Geçtiğimiz günlerde Erdoğan, Twitter, Youtube ve Netflix gibi mecraların kontrol edilmesini ve hatta tamamen kapatılmasını gündeme getirdi. Her ne kadar kişilik haklarına yapılan saldırılardan bahsedilse de son zamanlarda öğrencilerin sosyal medya üzerinden yükselen sesinin etkili olduğu fikri oldukça yaygın.
Sosyal medyanın yasaklanmasına gerekçe olarak “bir denetim mekanizmasının bulunmaması” gösteriliyor. Bu aranan “denetim mekanizmasının” her koşulda hükumetin çıkarlarını koruyacağını söylemeye herhalde gerek yok. Şimdiye kadar zaten muhalif sosyal medya paylaşımları yüzünden birçok kişi tutuklandı. Fakat anlaşılan artık tutuklanma korkusu insanları susturmaya yetmiyor ki hükumet yeni önlemler almak istiyor.
Hükumet yanlısı gazeteler sosyal medya yasağının “terör tehlikesine karşı” gerekli olduğunu iddia ediyor. Bu “terör” vurgusu oldukça tanıdık. Bu, artık her özgürlük kısıtlamasını meşrulaştırmak için başvurulan bir kestirme yol haline geldi. Hükumeti eleştiren, yukarıdan dayatılan milliyetçi söylemleri kabul etmeyen, savaşa hayır diyen herkesin terörist olarak damgalandığı bir dönemde sözde “teröristlere karşı çıkan” bir yasa, aslında hepimize karşı çıkarılan bir yasa olacak.
Şimdiye kadar sosyal medyanın sunduğu demokratik ortam sayesinde gündem, sadece büyük haber kanallarının yayın politikalarıyla sınırlı kalmadı. Pandemi sürecinde öğrenciler sosyal medya sayesinde hiçbir yerde olmadığı kadar seslerini duyurdular, yok sayılan haklarını savundular. Ana akım medyadan ses çıkmazken sosyal medya pandemide sınava girecek öğrencilerin isyanıyla yankılandı. Sosyal medyadaki mücadele elbette öğrencilerin mücadelesiyle sınırlı kalmadı. Rabia Naz için Şule Çet için ve öldürülen diğer kadınlar için adalet arayanlar en çok sosyal medyada duyurabildi sesini. Ana akım medyada ses bulamayan olaylar sosyal medyada çok güçlü yankılandı.
Öğrencilerin isyanı
Kişilik haklarına saldırılması, sosyal medya yasağını meşrulaştırmak için bir gerekçe olarak gösteriliyor. Elbette sosyal medya pirüpak değil; fakat ne medya öyle ne de günlük hayat. Günlük hayatta hakaretleri ve saldırıları önlemenin yolu konuşmayı yasaklamak olmadığı gibi sosyal medyadaki hakaretleri önlemenin yolu sosyal medyayı yasaklamak olamaz. Örneğin sosyal medya yasağının gündeme gelmesinden hemen önce Erdoğan’ın gençlerle yaptığı video konferansına gelen yorumlar hakaret içermiyordu; öğrenciler hayatlarını hiçe sayan sınav kararına karşı “oy yok” diye isyan ediyordu. Buna karşı verilen yanıt, yorumların kapatılması oldu. Bu yolla, hükumete karşı çığ gibi büyüyen tepkinin susturulabileceği sanıldı. Burada ne hakaret ne de kişilik haklarına saldırı söz konusuydu. Asıl mesele, hükumetin sorunlarına ve taleplerine göz yummaya alıştığı, henüz oy dahi veremeyen bir kitlenin doğrudan sesini duyurmasıydı. Yorumların kapatılmasıyla elbette öğrencileri susturamadılar. Öğrenciler bu sefer tepkilerini videoya yüz binlerce dislike atarak gösterdi.
Öğrencilerin sesini duymamak için direten hükumete karşı Twitter’da da çok büyük tepki oluştu. Sosyal medyanın gençlere verdiği güç ve cesaret hükumeti endişelendirdi. Sosyal medya, haksızlığa karşı öfkenin örgütlenmesi için çok elverişli bir mecra ve hükumet tam da şimdiye kadar göz ardı ettikleri bu öfkenin sosyal medyada bu kadar açıkça afişe edilmesinden korkuyor.
Melike Işık