haklarından biri olan barınma hakkını yine kapitalist sistemde emek gücüyle mübadele ediyor. Çalışıyorsan, bir şekilde para kazanıyorsan barınacak bir ev bulabilirsin. Kapitalist sistemde ev bulabilirsen de çok sevinme çünkü çalışarak kazandığın paranın büyük bir bölümünü "kira" olarak mevcut tekellere ödemek zorundasın. Çünkü Engels’inde dediği gibi "…sermaye, elinden gelse bile, konut darlığını ortadan kaldırmak istemez."

Piyasa koşulları uğruna sağlam ve güvenilir olarak inşa edilmeyen evler herhangi bir deprem anında emekçilerin adeta birer tabutu oluyor. Sağlıklı bir denetim sürecinden geçse asla oturma izni alamayacak olan binalar, her dönemin sermayedar sevici iktidarları tarafından çıkartılan “İmar Aflarıyla” çok basit bir şekilde bu izinleri ve tapularını alabiliyor. Mevcut AKP iktidarı ve geçmişte Turgut Özal hükümetlerinin uyguladığı inşaat sektörü sermayesini ayakta tutabilmek için çıkartılan imar afları, sermaye-devlet ilişkisinin küçük bir detayı sadece. İzmir depremi sırasında enkaz altındakiler için her saniyenin çok değerli olduğu anlarda, elinde telefon enkazın üzerine çıkan tarım bakanının deprem gösterisi de bu sermaye-devlet ilişkisinin başka bir boyutu.

Mevcut kapitalist düzende yaşantımız üzerinde etkisini gösteren tüm olayları sınıfsal olarak görmeliyiz. Covid-19 salgınından en çok etkilenen emekçiler ve yoksullar, depremde evleri yıkılanlar, enkaz altında kalanlar, yaşamını yitirenler emekçiler ve yoksullar, sermayenin ve iktidarların yarattığı ekonomik krizlerden en çok etkilenen ve bedel ödemesi istenenler emekçiler ve yoksullar. Patronlar ve egemenler lüks yaşantılarına devam ederken, gerek salgında gerekse doğal afetlerde hep bedel ödeyen emekçilerdir. Virüse yakalananlar çalışmak zorunda bırakılan emekçiler ve onları tedavi etmek isteyen başka bir emekçi iş kolu olan sağlık emekçileridir. Milyonluk evlerde oturan patronların evleri asla depremde yıkılmayacaktır, ancak asgari ücretle çalıştırdığı emekçi bu sistemde hep enkazın altından çıkartılmayı bekleyen olacaktır.

Bu sistemi değiştirmeden, koşulları alt üst etmeden sorunların geçici çözümleri asla yaralara merhem olamaz. Sorunlar, artan tüm şiddetiyle çalışanlar için yaşamı zindan eden acılar haline gelir.

Şafak Ayhan

Bültene kayıt ol